Rolde Kalma Hastalığı!..

Yapıştı mı üzerinize kolay çıkmıyor! Çok uğraştırıyor.

‘Allah düşmanıma vermesin’ dedirtecek nitelikte ve ağırlıkta bir hastalık. Uzaklarda aramaya hiç gerek yok. Rolde kalma hâli öyle kuşatmış ki her yanı kime baksanız az çok görüyorsunuz!

Rolde kalma hastalığı için zaman zaman bu bir tutunma hâli mi acaba diye düşünüyorum! Ya da tutunma ihtiyacı!..

Eksiklerimizi bu şekilde mi dolduruyoruz?  Ne dersiniz?

Gediklerimizi bu tarzda davranarak mı bertaraf ediyoruz?

Nedir bunun anlamı?

Rolden çıktığımızda korumasız mı kalıyoruz? Ne oluyor? Neden rolde kalma hastalığı ile malûl durumdayız?

Üzerinde düşünmeliyiz!

Ve bir çaresini geliştirmeliyiz.

Neden kendimiz olmak yolunda iç dizaynımızı planlamıyoruz?

Neden sadece tek kutuplu bir hayata dört elle sarılma gafletine düşüyoruz?

Sonuç nedir?

İç dinamiklerimizi geliştirmekten başka çare görünmüyor!

Silkinmeli, kendimize gelmeliyiz.

Hakikatli bir barışı arıyorsak bunu önce kendimizle yapmalıyız!

Gönlümüzle, vicdanımızla, ruhumuzla!..

Ötesi yok, aklımızla!..

Kendisiyle barışık olamayanların etraflarıyla sulh içinde olabilmeleri mümkün değil.

Işığı kendine yetmenler nasıl çevreye ziya salabilirler?

Rüzgarın seni serinletmiyorsa başkalarına nasıl can nesimi olabilirsin ki?

İşte rolde kalma hastalığı belki de bu ve başka pek çok durumlarla sımsıkı sarılı olmamızdan kaynaklanıyor!

Yara bere içinde olmamızdan…

-Sen kimsin?

-Filan büyük şirkette üst düzey yönetici.

- Hayır efendim işini sormadım, kim olduğunu meraklandım?

- Şu üniversitesinin şu fakültesini ilk sırada ve üstün başarıyla tamamladım!

- Güzel efendim! Mezuniyetinizi sormak hiç aklıma gelmedi. Ben şahsınızı tanımayı arzu etmiştim. Ön lisans, yüksek lisans, doktora vs diplomalarınız bırakın pek hoşlandığınız duvarlarınızda kalsın. Söylemeye hacet yok!

-Ben filan okulun yirmi yıllık değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez, binlerce öğrenci yetiştirmiş müdiresiyim! Kışlada komutanım, dairede şefim vs vs…

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün!

-En başarılı akademisyen benim, en kıvrak ressam, en fiyakalı aktör, en tesirli hatip, en cerbezeli siyasetçi!

Hiçbir itirazım yok. Hatta alkışlıyorum. Şurada anlaşsak, okulda akademisyen olsan, tuval başından ressam, kamera karşısında aktör, mikrofonda hatip, mecliste siyasetçi…

Bunlara bu alanların dışına taşımasak nasıl olur? O rolü orada bırakabilsek. Evde sadece iyi anne iyi baba olmaya heveslensek. Dostlarca candan cümleler kurabilsek. Arkadaşlarla eğlenebilsek. Toplumla kaynaşabilsek, kendimiz olabilsek, böyle kalabilsek… Rollere sığınmasak, kendi sadeliğimizle yaşayabilsek.

İnan daha mutlu olacağız. Çevremizle daha sağlıklı diyaloglar kuracağız. Sevebileceğiz ve sevileceğiz.

Rolden kopamayışın göstergesi cümleler kurmayız tartışmalarda… ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ şeklince hitaplara ihtiyaç duymayız.

Kimsenin bizi bilmesine, tanımasına gerek yok diyebilmeliyiz. Ancak bunu rolde kalma hastalığından şifa bulduğumuzda söyleyebiliriz.

 Bunu başardığımız da önceliklerimiz de farklılaşacaktır.

-Merhamet konusunda hangi seviyedeyiz?

- Yardımseverlikte elle tutulacak bir yanımız var mı?

- Arkadaşlıkta, dostlukta nelerde seyrediyoruz?

- Vefada, fedakarlıkta, ruha dokunmakta, sadra şifa olmakta esamemiz okunuyor mu?

Önemli olan bunlar… Kalıcı olanlarda…

Tutamağı olmayanlar, yürekten yana, dostluktan yana, yârenlikten yana tutamağı olmayanlar mı acaba rolde kalma hastalığına yakalanıyorlar.

Düşünün ki, bir televizyoncu, bir haberci sürekli kendisinin ana haberleri sunduğunu sanıyor. Evde böyle, eş dost yanında böyle. Çekilir mi hiç?

Rolde kalma hastalığına yakalananlar bu durumlarını o kadar içtenlikle benimsiyorlar ki diğer türlüsünü düşünemiyorlar bile!

Eğer o rolü devam ettirmezlerse eksikli hissediyorlar kendilerini. Rahat edemiyorlar. Ya da kendisilerinin başarısız olacaklarına hükmetmişler. Yardım edilmesi zor bir durum.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan hocadan dinlemiştim bir arkadaşının kahırlanması olarak naklediyordu.

“Yahu ben kışlada şu kadar subaya, şu kadar astsubaya, şu kadar erata hükmediyorum. Bir emirle neleri yaptırtıyorum tartışılmaksızın. Eve geliyorum hanıma sözüm geçmiyor, çocuklarım sözlerimi dinlemiyor, ciddiye almıyorlar.” diyormuş.

Tam da anlatmak istediğim bu işte. Rolünden çıkamadığından dışarıda da aynı hürmeti ve itaati görmek istiyor. Bu rolün devam etmesini istiyor. Pozisyonundan, görevinden, ünvanlarından sıyrılamıyor, soyunamıyor. Emekli olmuş ama hâlâ müsteşar gibi görülmek istiyor, tası tarağı geride bırakmış ama üst yönetici muamelesi görmek istiyor.

Ne kadar acınılacak bir durum.

Elbisesini kendisi zannediyor. Ben senin hangi kumaştan hangi dikiş özelliklerine sahip bir elbise giydiğinle ilgili değilim ki? Senle ilgiliyim. Seni sordukça sen elbisenin renginden, kumaşın özelliğinden, kim tarafından nereden ne zaman ithal edildiğinden, modasından, kimin elinden çıktığından bahsediyorsun.

Aslında bu kadar abes bir durum rolde kalma hastalığı!

İşte irfan eğitimi bu nedenle çok önemli. İlmin verdiği enaniyeti alması, hiçliğe doğru yolculuğa çıkarması, varlıkla övünmekten alıkoyup yokluğu işaretlemesi bu bakımdan çok kıymetli.

Dışında ne olduğunu anlatmak yerine içinde ne var ona bakmalı.

Dış seyahatlerin, ülkeleri gezmen, gördüğün AVM’ler değil önemli olan. Kendi iç uzayına çıkabildin mi, gönül şehrini dolaşabildin mi? Oradaki şelalelerin altına oturabildin mi? Sevda eşmelerinde aşk şarabı avuçlayabildin mi?

Rolde kalma hastalığından şifa bulmadan ne yazık ki bu mümkün değil!

Umalım ki, bir Hızır nefesli uğrar yüreğimize de bizi bize hatırlatır.

Bizi bize çağırır.

Bizi bize verir.

Bu hastalıktan kurtartır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum