Sonu yakındır bu yalanın

Bir üniversitede hem de  yüksek lisans dersinde sınıfta iki başörtülü hanımefendinin varlığından haberdar olunca ve yurtdışından gelen öğrenciler vesilesiyle, dolambaçlı yollardan da olsa görünürlüğü artınca örtülü kardeşlerimizin, umudun arttığını söyleyebilirim.

Elbette "üniversite ilimin kapısı mı?" , "Müslüman ve duyarlı hanımların hayatın içine girme olgusu üzerine yaptığı girişimler yerinde mi?" sorularının ötesinde değerlendirmede bulunmak gerekiyor. Hali hazırda bir zulüm var, alabildiğine can yakan ve insani krize sebep olan . Bizler bunun ortadan kaldırılması ile yükümlü durumdayız. Bahsi geçen sorular daha kadim daha üst seviyede problemler olarak duracak belki ama son günlerde gördüğümüz manzaralardan zulmün bitmesi yakındır demek hiç de zor değil.

28 Şubat döneminde Uludağ Üniversitesinde cadı avına döndürülen başörtüsü zulmünün tam ortasında yaşadıklarım geliyor aklıma. Bir yandan o zaman ki Emeğin Partisinden olan arkadaşlarla ortak eylemler ve ülkücü gençliğin sırf sol destek veriyor diye meseleyi ihanet noktalarına çekmesi, bir yandan hocaların ve öğrencilerin aldığı tehditler, yaşanan ikilemler. Tarık Tufanın " eğer bir gün üniversiteye yolunuz düşerse" diye başlayan ve başını açmak zorunda bırakılmış bir genç kızın halini yansıtan yazısındaki olayları birebir  hissetmiş olmanın verdiği ağırlık hala üzerimde. Pardösüsünü değiştiremeyen ama başını açan ama saçını darmadağınık eden kızlar geliyor aklıma. Dönem arkadaşım Mahirin gönül verip de bir türlü açılamadığı tekstilci kız artık kütüphanede ders çalışmak yerine açmak zorunda kaldığı saçına kimler bakıyor diyerek utanç içinde yüzünü o duvardan bu duvara çevirirdi. Biz bakmaktan onlar bakılmaktan utanırdı. Okulu dereceyle bitirmesine rağmen koskoca bir yıkımın içinde kaldığını görmek hiç zor olmadı.Hiçbir şey yapamamanın, yapsak da çare olamamanın ağırlığıydı üzerimizdeki.

Bursa’nın merkezinde binlerce başörtülü kızın dayaklarla yerlerde süründüğünü, eylemlerde birlikte dualarımıza katılan polis amcalarla sokaklarda kovalamaca oynanan günleri unutmak elbette mümkün değil. İşin en acı yanı , daha doğrusu konuyu getirmek istediğim nokta , yasağı uygulayan, uygulattıran güruhun esasen hiçbir yasal dayanağa sahip olmaması.

Kurdukları korku düzeninin içine hepimize çekmeyi başaran , bizi çeşitli maslahatlarla dinimiz arasında sıkıştıran ve  bu cenderenin içinde ezmeye çalışan sistem temelinden oynamış vaziyette. Artık milletin önüne bu şekilde anlamsız yasak ve uygulamaları getiremeyecek olmanın korkularıydı bütün bu tartışmalar ve "hayır" seçenekleri.

Son günlerde omurgalı söylemleri ve çıkışlarıyla dikkatleri çeken Osman Can'ın konuyla ilgili söylediklerine bir bakalım:  "Bir kere başörtüsü yasak değil. 20 yıldan fazladır bizi anlamsızlığa mahkûm eden ve yalnızca mağduriyetler üreten bu yasak geleneksel siyasal seçkinlerin ürettiği fiili bir yasak. Bu yasak, eğitim hakkını herhangi bir yasal temel olmaksızın engellediğinden esasen hem idari, hem de cezai anlamda hukuksuz bir eylem. Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla başörtüsü yasağı imalatı ise çok açık bir Anayasa ihlalinden başka bir anlam taşımıyor. Anayasanın 13. Maddesine göre temel haklar ancak meclisin çıkaracağı bir kanunla sınırlandırılabilir. Kanunların açıkça yasaklamadığı veya sınırlandırmadığı bir eylem tarzının yargı kararıyla yasaklanması, açık bir anayasa ihlalidir ve meşru değildir."

Bu yalanın bitmesi yakındır dememdeki sebep, Can'ın da ifade ettiği gibi aslında ortada bir yasağın bulunmaması. Fiili olarak herkesin birbirinde korkarak uyguladığı hukuksuz bir yasak. Dolayısıyla herhangi bir anayasa değişikliğine ya da düzenlemeye gerek bile yok. Bu anlamda muhalefetin tavrının bir tuzağa dönüşmesi çok bariz bir şekilde ortada.

Söylemek istediğim şu ki, sivil toplum, cemaatler ya da konuya duyarlı kesimler, hal böyleyken problemi anayasal düzenleme gereğine bırakmadan toplumsal baskıyla çözebilir diye düşünüyorum.  Bu konudaki durağanlığın bir an önce kaybolması ve ciddi adımlar atılması gerekiyor.  Fiili olarak artık birçok üniversitede başörtülü öğrenciler ama hakkaniyet gözeten ama durumdan bıkan insanların vesilesiyle artık bu olmayan yasağa rağmen derslere giriyorlar.  Sadece Yök'ün "başörtüsü ile ilgili bir düzenleme yapamayız bu bir suçtur " demesi bile yeterli olacaktır.  Karşı davalar da açılarak bu saçmalığa bir son verilebilir.*  Anayasa mahkemesinin bu konuda bir şey söyleme hakkı yoktur. Çünkü o mahkemenin anayasada olmayan bir uygulamayı devreye sokma yetkisi hele de yönetmelik ve kararla yapması mümkün değildir.  Bu konudaki hukukçu tavrı zaten alıntıladığımız üzere bellidir. Geçmişten beri de buna benzer birçok açıklama yapılmıştır.

Artık bu ve benzeri yasaklar zulümler sona ermelidir. Bedeli fazlasıyla ödenmiş onlarca insanın hayatına dair ciddi kararlar almış,  hatta bu uğurda can bile vermiştir. Diliyorum ki çok uzun sürmeden biraz hüzün biraz gözyaşı içinde üniversitelerde ve başka diğer yerlerde başörtülü insanlar herkes gibi insan olarak hak ettikleri yerde olacaklardır. 

Her yalanın bir sonu vardır ve bu yalanın sonuna gelmiş dayanmış durumdayız. Bir zulümden diğerine geçişe fırsat vermeden doğru adımlarla bu kamburdan kurtulmak için saflarımızı ve adımlarımızı sıklaştırmamız gerekiyor. Uzun zamandır umuda dair  böyle cümleler kuramamıştık. Sonu gelmez bir ümitler zincirinde ama Hakk'ın ve Hakikat'in izinden ayrılmadan yürümek nasip olur inşallah.

 

* Bu ifademle "tağutun hükmüyle yargılanmayı" kastettiğimi düşünebilecek olan olursa, dava açmaktaki kastımın sivil itaatsizlik ya da cesaretle yapılacak girişimlerin arasında etkili olabilecek bir yöntem olarak düşünmüş olmamdandır.  Mavi Marmara’daki katliam ile ilgili biz de oluşan kanaat BM'nin verdiği kararla nasıl şekillenmiyorsa bu meselede de aynı düşünceyi taşıdığımı belirtmeliyim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum