Sezai ÇİÇEK
Sahi tesadüf diye bir şey var mıdır hayatta!
Gecenin bir vakti tesadüf diye bir olgunun var olup olmadığı hususunda yazmak da neyin nesi şimdi yani! Zihnime bu kelime ve çağrıştırdığı anlamlar nereden üşüştü dersiniz. Benim bile bilemediğim bir vaziyeti sizlerin gerçekten bilebilme imkan ve ihtimali olabilir mi?
Vakti zamanında Babil Kralı Nabukadnezar bir rüya görür ve sabahleyin erkenden ülkede bulunan tüm kahin, müneccim ve büyücüleri çağırıp rüyasının yorumunu ister. Tellallar ülkenin muhtelif şehir ve kasabalarında Kralın talebini usulünce duyururlar.
Böylece Nabukadnezar’ın sarayında ülkenin bilinen yahut bilinmeyen tüm rüya tabircileri toplanır. Kendilerine “Kralın rüyasının yorumlanmasını, bu işi en iyi yapacak olana büyük nişanlar ve hediyeler taktim edileceği” söylenir. Toplananlar içerisinden en bilgili ve yaşlı olanı söz alır: “Ey Yüce Kral, rüyanı söyle ki tabir edebilelim” der!
Kral; “Size rüyamı söylemeyi çok arzu ederdim. Lakin vakıa şu ki gördüğüm düşümü ben de unuttum. Eğer sizler gerçek kahin, rüya yorumcusu yahut müneccimler iseniz rüyamda ne gördüğümü bana söyler sonra da tabir edersiniz” der. -bkz. Babil Kralı Nabukadnazar’ın rüyasına çağdaş yorumlar, Prof. Dr. Şahin Uçar-
İşte böyle ey azizler! Hayatın hay huyu içerisinde günler gelip geçerken, yorgun bir akşam vaktinde erenlerden bir dostumun telefonuyla uykuya ara verdim ve başladım yazmaya. Belki bu yazıya vakıf olursa kendileri yukarıdaki soruya bir cevap verebilir.
Bazılarımız kelime ve kavram karmaşasında, “hayatta tesadüf yoktur, tevafuk vardır” da derler. Adına her ne dersek diyelim insan hayatının en küçük bir anında bile adına şimdilerde rastlantı denilen bir halin olmadığını düşünenlerdenim. Bizi topraktan var eden, su ile hayata tutturan zihinlerimizin hakkıyla idrakinden aciz olduğu Yüce Mevlamızın bizlere olan sevgisi sebebiyle “kimseyi başı boş” bırakmadığı her vakit izlediği ve kolladığı açıktır.
Tatlı yahut acı, sevinçli ve kederli anlar, vicdanımızın mutmain yahut isyanlarda olduğu zaman dilimleri hep olmuştur ve illaki de olacaktır. Kabullenmek zorda olsa sürekli sınandığımız bir hayatı yaşıyoruz. Biz başkalarıyla, onlar bizimle ve nihayetinde de hepimiz birbirimizle sınanmaktayız.
Benim bu yazıyı kaleme aldığım vakitlerden sonraki aşamada okuyacak olanlar, kim bilir şu anda ne yapmakta, ne düşünmekte yahut konuşmaktadırlar bilemem ki! Tıpkı onların benim bu anda ne ile meşgul olduğumu/olmadığımı bilemeyecekleri gibi…
Geçenlerde bir grupta paylaştığım yazıma (… Esameddin’in Davulu) yorum yapan bir hanım, “Bu kadar lüzumsuz cümleleri bir insan neden yazar ki!” diye yorum yapmıştı. Kendisine yaptığı yorumu beğendiğimi ifade edip, “Vaktinizi almak istemezdim, üzgünüm” diye cevap verdim. Oysa ki orada anlatılan mekan ve zamanı bilmeyen olayların cereyan ettiği yerde olmayan bir çok kişi, o yazıda hem kendinden bir parça bulmuş hem de beğenmişti!
Belki de hayat, zaman eşya, umut, sevgi, hasret bir elma gibidir. Bir yarısı biziz diğer yarısı ise bizim dışımızdaki herkes ve her şey!...
Bazan kendimi -belki sizi- yazıyor da olabilirim. Yazmak düşünmekten daha kolay sanırım. Düşünmek sabır ister. Bense pek sabırlı değilim….
Gökyüzünde yıldızlara hasret kaldığımız şehir gecelerinde daha fazla vaktinize dahil olmamak için burada cümlelerimi nihayetlendiriyorum.
Söz, eylem, niyet ve hislerimizde de takip edildiğimiz düşüncesiyle kalın sağlıcakla diyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.