Recep KOÇAK
Seyis ve Politika
Günlük hayatta “siyaset” ve “politika” kelimelerini çoğunlukla birbirinin yerine kullanırız. Bazılarımız olumlu bir durumu anlatırken “siyaset” kelimesini tercih eder, nâhoş bir tavrı ifade ederken ise sıklıkla “politika” kelimesini uygun görürüz.
TDK sözlüğünde siyaset, “Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış” şeklinde tarif ediliyor.
Politika kelimesi ise, “Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işini yürütme” şeklinde açıklanmış.
Seyis kelimesi ise siyasetle aynı kökten geliyor ve “at bakıcısı” demek.
İlk okuduğumda çok beğendiğim, bugün yeniden okuduğumda paylaşmakta yarar gördüğüm bir hikâyede başrol oyunculuğu bir seyise verilmiş;
“Bir profesör konferans vermek üzere salona girmiş. Ama bakmış ki salon, ön sırada oturan bir seyis dışında boşmuş. Konuşup konuşmama konusunda tereddüde düşen profesör sonunda seyise sormuş:
-Buradaki tek kişi sizsiniz. Sizce konuşma yapmalı mıyım yapmamalı mıyım?
Seyis cevap vermiş:
-Hocam ben basit bir insanım, bu konulardan anlamam. Fakat ahıra girseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim.
Bu sözlere hak veren profesör konferansa başlamış. İki saatin üzerinde konuşmuş durmuş, konferanstan sonra da kendini mutlu hissetmiş, dinleyicisinin de konferansın çok iyi olduğunu onaylanmasını umarak sormuş:
-Konuşmamı nasıl buldunuz?
Seyis cevap vermiş:
-Hocam size daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Gene de eğer ahıra girip biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim; ama elimdeki yemin tamamını ona verip de hayvanı çatlatmazdım.
Kıssadan hisse:
Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır."
…
Geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiğimiz bir valimiz, yaşanmış bir siyasetçi hikayesi anlattı..
Bir ilimizde il genel meclisi üyesi olmayı kafasına koymuş bir vatandaşımız, seçimler için arkadaşlarıyla birlikte gece gündüz dememiş çalışmış.
Seçim vakti yaklaştığında bu vatandaşımızın bulunmadığı bir ortamda aday listesine son şekli veriliyormuş. Aynı siyasi partiden kişilerin bulunduğu toplantıda, sıra il genel meclis üyesi olmak isteyen ve bunu çevresindeki dostlarına defalarca ifade etmiş olan vatandaşa gelince, içlerinden birisi heyete fısıltıyla bir şeyler söylemiş.
Söz konusu partili aday olamamış. Listeye giremeyişine şaşırmış, üzülmüş. Daha önce kimseden itiraz ve muhalefet duymadığı için neden aday yapılmadığını çok merak etmiş.
Bir gün aday listesini hazırlayan heyetten kendisine yakın bulduğu bir arkadaşına neden aday listesinde yer alamayışının nedenini sormuş.
Arkadaşı utana sıkıla açıklamış gerekçeyi; “Eşinizin sizi aldattığını duymuş bir arkadaşımız. Heyete bu bilgiyi aktarınca listeye giremediniz.”
Şaşkınlıktan küçük dilini yutmak üzere olan adam, kendisini listeye almayan arkadaşlarına şu haberi göndermiş; “Ben evli değilim ki!”
…
Bu hikâyenin kahramanlarını tanımlamak için doğru kelime “politika” olsa gerek. Bir rivayete göre bu kelime “çok yüzlü” demekmiş.
Politika mağduru adam arkadaşlarının karşısına çıkıp konuşmayı düşünmüştür elbette. Ama onların hangi yüzüne hitap edeceğini bilememekten korktuğu için bundan vazgeçmiş olmalı.
…
Halka hizmet için siyaset önemli ve etkili vasıtaların başında geliyor. Ne var ki, “dava diyerek çıkılan yolda bazen “para” ve “mevki-makam” ideallerin önüne geçebiliyor.
Yakın dönem dava adamlarından birisi şöyle demiş; “Dava diye diye bin bir zorlukla zirveye tırmandık. Fakat çıktığımız yerde gördük ki bazılarımız davayı geride unutmuş!”
…
Geçenlerde Ankara’dan bir misafirim vardı. Önemli bir mevkide idarecilik yapan dostumu çok üzüntülü buldum. Üzüntüsünün sebebi bazı arkadaşlarıydı.
Arkadaşım, gerçek bir 28 Şubat mağduru. Yaşadıkları tam bir roman. Hayat hikâyesini bir gün yazma sözü verdi.
28 Şubat sonrası dönemde üstlendiği sorumluluklar sırasında onu derin kederlere boğan derdini şöyle özetledi: “Çok yakın bildiğim ve kendilerinden en küçük bir kötülük beklemediğim insanların, para ve makam söz konusu olunca nasıl herkesi harcayabildiklerini, bu konuda sınır tanımıyor olmalarını görmek beni kahrediyor!”
Bu sözün üstüne, merhum Mehmet Zahid Kotku Rahmetullahi aleyh Hocaefendi’nin Ergün Göze’ye yazdığı cevabi mektupta düştüğü notu hatırlatma gereği duyuyorum;
“İstikrar Allah’a mahsustur!”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.