Aytekin ATASOYU
Postacı Zihniyet ile Posta Koyan Milletin Hikayesi
Tarihimizden, kültürümüzden, bulunduğumuz coğrafyanın sağladığı stratejik ve jeopolitik konumumuzdan, insan gücümüzden, askeri kapasitemizden kaynaklanan potansiyel gücümüzü harekete geçirecek ve bunların etkilerini maksimize edecek sürekliliği olan bir siyasi irade istisnalar dışında bugüne kadar ülke politikalarına hâkim değildi.
Özal ve Menderes dönemleri haricinde ülkenin karar alma mekanizmalarını kontrol eden siyasi irade dünya ölçeğinde etkili bir özne olma yerine ülke içinde kendine bir egemenlik alanı yaratmayı daha makul görüyordu. Yani dünya ölçeğinde herhangi bir iddiaya sahip değildi. Zaten sahip olması da beklenemezdi. Çünkü resmi ideolojiyle özdeş olan hâkim siyasi iradenin iç egemenlik noktasında kullandığı parametre ve dinamiklerin dünya konjektüründe rasyonel bir karşılığı yoktu. Ayrıca Resmi ideolojiye eklemlenmiş ve kendine yeni bir elitist sınıf yaratmış olan bu siyasi iradenin kullandığı aşırı laiklik yorumuyla ortaya çıkan parametreler ve hâkim siyasi iradenin uluslar arası arenada Türkiye için biçtiği edilgen rol toplumun gerçekleri, ülkenin tarihi ve kültürel birikimiyle ciddi kan uyuşmazlıkları vardı. Zaman zaman çok sert baskılara dönüşen bu uyuşmazlık hemen ardı sıra güçlü zıt siyasi iradenin ortaya çıkması ve hâkim iradenin kırılmasına neden olmuştur.
Hâkim siyasi iradenin kırıldığı ilk nokta Menderes dönemi idi. Bu dönemde Türkiye dışa açılmış, edilgen pozisyondan sıyrılmak için ilk kıpırdanmalar bu dönemde yaşanmış, yine bu dönemde ülke dışında sıcak savaşın olduğu bir bölgeye asker gönderilerek dünya muvazenesinde bir aktör olma yolunda ilk tecrübelerini edinmeye başlanmıştır. Bu süreçte dünya siyasetinde iki önemli kutup noktalarından biri olan NATO’ya üye olunmuştur. Bugün NATO’nun en önemli aktörlerinden biri olan Türkiye’nin etkinliğinin NATO kapsamındaki temelleri o dönemde atılmıştır. Hatta Türkiye’nin Avrupa birliği macerasının ilk ciddi adımı sayılan Avrupa ortak pazarına başvuru bu dönemde yapılmıştır. Fakat Türk siyasi hayatında bir kara leke olan ve etkilerinin bugün bile sürdüğü 27 Mayıs ihtilali ile bu süreç hâkim siyasi elitler tarafından sonlandırılmıştır.
12 Eylül askeri darbesinin ardından iktidara gelen Özal ile beraber ortaya konan siyasi irade, ülkemizi yeniden uluslar arası arenada nesne konumundan çıkararak bir özne olma fırsatı vermiştir. Fakat gerek iç dinamikleri yönlendiren gurupların siyasi iradeye destek vermemesi gerekse iç ve dış parametrelerin teorik arka planın hazırlanmamış olması nedeniyle Türkiye uluslar arası arenada tam bir özne olamamıştır. Zaten Özal’ın şüpheli ölümü ile birlikte siyasi irade hâkim ideolojinin eline geçmiştir.
Özal sonrası kendi içine dönen ve dünya muvazenesinde nesne olmaya razı olan Türkiye Refah yol hükümetinin iktidara gelmesiyle birlikte dünya konjektüründe söz sahibi olmak için yeni atılımlar gerçekleştirdi. Fakat bu atılımlar önceki deneyimlerden farklı idi. Çünkü dış dünyada bu kez Türkiye batı dünyasını değil İslam dünyasını kendine partner olarak seçmişti. D8’in kurulması ile başlayan ve ciddi - tutarlı bir programa dönüştürülmeden batıya karşı alternatif siyasi ve ekonomik güç merkezi oluşturma çabaları ters tepmiş ve Türkiye edilgen bir konumda tasavvur eden hâkim ideoloji siyasi iradeyi 28 Şubat post-modern darbesi ile tekrar ele geçirmiştir.
Ak partinin iktidara gelmesiyle birlikte içerde yaşanan dönüşüm kendini dış politikada da hissettirmiş ve Türkiye dünya çapında bir özne olabilmek için ciddi adımlar atmıştır. Bu adımlar öncekilerden farklı olarak ciddi bir stratejik alt yapı ve ekonomik program dâhilinde hayata geçirilmiştir. Yani atılan adımlar kendinden öncekine tepki olmanın ötesinde rasyonel adımlardır. Türkiye ilk kez bu dönemde uluslar arası arenada söz sahibi olan kurum ve kuruluşların karar alma mekanizmalarında üst düzeyde yer almıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliği, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanlığı örneklerden sadece ikisi.
Bugün itibariyle dünya üzerinde özelliklede tüm dünya siyasetine etki eden Ortadoğu kaynaklı bütün meselelerde Türkiye ciddi bir özne konumundadır.
AK partinin Türkiye ölçeğinde gerçekleştirdiği dönüşüm ve dış politikadaki etkinliği İslam dünyasında ciddi bir özgüven yaratmış ve bu özgüven iç dinamiklerle birleşerek Arap baharı olarak adlandırılan süreci başlatmıştır. Batının en önemli özelliği doğal dinamiklerin ortaya çıkardığı rüzgârı kendi lehine yönlendirebilme becerisidir. Bugün Türkiye Arap baharını yönlendirebilen ve bu noktada batıdan daha güçlü bir şekilde Arap sokaklarına ve Arap baharını başlatan entelektüellere etki edebilen bir ülkedir.
Fakat ortada garip bir durum var. Mısır gibi İslam dünyasında entelektüel birikimin en üst noktada olduğu bir ülkenin entelektüellerine tesir edebilen, örnek olabilen bir irade, kendi ülkesinde kendini muhalif olarak konumlandıran entelektüeller! Ve muhalefet tarafından yerden yere vurulmakta, dış ülkelerin taşeronu, batının postacısı olarak ilan edilmektedir. Üstelik bu söylemler son üç seçimde millet posta koymasına rağmen devam etmektedir.
Acaba postacı söylemlerine her defasında posta koyan milletin mi yoksa milletin koyduğu postaya rağmen postacı söylemlerini devam ettirenlerin mi gerçeklik algısında bir problem var?
Aytekin ATASOYU
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.