Lütfi AYHAN
Şehit Savcı Charlie Hebdo Kadar Değerli Değil mi?
Geçen hafta, İstanbul'da, Çağlayan Adliyesinde çok menfur, çok meşum ve pek melun bir hadise yaşandı. Suçsuz, günahsız bir savcı kanlı bir terör örgütünün katilleri tarafından odasında şehit edildi. Hadise ile ilgili yüzlerce konuşma yapıldı, yüzlerce yazı yazıldı. Konu ile ilgili yazmalar ve konuşmalar devam edeceğe benziyor.
Dünyada Marksist geleneğe bağlı tüm terör örgütlerinin ortak özellikleri vardır: Bunlar konuşurken hep, "barış" "demokrasi" "kardeşlik" "eşitlik" "faşizm" "ezilen halklar" "halkların kardeşliği" "Kahrolsun emperyalizm" "faşizme ölüm..." gibi kendi yaptıklarının tam zıddı söylemleri dillerinden düşürmezler. Bu tip örgütler kanla beslendiklerinden sürekli ölüm, öldürme, tedhiş, vurma- kırma, yakıp-yakma... işleri ile uğraşırlar. Her zaman ve her yerde "maraza" çıkarmayı severler. Öldürmek, kan dökmek propagandalarının en etkili aracıdır. Hatırlayın pkk nın ilk eylemlerinde öelenlerin bir çoğu çocuk olmak üzere Kürtlerdi. Düşünebiliyor musunuz güya Kürtlerin hakları için ortaya çıkan bir örgüt bolca kürt öldürüyor. Bize mantıksız gibi gelen bu durum Marksizmin sistematiğine uygundur. Son olayda da aynı şeyi görüyoruz. Şimdiye kadar üzerine gidilemeyen ve örgütün sürekli diline doladığı Berkin Elvan dosyasını açan bir savcı, örgüt tarafından katlediliyor. Halbuki tersi olması lazım değil mi? Yani örgüt; "aferin savcıya, olaya el koydu. İnşallah failleri bulur. Bu süreci destekliyoruz..." demesi gerekmez mi? hayır gerekmez. Çünkü onların isteği zaten faillerin falan bulunması değil ki? Berkin olayı onların elinde en büyük propoganda malzemesidir. Bu malzemeyi kaybetmek istemiyorlar. Berkinin ailesi istediği kadar "biz bu işte yokuz!" desin. Artık o malzeme örgütün tapulu malıdır. Bırakmaz.Marksist örgütlerin mantığı bu. Bunu anlamak kolay da, ya örgütle ilgisi olmayan bir çok insanın, bir çok yayın organının onların oyununa (bilerek veya bilmeyerek) gelmesine ne demeli! Charlie Hebdo katliamında gazetelerini siyah manaştlerle çıkaranlar, hadiseyi İslamla/Müslümanlarla irtibatlandırıp günlerce ters propoganda yapanlar, Fransa Hükümetine ve halkına sürekli baş sağlığı dileyip onların acılarını paylaşanlar... Berkin olayı ile hiç ilgisi olmayan, aksine bu hadiseyi neticelendirmek için cesaretle dosya açan masum, günahsız, kendi deyimleri ile "emekçi, halkın çocuğu" bir savcıyı öldüren; vahşi, eli, yüreği kanlı, kara vicdanlı katillerin ve kanla beslenen örgütün resimlerini yayınlayarak neye hizmet ediyorlar? O görüntüleri inertentten silmeyen belli başlı siteler (Twitter, Facebook ve Youtube) Türk mahkemeleri tarafından engellenince " özgürlük çığırtkanlığı yapanlar neyi amaçlıyor? Ülkemiz de adaleti sağlamak için canhıraş çalışan, masum, halkın çocuğu bir savcı, peygamberimize hakaretler içeren karikatürler yayınlayan Charlie Hebdo çizerlerinden daha mı değersiz? O gavurların canı can da Şehit, masum ve mazlum savcı Mehmet Selim Kirazın canı patlıcan mı?
Danıştay'da Doğru Söyler Çağlayanda Şaşar
Şehit Savcı vakasını sadece Charlie Hebdo olayı ile değil, 17 Mayıs 2006 yılında Ankara'da yaşanan Danıştay Saldırısı ile de kıyaslayabiliriz. 2006 da son vahşete benzer bir olay daha yaşanmıştı. O tarihte yine bir hukuk adamı, (Mustafa Yüce Özbilgin) Alparslan Aslan isimli bir şahıs (katil, avukat) tarafından mahkeme binasında öldürülmüştü.
Bu hadise üzerine ülke ciddi bir bunalıma sürüklenmişti." Özbilginin cenazesinde olaylar çıkmıştı. henüz ortada yargılama, soruşturma falan olmamıştı. henüz cenaze ortada idi. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, hükmünü vermişti: "Danıştay'a yapılan bu saldırı aslında laik Cumhuriyet'e yapılan bir saldırıdır." Onu CHP lideri Deniz Baykal takip etti. O da: "Siyasete kan bulaşmıştır." dedi. Özbilgin için düzenlenen cenaze törenlerinde 'Türkiye laiktir, laik kalacak', 'Mollalar İran'a', 'Hükümet istifa' ve 'Başbakan katil' gibi sloganlar atılmışdı. Bakana pet şişe fırlatılmıştı.
O gün medya da soğukkanlı davranmamıştı: Saldırıyı, 'Kaşıya kaşıya' başlığı ile okuyucularına duyuran Hürriyet, manşetinde tetikçinin 'Allah'ın askeriyim, Allahü ekber' diyerek tetiğe bastığını iddia ediyordu. Milliyet'in manşeti daha ağırdı. Gazete 'Laikliğe kurşun' manşetiyle çıktı. 'Tetiği kim çektirdi' diyen Akşam ise saldırının gerekçesini 'Danıştay'ın türban kararı' olarak duyurdu. 'Bu kez de aynı el' manşetini tercih eden Cumhuriyet de, saldırının rejime yönelik olduğu konusunda hiç şüphe duymuyordu. Gazeteye göre, Danıştay üyeleri,'türbana geçit vermeyen' kararları nedeniyle hedef olarak seçilmişti. Radikal gazetesi, 'Türban kararını veren Danıştay'a silahlı baskın' üst başlığı altında, 'Yargıya Türk -İslam sentezli saldırı' demekte hiçbir sakınca görmedi. 'Yalnız değildi' manşetini atan Vatan da saldırganın 'tekbir getirerek tetiğe bastığını' yazdı..."
O gün bunları manşetleyen basınımızın önemli bir bölümü Çağlayan fecaati ile ilgili çok farklı davranıyor. Basınımızın önemli bir bölümü böyle çifte standartlı olunca katil örgütler bundan yararlanıyorlar. Halbuki yapılacak iş belli: Tüm terör örgütlerini , terörizmi, şiddeti, yakmayı - yıkmayı, vurmayı - kırmayı... ayırım yapmaksızın lanetlemek, terör örgütlerinin propogandalarına alet olmamak. İster pkk, ister ışid, ister dhkpc, ister kızıl tugaylar olsun... Farketmez. hepsini ve yaptıkları şiddet eylemlerini lanetlemek gerek. Tıpkı darebeler arasında ayırım yapmak nasıl yanlışsa, terör örgütleri arasında da ayırım yapmak öyle yanlıştır. Bu tarz yaklaşımlar sadece kanlı, zalim, kan içici, katil örgütlerin işine yarar. Danıştaya verdiğimiz tepkiyi Çağlayana vermezsek çifte standart (yani iki yüzlülük) yapmış olmaz mıyız!?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.