xxxx1
Şebeke/ler, Türkiye'ye patinaj yaptırıyor
Bugün çağımızın en büyük düşünürlerinden Wittgenstein üzerinden derinlikli, kışkırtıcı bir entelektüel yolculuğa çıkaracaktım sizi. Ama pis gerçekler, güzelim hayalimi yerle bir etti.
Şu yakıcı gerçeği zihninizin bir köşesine kazıyacaksınız artık: Türkiye'de hortlatılan yapay gerginliklerin nedeni, laikliğin elden gidiyor olması değildir. Sadece çıkarlarını düşünen ve şebekeler hâlinde örgütlenen çıkarperestlerin, kurdukları düzen/ek/lerin bozulmasından ürkmeleridir.
Bu nedenle, Türkiye'nin yaşadığı ve metamorfozla sonuçlanan, adına sekülerleşme, çağdaşlaşma ya da modernleşme denen "şey", aslâ şık teorik çerçevelerle açıklanamaz. Çünkü yaşadığımız "şey", doğal bir süreç değil. Dayatılan bir durum. Durumdan vazife çıkaran şebekelerin, oluşan ilk boşlukta, ilk büyük zaaf ânında, ilk büyük sarsılma durumunda, duruma derhal el koymaları durumu.
Hele de bizzat tanık olduklarımdan sonra hiç kimse bana Türkiye'nin yaşadığı deneyimi NORMAL bir tarihî, sosyal ve kültürel SÜREÇ olarak izah edemez.
Türkiye'nin ayağı öyle bir kaydırılmış, Türkiye öyle bir mayın tarlasının, pisliğin ortasına fırlatılmış durumda ki, artık gelinen noktada ayağımızı güvenle basabileceğimiz muhkem, sarsılmaz bir yer kalmamış; Türkiye'nin tarih yapmasını mümkün kılan muhkem, sarsılmaz "yer" / ruh, yerle bir edilmiştir. Türkiye, o yüzden artık tarih yapamıyor; yalnızca tarihte tatil yapıyor. Ve birileri tatilin bitmesini hiç istemiyor; tatilin bitmemesi için vargüçleriyle savaşıyor!
Daha önce, Türkiye'de iki tür iktidar olduğunu söylemiştim: Kurumsal iktidar ve durumsal iktidar. Türkiye'ye 1908'den bu yana sürekli olağanüstü durumlar yaratarak çeki düzen veren, Türkiye'nin gerçek iktidarı, kurumsal iktidardır. Türkiye'deki siyasî aktörlerse, bu ülkenin gerçek iktidarları değil, durumsal, dolayısıyla sanal iktidarlarıdır; o yüzden acımasız şekillerde alaşağı edilmişlerdir.
Söylediklerimi komplo teorisi olarak nitelendirmeye kalkışacak kişilerin ya salak ya da asalak tipler olacağını hemencecik söyleyeyim.
Türkiye, çağdaşlaşmakla, laikleşmekle zırnık kadar ilgisi olmayan, sadece kendi sınıfsal, grupsal, şebekesel ve bireysel çıkarlarını düşünen çıkarperestlerin çıkarları uğruna yalnızca patinaj yapmaya mahkûm ediliyor.
Özellikle Sayın Başbakan'a sesleniyorum buradan: Türkiye, tavanda ikiye bölünmüş durumdadır. Tavanda gözlenen bu bölünme ayartıcı ve kışkırtıcı kamplaşma çağrılarıyla zoraki olarak tabana doğru yayılmaya çalışılıyor.
Türkiye, bu ülkenin has, temiz çocuklarının kontrolünden çoktan çıkmıştır. Türkiye, gayr-i Türk ve gayr-i müslim unsurların çekirdeğini oluşturduğu, zamanla "dinci", "milliyetçi", kutsalını yitirmiş ipsizlerle işbirliği yapan çıkarperest şebekelerin kontrolündedir.
Söylediklerim, şok olarak tanık olduğum somut gerçeklere dayanıyor. Şöyle işliyor bir şebeke: Sözgelimi, bu ülkenin tanıtımıyla ilgili çalışmalar yapan bir kurumu düşünün. Şebeke, bu ülkenin tarih yapmasını mümkün kılan medeniyet iddialarını, ruhunu, rüyalarını yok edecek bir kaygıyla yola çıkan bir yiyiciler, yolsuzlukçular, hırsızlar, komisyoncular takımı kuruyor en tepede. Aşağıya da oyunun bozulmasını önleyecek, yine yiyici tipleri yerleştiriyor.
Şebekenin bu kirli abrakadabra oyunları fark edilip de müdahalede bulunulmaya, oyun bozulmaya kalkışıldığı zaman, şebekenin lordları, "laiklik elden gidiyor!" diye nârâ atmaya başlıyorlar!
Ancak şebeke/ler, "zor zamanlarda", düzen/ek/lerini, bu ülkenin has çocuklarını ayartarak sürdürebiliyorlar. "Karı-kız", "para-pul" zaafları olan bu tür tipleri "kafa kola alıyorlar"; sus payı vererek bu "dinci"leri kendilerine suç ortağı yapıyorlar ve böylelikle kirli düzen/ek/lerinin sürmesini sağlıyorlar.
O yüzden bu ülkenin kurumlarında dürüst, ahlâklı, kişilikli, haramdan özenle kaçan yetenekli, yaratıcı, iddialı, bu ülkeye ve dünyaya imajinatif sözler söyleyebilecek kalitede ve kalibrede insanları ise, şebeke tarafından türlü bizans oyunlarıyla alaşağı ediliyor.
Olan Türkiye'ye oluyor! Ve Türkiye patinaj yapıyor sürekli olarak!
Yapılacak tek şey var: Bu tür kirli işlerin, fırıldakların çevrilmesine izin vermemek. Ben şahsen bulunduğum yerlerde, bu tür kirli işlere şimdiye kadar izin vermedim. Bundan sonra da izin vermem mümkün değil! Bu böyle biline! Allah'ın verdiği bir can. Veren de O, alacak olan da.
Şu yakıcı gerçeği zihninizin bir köşesine kazıyacaksınız artık: Türkiye'de hortlatılan yapay gerginliklerin nedeni, laikliğin elden gidiyor olması değildir. Sadece çıkarlarını düşünen ve şebekeler hâlinde örgütlenen çıkarperestlerin, kurdukları düzen/ek/lerin bozulmasından ürkmeleridir.
Bu nedenle, Türkiye'nin yaşadığı ve metamorfozla sonuçlanan, adına sekülerleşme, çağdaşlaşma ya da modernleşme denen "şey", aslâ şık teorik çerçevelerle açıklanamaz. Çünkü yaşadığımız "şey", doğal bir süreç değil. Dayatılan bir durum. Durumdan vazife çıkaran şebekelerin, oluşan ilk boşlukta, ilk büyük zaaf ânında, ilk büyük sarsılma durumunda, duruma derhal el koymaları durumu.
Hele de bizzat tanık olduklarımdan sonra hiç kimse bana Türkiye'nin yaşadığı deneyimi NORMAL bir tarihî, sosyal ve kültürel SÜREÇ olarak izah edemez.
Türkiye'nin ayağı öyle bir kaydırılmış, Türkiye öyle bir mayın tarlasının, pisliğin ortasına fırlatılmış durumda ki, artık gelinen noktada ayağımızı güvenle basabileceğimiz muhkem, sarsılmaz bir yer kalmamış; Türkiye'nin tarih yapmasını mümkün kılan muhkem, sarsılmaz "yer" / ruh, yerle bir edilmiştir. Türkiye, o yüzden artık tarih yapamıyor; yalnızca tarihte tatil yapıyor. Ve birileri tatilin bitmesini hiç istemiyor; tatilin bitmemesi için vargüçleriyle savaşıyor!
Daha önce, Türkiye'de iki tür iktidar olduğunu söylemiştim: Kurumsal iktidar ve durumsal iktidar. Türkiye'ye 1908'den bu yana sürekli olağanüstü durumlar yaratarak çeki düzen veren, Türkiye'nin gerçek iktidarı, kurumsal iktidardır. Türkiye'deki siyasî aktörlerse, bu ülkenin gerçek iktidarları değil, durumsal, dolayısıyla sanal iktidarlarıdır; o yüzden acımasız şekillerde alaşağı edilmişlerdir.
Söylediklerimi komplo teorisi olarak nitelendirmeye kalkışacak kişilerin ya salak ya da asalak tipler olacağını hemencecik söyleyeyim.
Türkiye, çağdaşlaşmakla, laikleşmekle zırnık kadar ilgisi olmayan, sadece kendi sınıfsal, grupsal, şebekesel ve bireysel çıkarlarını düşünen çıkarperestlerin çıkarları uğruna yalnızca patinaj yapmaya mahkûm ediliyor.
Özellikle Sayın Başbakan'a sesleniyorum buradan: Türkiye, tavanda ikiye bölünmüş durumdadır. Tavanda gözlenen bu bölünme ayartıcı ve kışkırtıcı kamplaşma çağrılarıyla zoraki olarak tabana doğru yayılmaya çalışılıyor.
Türkiye, bu ülkenin has, temiz çocuklarının kontrolünden çoktan çıkmıştır. Türkiye, gayr-i Türk ve gayr-i müslim unsurların çekirdeğini oluşturduğu, zamanla "dinci", "milliyetçi", kutsalını yitirmiş ipsizlerle işbirliği yapan çıkarperest şebekelerin kontrolündedir.
Söylediklerim, şok olarak tanık olduğum somut gerçeklere dayanıyor. Şöyle işliyor bir şebeke: Sözgelimi, bu ülkenin tanıtımıyla ilgili çalışmalar yapan bir kurumu düşünün. Şebeke, bu ülkenin tarih yapmasını mümkün kılan medeniyet iddialarını, ruhunu, rüyalarını yok edecek bir kaygıyla yola çıkan bir yiyiciler, yolsuzlukçular, hırsızlar, komisyoncular takımı kuruyor en tepede. Aşağıya da oyunun bozulmasını önleyecek, yine yiyici tipleri yerleştiriyor.
Şebekenin bu kirli abrakadabra oyunları fark edilip de müdahalede bulunulmaya, oyun bozulmaya kalkışıldığı zaman, şebekenin lordları, "laiklik elden gidiyor!" diye nârâ atmaya başlıyorlar!
Ancak şebeke/ler, "zor zamanlarda", düzen/ek/lerini, bu ülkenin has çocuklarını ayartarak sürdürebiliyorlar. "Karı-kız", "para-pul" zaafları olan bu tür tipleri "kafa kola alıyorlar"; sus payı vererek bu "dinci"leri kendilerine suç ortağı yapıyorlar ve böylelikle kirli düzen/ek/lerinin sürmesini sağlıyorlar.
O yüzden bu ülkenin kurumlarında dürüst, ahlâklı, kişilikli, haramdan özenle kaçan yetenekli, yaratıcı, iddialı, bu ülkeye ve dünyaya imajinatif sözler söyleyebilecek kalitede ve kalibrede insanları ise, şebeke tarafından türlü bizans oyunlarıyla alaşağı ediliyor.
Olan Türkiye'ye oluyor! Ve Türkiye patinaj yapıyor sürekli olarak!
Yapılacak tek şey var: Bu tür kirli işlerin, fırıldakların çevrilmesine izin vermemek. Ben şahsen bulunduğum yerlerde, bu tür kirli işlere şimdiye kadar izin vermedim. Bundan sonra da izin vermem mümkün değil! Bu böyle biline! Allah'ın verdiği bir can. Veren de O, alacak olan da.