Sefertası taşıyan komutan

Beni Genelkurmay Başkanlığı nezdinde 'akreditasyonu olmayan gazeteci' statüsüne neden indirgediklerini sonunda anladım. Aslanlı Kapı'nın ötesinde vaktiyle 'Kapalı Kapılar Ardında Washington' gibi Amerikan dizilerine konu olan türden alengirli olaylar cereyan ediyormuş; o kapıdan girebilenler arasında ben de bulunsaydım, hiç tereddütsüz, o günlerde olan-bitenleri burada çoktan okumuş olurdunuz.

'Akreditasyon' uygulamasıyla ülkeye yaşattıkları olağanüstülükleri toplumun gözünden saklamayı da başarmışlar işte.

Ben bunun farkına Org. Yaşar Büyükanıt'ın önünün kesilmek istendiği günlerde varmıştım aslında. Org. Büyükanıt Kara Kuvvetleri Komutanı'ydı ve doğal olarak en son makama yükselmesi gerekiyordu. Birdenbire ailesinin şeceresini ve karargâhının yaptığı masrafları gündeme taşıyan bir iftira furyası başlatıldı hakkında. Kendisini Harp Akademisi Komutanlığı ve Genelkurmay Genel Sekreterliği günlerinden tanıdığım Yaşar Büyükanıt'a yakışmayan ithamlar... Rahmetli Yavuz Gökmen'in en sevdiği komutandı Büyükanıt ve bana bir tür vediası gibiydi.

O günlerde yazdıklarıma bir göz atın; iftira furyasının önüne geçilmesinde tuzum bulunduysa sevinirim.

Aynı furya Org. İlker Başbuğ için de açılmak istendi; Genelkurmay Başkanı olması belki önlenebilir beklentisiyle. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın kendisiyle görüşmesi o furyanın önüne geçmişe benziyor. Bunda benim tuzum var mı, bilemem.

Meğer Org. Büyükanıt'a yönelik tezvirat, kendisinden pek uzak olmayan mahfiller tarafından yürütülen bir kampanyaymış; adres şaşırtmak için özel çaba gösterildiğinden furyanın iktidara yakın kişilerce başlatıldığı sanılmış...

Siz hiç Org. Hilmi Özkök'ün Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturduğu günlerde karargâhta pişen yerine evinden sefertasıyla yemek getirdiğini bir yerlerde okumuş muydunuz? Kahve ve çay içmediğini? Ben okumadım. O günlerde kimsenin yazmadığı (ama şimdilerde gündeme getirildiği sırada yazılanlardan anlaşıldığına göre daha o günlerde bile bilinen) müthiş bir gerçek bu.

Genelkurmay karargâhında işler o noktaya varmış işte.

Bundan bir öncesi de var: Org. Özkök'ün selefi Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun üzerine (5 Kasım 1997) Kıbrıs'ta gönderilen kurşun Albay Vural Berkay'ın hayatını sona erdirmişti. Hedefe isabet etseydi o kurşun, Türk Silâhlı Kuvvetleri komuta kademesi nasıl etkilenecekti, düşünün bakalım.

Org. Özkök görev başındayken bir biçimde devre dışı bırakılsaydı, darbecilik iddiasıyla şimdi cezaevinde bulunan bir komutanın ikinci hamlede Genelkurmay Başkanı koltuğuna oturacağını ise ben bile biliyorum.

Org. Özkök'ün 12-13 Haziran 2003 tarihinde yapılan tatbikatta üç kuvvetin üniformalarını ayrı ayrı giyip denizaltı ve uçak kullanarak yaptığı kararlılık ve güç gösterisi dosta-düşmana “Sağlığım yerinde, kontrol bende” mesajıymış...

Bu bilgilerin çoğunu öğrendiğimiz, Radikal'den Murat Yetkin'in dünkü yazısı, 'sefertasılı komutan' gerçeğine de ışık tutuyor.

Yazının 'Özkök'ü Büyükanıt üzerinden zorlamak' ara başlıklı bölümünü okuyalım: “Özkök'ün zorlanması, iki yönden yapıldığı izlenimi veriyordu. Birincisi, Özkök'ün istifaya zorlanması. İkincisi, Kara Kuvvetleri Komutanı ve daha sonra Genelkurmay Başkanı olması beklenen Büyükanıt'ın devre dışı bırakılması. Her iki durumda da (Şener) Eruygur'un önünün açılacağı hesabı yapıldığı izlenimi, bugünden geriye bakıldığında daha net görülebiliyor. İşte Büyükanıt aleyhine çok yönlü kampanya o günlerde, 2003 sonu-2004 başı başladı. Büyükanıt'ın etnik kökenlerine, malvarlığına ait inanılmaz bir kampanya internet siteleri aracılığıyla yayılmaya başladı.”

Org. Özkök istifa edince yıpratılmış Org. Büyükanıt'ın yerine teamüllere aykırı olduğu halde havacı Org. İbrahim Fırtına geçecek, kısa süre sonra da yerini Org. Eruygur'a terk edecekmiş... Org. Fırtına bir gece ansızın İsrail'e de uçmuş o günlerde.

Akıl almaz olaylar bunlar. Bütün bunları bir senaryo haline getirip dizisini çekseydim, ya da geceli-gündüzlü çalışarak merakla okunacak bir roman halinde yazsaydım, diziyi izler veya romanı okurken, kafasını sallayıp “Bu kadar da olmaz canım” diyenleriniz mutlaka çıkardı.

Akreditasyon sorunum olduğu için bu tür bilgilere ilk elden sahip olmadım, 'ilk elden sahip olmadığım bilgileri yazmama' ilkem yüzünden de daha önce dinlediğim anekdotları kendime sakladım da ne oldu? Gizli mi kaldılar? İşte görüyorsunuz, ya komutanlar kendileri açıklıyor, ya da akredite arkadaşlar o dönemde yazamadıklarını şimdi kaleme alıyorlar.

Gerçeklerin mutlaka ortaya çıkmak gibi bir âdeti vardır, yoksa unuttunuz mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.