Ramazan KERPETEN
SAATLER DOĞRUYU GÖSTERİYOR Ya da ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR?!
Hani derler ya,
Bozuk/ durmuş bir saat bile günde iki kez olsun doğruyu gösterir, diye…
Geçenlerde aynen buna benzer bir olay yaşandı;
Birkaç gün önce gazetelere, haber sitelerine düşen ‘Demirel'den şok açıklama’ başlıklı bir haberde; 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, Kenan Evren'e yönelik ağır suçlamalarda bulunduğu,12 Eylül darbesine meşru zemin oluşturulduğunu söylediği kaydediliyordu. Yine aynı habere göre Demirel:
"Kanlar akıyordu, çünkü Sayın Evren’in Çankaya’ya çıkması gerekiyordu. Bu ithamla karşı karşıyadır. Yani, Evren Çankaya’ya çıksın diye 11 Eylül günü o kanlar akıyordu maalesef, 13 Eylül’de de onun için durmuştu. '11 Eylül günü akan kan, 13 Eylül’de nasıl durdu?' dedim. 'Yetkimiz yoktu' dediler. '13 Eylül günü yetkiniz nereden çıktı?' dedim. 13 Eylül günü var olan yetki, 11 Eylül günü de vardı. Sıkıyönetimin bütün yetkileri vardı. Ve üzüntü ile söyleyeyim ki, 1980’nin 12 Eylül’ü devletin çöküşüdür. Ondan sonrasında da bence, Türkiye rejimi çok büyük yara almıştır ve her şeyi yara almıştır" demiş…
Bu haberi okuyunca birçok kimse, “Bayram değil seyran değil, eniştem şimdi beni niye öptü?” hesabı oldu…
Çünkü artık hemen herkes, Cumhuriyet ile yaşıt ve de yarım asırdan fazla zamandır siyasetin içinde olan.. Bir de son yıllarda iyiden iyiye açığa çıkan çehresiyle Demirel’i az buçuk tanıyordu.. Elhak, kendileri ki, “Çok söyleyip de aslında hiçbir şey söylememenin” yeryüzündeki mümtaz örneklerinden birisi.
Söylerken aslında bir şey söylemeyen birisi, hemen herkesin katılabileceği sözü niye durup dururken söylemişti acep?
Hani cümlenin başında dedik ya, duran saatin bir günde 2 kez olsun doğruyu göstermesi gibi, Demirel, birçok kimsenin “doğrudur!” diyebileceği bu beyanı yıllar önce de sarf etmişti, benzer ifadelerle…
Demirel, bu mealde sözleri, yeniden siyasi hayata dönmeye çalıştığı 1980'lerin ikinci yarısında dile getirmişti.
Ha siyasete girdi de ne oldu: kendisini alaşağı edenlerle daha sonradan kurduğu sıkı dostluklarla, Özal’ın öl(dürül)mesinden sonra Cumhurbaşkanlığa uzanan bir sürece girmiş, ardından da TC tarihinin kara bir lekesi olarak anılacak 28 Şubat süreçlerinde en tepedeki isim olarak karşımıza çıkacaktı… Yani efendim, 12 Eylül öncesi olaylarla Evren’in Cumhurbaşkanlığına uzanan yol açılmıştı da, kendisinin Cumhurbaşkanlığına giden yol nasıl açılmıştı..?!
Tamer Korkmaz’ın harika benzetmesiyle, “tokat alma rolünü” çok iyi oynayarak, yapılan muhtıra ve ihtilalları çok iyi görerek o süreçlerin işlemesine vesile olan Demirel, şimdi ne oldu da 12 Eylüllerden dem vuruyordu?
Bu bir erken uyarı sistemi ve refleksi olmasın..?
Zira geçtiğimiz günlerde, 1990'lı yıllarda Doğu'da işlenen bazı faili meçhul olayların ayrıntıları İsveç'te 'siyasi sığınmacı' olarak yaşayan eski PKK/JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan'a sorulmasının, ilk ifadesinin alınmasının ardından ilk olarak bizler mikrofonları uzatmıştık ve Aygan, "Demirel'den Çiller'e kadar birçok kimse hakkında açıklamalar yapacağım, onlar dikkate alınmazsa, fırsat verilmezse bu işi razı olmam." ifadelerini kullanmıştı.
Sorgulamalar devam edecek, daha konuşulacak birçok husus var ve sanırım bunlar arasında JİTEM’in en azılı olduğu dönemlerde başlarda bulunan Demirel ve Çiller’e de sıra gelecektir..
Demirel’e aslında sorulacak o kadar çok şey var ki… Cumhuriyet tarihinin neredeyse yarısına yakın bir döneminde ‘aslında neler olduğunun’ sorulması demek bu. İhtilal öncesi dönemlerde ‘iti ite kırdırma’ diye ifade edilen, sağ-sol diye ayrıştırılan binlerce gencin heba edilmesinden, sayısız faili meçhullere kadar… Ve öleceğinden aylarca önce haberdar olduğunu açıkladığı selefi Turgut Özal’ın öl(dürül)mesinden, ‘aile fotoğrafı’nda yer alanların o meşum 28 Şubat’ta nasıl da ülkeyi soyup soğana çevirdikleri ve ülkenin o dönemlerde 100 milyar dolara yakın hortumlandığından..
Çok konu var sorulacak… Fakat öncelikle Aygan’ın söyleyeceklerine bakacağız. O, savcılara aktardıkça biz de kamuoyuna yansıtılmasına gayret edeceğiz. Sonra tekrar konuşuruz sizlerle bu konuyu.. Fakat bu arada da Demirel konuşmaya devam edecek sanırım.
Arif Doğan da konuşuyor.. Gizli ses kayıtlarında, savcılık ve mahkeme sorgularında…
Vakit, günah çıkarma vakti. Ya da Ahmet Özal’ın ifadesiyle, “kusup, içerdekileri boşaltma” vakti.
Eh, bunun için de gırtlağa parmağı sokarak yardımcı olmak da gerekebiliyor!
Ülkenin midesinin temizlenmesi için de böylesine iğrenç bir vazifeyi yapmak gerekebiliyor bazen..!
rkerpeten@gmail.com
RAMAZAN KERPETEN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.