A.Kerim KARAAĞAÇ
RAMAZAN TIRTILI
Benim için Ramazan ayı yine, birçok hayır yapma isteğimle ve ancak bunların küçük bir kısmını yapmaktan dolayı hep bir fırsatı daha heba ettim üzüntüsü ile hızlıca ve beni arkasında bırakarak geçip gidiyor. İçim, çok sevdiğim ve gönülden özlediğim bir dostu iyi ağırlayamadan alelacele yolculamanın hüznüyle dolu. Tekrar seneye geleceğim diyor ama benim aymaz tutumlarım yüzünden yine merhaba demeden elveda demek zorunda kalacak. Asıl beni üzen ise hayatımın, aynı Ramazan ayı gibi elimden kayıp gitmesi ve hayırlardan istifade edemeden, gençliğin, servetin, boş zamanın, sağlığın, güneşi görmüş bir buz kütlesi gibi eriyip yok olması. Bunun için her sene Ramazan bayramı, benim için sevinç yerine bir hüzün ve gönül burukluğunun ifade bulmuş şeklidir.
Hele bir de ne yapacağımı bilmeden hazırlıksız yakalandığım o kadir gecesi… Aynı kasabın elinden başsız kaçmış ve nereye gittiğini bilmeyen bir horozun çaresizliği ve anlamsız çırpınışları… Veya bir uzay aracından dünyaya bakıp onu sadece izleyip onun içinde bulunamamaktan muzdarip bir astronotun çaresizliği. Gündüz oruç tutulan gece namaz kılınan ve bu ikisini arasında da infak edilen günler. Ama Abdülkerim’de “tık” yok…
Eskiden bazı şeyler konusunda ki şifreleri çözünce hayat daha berrak ve yaşanır olacağını zannediyordum. Öyle olmuyormuş. En azından ben beceremiyorum. Ben de, belki bunları size anlatırsam siz yapabilirsiniz diye bu sabah işrak vaktinde klavyeme sarıldım.
Aişe annemiz Resulullah’ın(sav) vahiy öncesini ve Hıra mağarası anlatırken. “O’na yalnızlık ilka olundu” diyor. Yani insanlardan uzaklaşıp mağaraya kalışını artırma sebebi, ona yalnızlığın sevdirilmesi. Nereye ulaşacağını bilmeden yapayalnız ve çaresiz geçen günler ve geceler sonunda Cebrail vasıtasıyla gelen saf ve doğru bilgi… Hakikatin, artık insanlarla beraber ve sorunlar ile boğuşarak elde edileceğinin kendisine sarsıcı bir şekilde bildirilmesi… Mağara sonrası hanımının nezaretinde örtülerin altında titreyerek başlayan o çetin günler…
Bu, mağara, çaresizlik ve yalnızlık sonrası örtülere bürünme denklemi birçok yerde karşımıza çıkıyor. Mesela insanın annesinin rahmi bir mağara orada insan, cenin olarak yalnız ve çaresiz neyi beklediğini bilmez bir şekilde bekliyor. Sonra sarsıcı bir gelişme sancılar, acılar, feryatlar içinde dünyaya geliş, anne ve babanın nezaretine muhtaç şekilde yaşamın ilk günleri… Diğer bir örnek, insanın ölümü, kabre konulması ve tekrar diriliş… Kabir bir mağara, içindeki kefenlenmiş ceset, çaresiz, yalnız ve başına geleceklerle ilgili yapacağı hiçbir şey yok. Sarsıcı bir emir ile kabirlerden herkes ile birlikte kalkmak ve o acziyetin ve çaresizliğin en üst noktası, gözlerin döneceği o hesap günü ve mahşer…
Kuran bize bu başlangıç öncesi ve bitiş sonrası durum haricinde de birçok örnekler veriyor. Hz. Yunus görev yerini terk ettikten sonra bir balığın kendisini yutması ve orada yaşanan çile dolu anlar. Burada da mağara balığın karnı, orada çekilen çaresizlik ve belirsizlikler içerisinde samimi bir yakarış… Balığın karnından çıkış… Kavminin önünde pişman ve çaresizce çıkış karşılığında bütün kavminin Müslümanlığı kabul etmesi… Hz Yusuf’un kardeşleri tarafından bir kuyuya atılması ve önü arkası sağı solu olmayan karanlık bir ortam ve tek çıkış yukarıdan bekleme. Buradadaki kuyu bir mağara, karanlığın içinde çaresiz bir bekleyiş. Hiç ummadığı kişilerin onu köle olarak satmak için kurtarması ve sonunda saraya evlatlık verilmesi... Asab-ı keyf hadisesi de, bu formatta değerlendirilebilir. Zulümden kaçıp mağaraya sığınmak ve orada çaresiz ve endişeli olarak uyutulmalar. Yıllar sonra tekrar diriliş ve sarsılmış bir şekilde kaldırılış sonrası insanlara sunulan hakikatin kendisi. Yani tek tesbih edilmeye layık, yaratan, öldüren ve kaldıran Rabbe şahitlik etmek.
Ahzap suresinde anlatılan Resululah’ın, hanımlarının dünya ziynetleri istemelerinden dolayı onlarda uzaklaşıp mescidin içindeki küçücük bir hücrede geçirilen çileli 41 gün. Sonra gelen ayet ve hanımlarının tövbesi ve dünyevi kaygılardan uzak ahiret korkusu ile terbiye edilmiş temiz bir aile hayatı. Kuran’la bildirilen Resulullah’ın başına gelen diğer bir vakıa ise ”ifk hadisesi”dir. Yani hanımı Aişe’ye atılan çirkin iftira ve ne Aişe’ye ne de sahabeye bunun iftira olduğunu izah edemeden geçen zahmetli yalnız günler. Ve ayetin gelmesiyle gerçekten kötü olan münafıklıktan ve münafıklardan uzaklaşarak yaşanan rıza dolu günler.
Resulullah (sav) Ramazan ayında çölden esen ve bereket getiren rüzgârlardan bile daha fazla çaresizlere maddi ve manevi destek veriyor... Ramazanı son on günü hanımlarından ve maişetinden de elini eteğini çekip “itikâf’a” giriyordu. Mescitte az yiyor, az içiyor, az uyuyor, Kuran’ı tertil üzere okuyor uzun secdeli namazlar kılıyor… Yani yine mağara, yine nimetlerden yoksunluk ve sabır ile meleklerin ineceği bin aydan hayırlı ve Kuran’ın inmeye başladığı o geceyi “Kadir gecesi” olarak her sene bir kez daha idrak ediyordu. Gerçi Resulullah (sav) her gece yatağını terk edip tertil üzere uzun Kuran okumaları, kıyamlar, rükûlar, secdeler ve gözü yaşlı yakarışlı teeccüdler yapıyordu. Yani her gece evi Hıra’da ki mağaraya dönüşüyor ve bütün acziyetiyle sadece Allah’ı tesbih ediyordu.
Bu gerçeği bir de tabiattan verilen örnek ile taçlandıralım. Koza, bir tırtılın kendi kendine ördüğü adeta bir mağara dönemidir. Bu sabrın sonucunda harikulade renkler yumağı, bakılması doyumsuz, rengârenk bir kelebeğe dönüşmesi… Ve bir gün sürmesine rağmen adam gibi bir yaşam… Peygamberlerde, insanlığın yaşadığı uzun dünya serüveninin içinde bir kelebek kadar kısa yaşamalarına rağmen ardında sade, güzel örneklikler bırakmışlardır.
De ki: “Ben size ancak bir tek şeyi, Allah için ikişer ikişer, teker teker kalkıp düşünmenizi öğütlüyorum…( Sebe 46 )
Ben bu ayetin ilk kısmını alıp, her olay karşısında çevrenin ve şartların, hakikati gizleyen birer unsur görülüp buralardan bir süre ayrılıp tefekkür etmek ve sonrası hayatın tekrar bir kez daha gözden geçirilmesi gerekliliğine inanmak ile ilgili bir formüle dönüştürdüm. Buna kopma diyorum. Mesela eski hayatından, alışkanlıklarından, ezberlerinden kopmadan geçirilen Ramazan-ı Şerif, bir türlü batıldan hakka hicret eden “hayırhah insan” olma dönüşümü gerçekleştiremez. Ramazan ayını, geçmişin ezberinden kopup Kuran’ın kılavuzluğunda bir hicret olarak algılamadıkça tam bir temizlik ve safiyete erişilemez…
Oruç tutarak, fitre ve zekât vererek, kumanya dağıtarak ayrıldığınız toplumumuzdan sonra şimdide ailemizden, tüm ezberlerimizden, itikâf ederek sıyrılmanın ve Meleklerin eşliğinde, bin aydan daha hayırlı olan o geceyi değerlendirmek için son on gün mescitlere çekilmenin tam zamanı... Bu geceyi diğerlerinden farklı kılan Kadir suresini ve Resulullah’ın(sav) hayatının sonuna kadar hiç terk etmediği mescitte son on gün tefekkür ile geçen itikâf etme sünneti seniyesiyle ile kavuşma zamanı… İzinlerimizi Bayrama göre ayarlama ezberinden sıyrılıp itikâfı, bir kendine dönüş ve istikametimizi Kuran’ın kılavuzluğunda on gün boyunca gözden geçirmeyi tecrübe etme zamanı…
Haydi, tırtıl olmaya aday kardeşim! Gün, kozasını örüp oradan bir kelebek’e dönüşme iradesinin peşine düşme günüdür. Rengârenk bir kelebek dönüşmek ve bir günlük hayatı adam gibi yaşamak… O’ndan razı bir şekilde ve sadece O’na dönerek…
Ramazan Bayramınızı şimdiden tebrik eder, Rab'bimizden bütün Müslüman'lara sıhhat efiyetle hayırlı ömürler vermesini niyaz ederim. Allah'a emanet olunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.