Mesut DOĞAN
Sonu nereye varacak?
Müfredatın yenilenmesinde ilk ve doğru adımların Vehbi Dinçerler’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde atıldığını hatırlayanınız var mı bilmem. Müfredat tartışması o zaman da evrim teorisine kurban edilmişti. Meselenin arka planında bir zihniyet değişimi varken, ders kitaplarından evrim teorisi çıkarılıyor mu? tartışması çakılmıştı zihinlere.
Vehbi Dinçerler’in açtığı yoldan bugünlere geldik. Kamuoyunun takdirlerine sunulan bir müfredatımız var. Nur topu gibi bir müfredatımız oldu diyemiyorum çünkü askıdaki müfredat, mevcudun tadilatı dışında bir yenilik içermiyor.
Peşin peşin söyleyeyim, ‘kamuoyundan çok parlak öneriler gelmediği için’ bu müfredat da böylece ‘yenilenmiş’ olacaktır. Maksat, bir çay sohbeti mesabesinde, ‘eğitim’ vatandaşın gündeminde yer etsin. Bu maksada hizmet için de, çocuklara ne okutalım? sorusunu vatandaşa sormak eski Türkiye’nin geride kaldığına işarettir. Eğitimin bütün paydaşlarının dikkatini ‘müfredat meselesi’ne çekmek, oldukça başarılı bir halkla ilişkiler çalışmasıdır.
Müfredat, yeni bir anlayış, zihniyet değişikliği ve programlama başarısıyla yenilenmiş olsaydı, emin olun benim gibi pek çok eğitimci, her bir satırını büyük bir dikkatle okurdu. Yeni tasarlanmış bir elbise hakkında modacıların, zevk sahiplerinin, uzmanların, tasarımcıların görüş ve önerileri herkes için önem taşır. Söküğü, yırtığı, eskisi tadilatla düzeltilmiş elbise hakkında söylenecek söz çok azdır.
Uzun yıllardır ‘ders kitabı geçirme’ merkezi olarak çalışan Talim Terbiye Kurulunun yepyeni bir anlayış ve felsefe ile müfredat yapamayacağını, oradaki işleyişe vakıf olanlar bilir. Başındaki insanlar ne kadar iyi niyetli ve gayretli olurlarsa olsunlar, Talim Terbiye Kurulunun yapısı, eğitime yenilik katma özelliğine sahip değildir. Geçici görevlendirmelerle okullardan öğretmenleri çağırıp bunları akademisyenlerle harmanlayıp, saha çalışanlarına hadi bana yeni bir fikir üretin, demek, yılların alışkanlığını ve ezberini değiştirmez. Sınıftaki öğretmen ya da hoca meseleye şöyle bakar, ders saatlerini dolduracak kadar malzeme olsun, sınavlarda çokça soru soracak kadar bilgi olsun. Meseleye böyle baktığından iyileştirmeyi de bu istikamette yapar. Bilgi ve kısmen de kavrama düzeyinden ileri gitmeyen bir müfredat ortaya çıkar. Çünkü MEB her ne kadar bir sınavı klasik, bir sınavı test (ortak sınav) yapın dese de öğretmen; klasik sınavı da çoğunlukla test yapar ya da serpme test yapar, içinde bir iki açık uçlu soru vardır. Test sınavının genel kalıbı, bilgi ve kavrama üzerine kurulmuştur. Çünkü senden bir şeyi düşünüp ortaya koymanı yani ifade etmeni istemez; tartışmanı, müzakere etmeni, muhasebe etmeni, mukayese etmeni istemez. Şıklar arasından bir şıkkı tercih etmeni ister. Burada test tekniği içinde, kısıtlı bir limitte, okuduğunu anlaman, anladığını görmen, gördüğünü yakalaman, çözdüğünü bulman yeterlidir.
Eğitim-öğretimin girdisi müfredat ise, birinci öncelikli çıktısı sınava dayalı ölçme değerlendirmedir. Milli Eğitim Sistemindeki ölçme değerlendirme sonuç odaklıdır. Bireyin bilgisi, birikimi, yetenekleri, düşünme becerisi ‘bireye özel’ olarak değerlendirilmez. Üslubumu bağışlayın ama hangi koyunların hangi ağıla gireceğine yönelik bir ölçme değerlendirmedir bu. Koyunlar sıralanır, yarışın bakayım denir, test labirenti içinde varış noktasına göre herkes, aslında her kümelenme, kendine bir yer bulur. Sonuç, bu yorgunlukla yeni ağılda bir yıl yatılır. Bu nedenle Türkiye geneli sınav sonrası yerleşilen okulun birinci sınıfları (9.Sınıf ve Üniversite 1.Sınıf) tüm öğrenciler ve hocalar için tam bir felakettir. Arada pek çok koyuna çelme takılmıştır, pek çok koyun çiti atlayarak öne geçmiştir.
Sınav nedir, sözlü nedir, yazılı nedir, performans nedir, ödev nedir, not nedir, ölçme değerlendirme nedir? Ve bunların müfredatın içindeki yeri nedir? Bilen var mı? Tüm bunlar, müfredatın trafik işaretleri midir, yoksa varış notları mıdır? Öncelikle bu soruların sorulması gerekir. Bir varış noktasına, neticede başarıya ve diğerlerini geride bırakmaya odaklı bir müfredat, siz ne kadar yeni kazanımlar kattık deseniz de aynı sonucu verecektir.
Hedefi doğru koymazsanız, yolu da doğru çizemezsiniz. Bu müfredatla 10 yıl sonrası için nasıl bir nesil yetiştirmeyi hedefliyoruz? Yoksa iş yine sınav yarışına mı dönecek? 12 yıl zorunlu eğitimin içinde bir TEOG, bir YGS-LYS varken (ki zorunlu diyorsanız, bütün geçişlerin sınavsız olması gerekir.) korkarım, yenilenen müfredatın neticesi ilkokul 4’ten sonra Türkiye geneli sınav olmasın.
LEVHA
Sonuç, sebeple anılır fakat sebepleri de ortadan kaldırır.
Mesut DOĞAN