xxx135
Sorun sivil görünenlerde!..
"Halk iradesini önce siviller içlerine sindirmeli" başlıklı dünkü yazımda istikrar sağlamak adına getirilmiş olan yüzde 10 barajının halk iradesinin adil bir şekilde Parlamento'ya yansımasını engellediğine dikkat çekmiş istikrar gibi bir gerekçe ile halkın iradesini çöpe atan bir uygulamaya siyasi partilerin birlikte son vermeleri gerektiğini belirtmiştim. Ne var ki o yazımı yazdığım sıralarda Ankara birbirine girmiş, Parlamento'da yaşanan kavga gün boyu televizyon ekranlarından tekrar tekrar yayınlanmıştı. Sınırlı da olsa verilen görüntüler toplumu derinden üzdü, "Bu siyasilerle düşünce ve inanç özgürlüğü mü sağlanacak? sorusunu gündeme getirdi. Ayrıca bu görüntüler bazı siyasi partilerin bastıkları dalı kesmekte olduklarını da gösterdi. Bu arada CHP-MHP paslaşması ya da dayanışması gözlerden kaçmadı. Bazen birbirine zıt iki parti görünümü veren partilerin GATA'da geçmişte yaşanan bir talihsizliğe destek verir bir hava içinde olmaları, siyaset uğruna istismar etmeyecekleri hiçbir konunun olamayacağını bu kavga görüntüleri arasında bir kez daha üzülerek gördük.
Özellikle Osman Durmuş'un konuşmasının baştan sona istismar koktuğunu, üzüntü verici bir olayı istihza konusu yapabilmiş olmasını sadece kendisi adına değil Türk siyaseti adına düşündürücü olduğunu, insanların sivil siyasilerin demokratikleşme yönünde başarılı adımlar atacağına olan inancını zayıflattığını bilmem tekrarlamaya gerek var mı? Özellikle dini konuların espri ya da istihza konusu ve siyasi malzeme yapılabilmiş olmasına bakarak insan MHP ile CHP niçin iki ayrı parti olarak çalışıyor; birleşsinler daha uygun olur demekten kendisini alamıyor.
İşte bu siyaset anlayışıdır ki zaman zaman askerleri siyasete heveslendirmektedir. İktidar partisinin pek çok uygulamasına karşı olmak, eleştirmek hatta bu eleştirilerle halkın gözünden ve iktidardan düşürmek istemek ayrı bir konudur ancak, temel insan hakları söz konusu olduğunda gerçekten demokrasi ve insan haklarına inanan siyasiler için parti farklı olmaz, olmamalıdır.
Bu memlekette eğer inanç özgürlüğünün tam olarak hayata geçirilmesi isteniyorsa bu hususta senin partin, benim partim ayrımı olamaz. İnanca saygı duyan ve inanç özgürlüğüne inanan tüm siyasi partilerin birlikte hareket etmesi gerekir. Özellikle de halkın karşısına çıktıklarında Müslümanlığı kimselere bırakmayanların yaşanmış bir haksızlık karşısında her ne sebeple olursa olsun haksızlığı yapanların yanında saf tutmaları en hafif ifadesiyle din istismarıdır.
Aylardan beri sürüp giden tartışmalarda sürekli olarak TSK içindeki bazı gruplar hedef alındı, darbe heveslilerinin demokratikleşmenin önündeki engel olduğu ifade edildi, ediliyor. Bunlar doğru ama ya şu sivil sanılan siyasilerin tavrına ne demeli? İnanın insan onları görünce bu memlekette demokratikleşme tüm kurum ve kuruluşları ile yerleşememişse bunda sivillerinde darbeciler kadar rolü olduğunu düşünmeden edemiyor.
Demek istediğim o ki, eğer millet adına siyaset yaptıklarını söyleyenler demokrasiyi, temel insan hak ve hürriyetlerini içlerine sindirebilirlerse bilinmelidir ki bu ülkede demokratikleşmenin sağlanması çok kolay olacaktır. Daha önceki yazılarımda da zaman zaman dikkat çektiğim gibi TSK içindeki darbeciler bazı sivil görünümlü çevrelerden destek bulamasalar darbeler de darbe hazırlıkları da olmazdı. Özellikle de bir takım güçlerin sivil siyasete müdahaleleri, siyaseti yönlendirme zorlamaları da gündeme gelmezdi.
Meclis'te yaşananların bu açıdan değerlendirilmesi sanıyorum gelecekteki bazı gelişmeleri daha da hızlandırabilir. Elbette bu noktada esas görev de halkımıza düşüyor. İnancı ile kavgalı olan siyasi partileri halkın oyları ile tasfiyesi en kestirme yoldur. Bu bakımdan halkımızın olayların sadece gösterilen kısmı ile yetinmeyip perde arkasını görmeye çalışması gerekiyor. Bu başarılabildiği takdirde toplumun karşısında başka, Meclis'te başka türlü tavır sergileyenlerin ipliği ilk seçimde pazara çıkabilir.
Son söz olarak diyorum ki insan hak ve hürriyetlerine önce siyasilerin saygılı olması, bunun da ötesinde buna gönülden inanmaları gerekir. Değişimin ve demokratikleşmenin önündeki bu engel kaldırılabildiği takdirde egemenliğin halka ait olduğu sözü fiiliyata geçmiş olacaktır.