Naim ÖZGÜNER
ŞEHİTLERİMİZİN HATIRASINA
BİR ŞEHİDİN MEKTUBU (KIBRIS BARIŞ HAREKETİ)
Dünyada geniş yankılar uyandıran Kıbrıs harekâtı, Mehmetçiğin göğsündeki sarsılmaz imânın bir nişanesi olan tüyler ürpertici sahnelerle doludur. Bunlardan birisini, Kıbrıs'ta çarpışan ve Kocaeli'nin Gölcük ilçesine bağlı Ulaşlı köyünde oturan Muammer Gökalp'in ağzından dinleyeceğiz.
Yazı ile ilgili röportaj, Karamürsel Ekspres Gazetesi yazarı ERDOĞAN ÖZDEMİR tarafından yapılmış ve Muammer Gökalp'ın ifadeleriyle Zafer Dergisine gönderilmiştir.
Muammer Gökalp anlatıyor: "Askerlik görevimi yaptığım Gaziantep'deki 49. Piyade Alayı, Kıbrıs Barış Harekâtı'nda ilk çıkartmaya katıldı. Birliğimize, düşman kuvvetlerinin kümelendiği Beşparmak Dağları'nın ele geçirilmesi emri verilmişti. Yoğun bir ateş yağmuru altında savaşıyor ve şehidler veriyorduk. Hiç unutmam, Ağrı'lı İsa Aslan adında bir arkadaşım taarruz sırasında kullandığı 76 kiloluk yakın destek topunu "Ya Allah!" diyerek tek başına omuzladı ve bir günde çıkabildiğimiz yokuşu bir solukta tırmandı. Normalde mümkün görülmeyen bu hâdise Cenâb-ı Hakk'ın ne büyük yardımlarına mazhar olduğumuzu açıkça gösteriyordu. Zira bu taarruzda en ufak bir hata, kesinlikle ölüm demekti.
İşte bu taarruz sırasında, daha önce hiç görmediğim bir asker, siperde yanıma yaklaştı ve cebinden çıkardığı mektubu bana uzatarak "Türkiye'ye döndüğünde bu mektubu üzerindeki adrese bırakırsın," dedi. Şaşırmıştım. İkimiz de savaşın içindeydik ve kimin sağ kalacağı belli değildi. Ben, moral vermek gayesiyle, "İnşâallah ikimiz de döneceğiz," dedim. Asker, "Ben dönemem, ama sen döneceksin," karşılığını verdi. Bu arada mektubu almam için ısrar ediyordu. Emrivâkisi karşısında şaşkınlığım daha da arttı. "Bu adam benim döneceğimi, kendisinin kalacağını nereden biliyor," diye düşündüm ve dayanamayarak mektubunu aldım. Tabii savaş hâli... askeri bir daha görmedim. Tam teçhizatlı ve silâhlı olan bu asker, bildiğim kadarıyla bizim birliğin askeri değildi. Çarpışmalar sırasında bacağımdan yaralandım, ama gene taarruza katıldım ve bir yıl sonra terhis olup Ulaşlı'ya döndüm. Mektubu unutmuştum. Bir gün bavulumu karıştırırken emanet mektup gözüme ilişti. Ertesi günü mektubu yerine ulaştırmak için İstanbul'a gittim. Üzerindeki adrese göre ev Aksaray'da idi. Evi buldum. Bu arada "mektubu veren asker belki dönmüştür," diye düşünüyordum. Kapıyı çaldım. Yaşlı bir kadın kapıyı açtı. Mektup zarfında yazılı adresi sordum. "Burası," dedi. Mektubu kendisine uzatarak, "Bu mektubu oğlunuz Kıbrıs'dan gönderdi", dedim. "Bilmem belki kendisi de gelmiştir." Kadın büyük bir şaşkınlık içinde beni içeriye dâvet ederken "Bizim Kıbrıs'ta çarpışan oğlumuz yok," dedi. İyice şaşırmıştım. Biraz sonra kadının eşi de yanımıza geldi. Hâdiseyi ona da anlattım. Yaşlı adam birşey söylemeden yanımdan ayrıldı ve biraz sonra bir fotoğraf albümüyle birlikte geldi. Albümü açtı ve üç gencin birlikte çektirmiş olduğu fotoğrafın ortasındaki delikanlıyı göstererek:
"- Size mektubu veren bu muydu?" diye sordu.
Resme baktım.
"- Evet buydu..." dedim. Gayet iyi hatırlıyorum.
Kadın hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Yaşlı adam: "Resimdeki genç, oğlumdu, dedi. Ama 35 yıl önce, Kore'de şehid düşmüştü".
Kendimi evden dışarı zor attım. Ve o hâdiseyi bir türlü unutamıyorum.
09.09.2015 Çarşamba Naim ÖZGÜNER
e-mail:naimozguner81@gmail.com