A. Semih TORUN
Serdengeçtiler ve Önderleri
Osmanlı Devleti, küçük bir beylik iken Osman Bey’in Kur’ân-ı Kerîm’e olan saygısı, Şeyh Edebâli’ye olan bağlılığı ve Allah yolundaki gayreti sayesinde dünyaya hükmeden bir devlet olmuştur. Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye, Allah rızası için yaptığı bütün çalışmalarda başarıya ulaşmış, çareyi İslâm’dan başka yerde aramaya başlamasıyla da çöküş gerçekleşmiştir.
Osmanlı Ordusu’nda “serdengeçti” denen bir grup vardı. Bunlar yalınkılıç düşman ordusunun içine dalmak veya kuşatılan bir kaleye girmek için fedai yazılan “akıncılar” idi. Gözünü budaktan sakınmayan ve gayeleri “şehâdet” olan bu cengâverlere; yalnız kılıçlarıyla, tehlikeli vazifelere atıldıkları için “dalkılıç” da denmiştir. Canlarını Allah yolunda feda ederek ölüme güle-oynaya giden bu kahramanlar, genelde geri dönmedikleri için onlara “ölümeri” diye de ad verilmiştir.
“Server-i Ser Efendimiz”in yolundan gitmeyi şiar edinen ve başlarında bulunan “serdar-ı ekremleri”nin emri doğrultusunda düşman ile mücadele eden bu serdengeçtiler, hak ve bâtıl mücadelesi sürdükçe her zaman var olacaktır.
“Pîr-i Türkistan” (Türkistan’ın manevi büyüğü) diye meşhur olan ve Rasûlullah Efendimiz’in aşkıyla yanan “Ahmed-i Yesevî, Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli ve Akşemseddin” gibi gönül mimarları, hak yolun serdengeçtilerine her zaman rehber olmuşlardır.
Gerçek ilim sahipleri olan bu maneviyat önderleri, her zaman hak sözü söyleyen kimselerdir. Onlar, yalnız Allah’ın rızasını gözetirler ve âyet-i kerîmede bildirildiği gibi “kınayanın kınamasından” korkmazlar. Hikmet ehli âlimlerin “insanların gözüne girmek veya onların gözünden düşmek” gibi bir dertleri yoktur. Bu zâtların kıymetleri, umumiyetle sonradan anlaşılmıştır. Maneviyat pınarından içmiş ve dünyanın aldatıcı süslerinden vazgeçmiş bu insanlar meyveli ağaç gibidir. Onların ilimleri arttıkça tevazuları da artar.
İmam-ı Gazâli de bu maneviyat önderlerindendir. Gazâli, kendisine son derece hürmet edilen büyük bir âlimdi. Zamanının ilim otoritesi olarak, yalnızca kitaplardan öğrenilen bilgilerin yeterli olmadığını anlayan ve arayış içine giren Gazâli, aradığını “tasavvuf”ta bulmuştur. Maneviyat ilmini de tahsil ederek kemâle eren ve kalb gözü açılan bu zât, artık Hüccetü’l-İslâm Zeynü’d-dîn İmam-ı Gazâli (İslâm’ın delili, dînin süsü ve önderi) diye anılır olmuş, onun eserleri ve ondaki hikmetli sözler, gönüllerde taht kurmuştur.
Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri ise, maneviyat rehberleri arasında önemli bir yer işgal eder. O, Şeyh Edebali Hazretleri’nin, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda başlattığı irşat vazifesini aynı aşkla yürüten mübarek bir şahsiyettir. Osmanlı'nın duraklama döneminde yaşayan Hüdâî Hazretleri’nin asıl adı Mahmud’dur. Seyyid olan bu zât, Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri'nin neslinden gelmektedir. Zâhirî (din ile alakalı) ilimleri tamamlayıp kadılık hizmetinde bulunduğu sırada tasavvufla tanışan Kadı Mahmud, manevi olgunluğunu kısa sürede tamamlamış, Üftâde Hazretleri’nin en seçkin talebesi olmuştur. Kendisindeki manevi güzellikler sebebiyle mürşidi Üftâde Hazretleri tarafından ismine "Azîz" ve “Hüdâî” kelimeleri de eklenen “Kadı Mahmud”, o günden sonra “Aziz Mahmud Hüdâî”diye anılmaya başlanmıştır.
Felaketlerin Osmanlı toplumunu etkilediği çileli bir zamanda yaşayan Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri, hem yönetim kadrosunu hem de halkı irşat etmiş, onun dergâhı, sıkıntılardan bunalanların sığındığı “dokunulmazlığı olan bir mekân” olmuştur. Hüdâî Hazretleri, Sultan III. Murad, I. Ahmed, Genç Osman ve IV. Murad Han’ın irşatlarıyla ilgilenmiştir.
III. Murad Han’ın, aşırı güven ve rahatlık içinde olmasından kaynaklanan sıkıntıları fark eden Hüdâî Hazretleri, büyük bir vazife üstlenerek padişaha, hak ve hakikate yönlendirici mektuplar yazmıştır. Bazen yumuşak, bazen de sert bir üslupla yazılan bu mektuplarda yapılan ikaz ve nasihatlerden bazıları şu şekildedir:
"-Sultanım! Şerîat gemisine binip takva yelkenlerini açarak hakikat denizinde, Hakk'a muhabbet rüzgârıyla itidal ve istikamet üzre yol al! Zâhirin ve bâtının şartlarını, yâni şerîat ahkâmı ile tarîkat ve hakikat esaslarını tam olarak yerine getir! Adalet dedikleri, işte budur.! Biliniz ki, Allah ve Rasûlü'nün biricik arzusu, zulmün kaldırılıp adaletin ikamesidir. Bid'atlerin atılıp sünnetlerin icrâsıdır.
Sultanım! Allah'ın kulları, sizden şefkat ve merhamet bekler. Eğer halka şefkat ve merhametle muamelede bulunmazsanız ihanet etmiş olursunuz! Bu durumda onlar; kırık gönüllerle, nefret içerisinde, sizden yüz çevirirler. Yapageldikleri hayır duâyı da keserler.
Sultanım! Bizim işimiz ashâb-ı gurur ve gaflet olanları nasihat ve vaaz ile îkaz ve irşad eylemektir. Takva yoluna girip amel-i sâlih işlemeye teşviktir. Böylece, ıslah edici sâlihlerden olmak, Cenâb-ı Allah'dan muradımızdır…"
Nasihat ve ikazlarıyla irşat vazifesini yapan Hüdâî Hazretleri, Ferhad Paşa ile Tebriz Seferi’ne de katılmış, orduya manevi kumandanlık yaparak söylediklerinin uygulayıcısı olmuştur.
Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri'nin Sultan I. Ahmed’e de tesiri çok olmuş, padişah onun nasihatlerinden ve manevi yardımlarından son derece istifade etmiştir.
Sultan I. Ahmed’den sonra Sultan Genç Osman ile de irtibatını devam ettiren Hüdâî Hazretleri, bu heyecanlı genç padişaha da nasihatlerde bulunmuştur. Ancak sultan, gençliği ve tecrübesizliği sebebiyle bazı meseleleri kavrayamamış, neticede zorbalar tarafından şehid edilmiştir. Devlet erkânından bazıları ise, toplumu kasıp-kavuran bu anarşiden Hüdâî Dergâhı’na sığınarak kurtulmuşlardır.
Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri, tahta geçen IV. Murad’a, Ebâ Eyyûb-i Ensârî Hazretleri’nin huzurunda kılıç kuşandırmış, onun manevi terbiyesi ile ilgilenmiştir. Manevi irşatların bereketi ile yetişen Sultan IV. Murad, büyük zorlukları omuzlayarak devletin devamlılığını sağlamıştır.
Hazretin lodoslu havalarda Üsküdar ile Sarayburnu arasında kayıkla giderken kullandığı bir yol vardır ki, bu yola "Hüdâî Yolu" denir. Şiddetli lodosta bu yolu kullanan kayıkçıların olduğu hakkında pek çok rivayet vardır.
Osmanlı döneminde Boğaz'da sefer yapan kaptanların, yolcularına; “Üsküdar”dan geçerken Aziz Mahmud Hüdâî, “Beşiktaş”tan geçerken Yahyâ Efendi, “Beykoz”dan geçerken de Yûşâ hazretlerini hatırlatarak "Fâtiha" okumaya dâvet etmeleri bu mübarek zâtlara verilen değeri göstermektedir.
Tasavvuf, tefsir, fıkıh gibi çeşitli sahalarda otuz civarında eser yazan Hüdâî Hazretleri'nin, Şeyhülislâm Hoca Sadeddin Efendi ve oğlu Es'ad Efendi gibi, ulemâdan da birçok müridi olmuştur. Bu zât, sohbetlerinin yanı sıra tefsir ve hadis derslerini de sürdürerek birçok talebeye icâzet vermiştir.
Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri’nin gönülleri mest eden çok tesirli şiirleri olup bunlar yol gösterici niteliktedir. "Allah sevgisi ve dünyanın aldatıcılığına kapılmamak" gibi birçok konuda yazdığı şiirlerin bir kısmı bestelenmiştir. Bu şiirlerden bazı bölümleri, siz kıymetli okuyucularıma takdim ediyorum.
“Ehl-i dünyâ dünyâda
Ehl-i ukbâ ukbâda
Her biri bir sevdâda
Bana Allâh'ım gerek.
Dertli dermânın ister
Kullar sultânın ister
Âşık cânânın ister
Bana Allâh'ım gerek. “
*
“Kastedip halkın özüne,
Toprak doldurup gözüne,
Ehl-i gafletin yüzüne
Gülen dünyâ değil misin?”
Hüdâî Hazretleri, bir gün kayıkla Boğaz'ı geçerken şiddetli bir fırtına çıkmış, o mübarek insan şu beyti ile Allah’a yalvarmıştır:
“Allâhümme yâ Hâdî
Âsân eyle yolumuz!..”
(Ey hidâyet verici olan Allahım! Youmuzu ve ondaki sıkıntıları kolaylaştır.)
Osmanlı toplumunda maneviyat önderlerine değer verilmiştir. İslâm coğrafyası, gönüllere ferahlık veren Allah’ın has kullarıyla doludur. "Şemseddin-i Sivasî (1520-1597), Aziz Mahmud Hüdâî (1541-1628), Abdülmecid-i Sivasî (1563-1639), Abdülahad Nuri-i Sivasî (1594-1650), Şeyh Muhammed Murad-ı Buhârî (1640-1720) ve Mehmed Emin-i Tokadî (1664-1745)" gibi maneviyat önderleri bunlardan bazılarıdır. Hem manevi hem de maddi ilimlerde söz sahibi olan bu zâtlar, dünyalarını değiştirmelerinden asırlar geçmesine rağmen, hâlâ sevenleri tarafından ziyaret edilmekte, eserleri gönülleri şenlendirmektedir. Allah yolunun yol göstericileri olan maneviyat rehberleri, kıyamete kadar her devirde bulunacak ve yolcuların yoldan çıkmamaları için irşat vazifesini sürdüreceklerdir.
Maneviyat yolunda "ilimsiz irfan" kabul görmediği gibi, "irfansız ilme" de rıza gösterilmez. Tek kanatlı bir kuşun uçamayacağı bilinmektedir. Bizlere düşen; gerçek ilim sahibi olan maneviyat rehberlerinin yolunda yürümek, işi erbabından öğrenerek maneviyatımızı zedeleyecek davranışlardan uzak durmaktır.
“Allah dostlarının anıldığı yere rahmet iner” düsturunca gönüllerinizin onların sevgisiyle dolmasını, ölçünüzün her an Hakk'ın rızası olmasını dilerim.
Ahmet Semih Torun - Habername
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.