Erol BATTAL
PKK Suçsuz, Ergenekon Masum, Hizbullah Cani
2000 yılındaki Hizbullah Operasyonunda, bir arkadaşımın gözaltına alındığını duydum. Olayın doğruluğunu öğrenmek için, ortak tanıdık başka bir arkadaşı aradım. Gözaltına alınan ismi telaffuz eder etmez; telefon “pat” diye kapandı. Yanlışlıkla mı kapandı diye, defalarca aramama rağmen, telefon açılmadı. İki gün sonra arkadaş yanıma geldi. Sesini kısabildiği kadar kısarak, “Ne yapıyorsun, görmüyor musun; dikkatli olsana. İlgili ilgisiz önlerine geleni, gözaltına alıp, sorgusuz sualsiz aylarca içeriye tıkıyorlar.”dedi.
xxx
İstanbul’da Eğitim-Bir-Sen’in şube başkanıydım. Bir gün, bir bayan arayarak, üyemiz olan öğretmen eşinin; kendilerini polis diye tanıtan kişilerce, dersten alındığını, eşinden haber alamadıklarını, nerede olduğunu bilemediklerini, kendilerine yardımcı olmamı istedi. Araştırdık, gözaltı bürodaydı. CMUK hükmünce Baro’dan avukat talep ettik. Talebin, aile fertlerinden gelmesini söylediler. Arkadaşın, kardeşine ulaştım. Durumu izah ettim. “Hocam, aileden herkesi topladılar, ya beni de içeri alırsalar” diyerek korkusunu belirtip, kardeşine Baro’dan avukat talebinde bulunamadı. Dava süreci için avukat tutmaya çalıştık. İstekleri, “Dindar bir avukat olmasın, otomatikman suçlu ilan ederler” oldu. Arkadaş, aylarca içeride yattı. 8 ay sonra çıkarıldığı ilk duruşmada şanslıydı, beraat etti. Suçsuzdu. Küçücük çocukları vardı ve karısı hasta idi. Çekmedikleri sıkıntı, yaşamadıkları çile kalmadı.
xxx
Bir gün ziyaretime eski bir arkadaşım geldi. 3-5 dakika sonra müsaade istedi. “Kusura bakma, özlemiştim, o sebeple geldim, istemezsen, bir daha gelmem” dedi. Neye uğradığımı şaşırdım. Bilmeden bir kusur mu işlemiştim. “Ne diyorsun, bir yanlışım, bir kusurum mu oldu.” Dedim. “Hayır, bir yanlışın, bir eksiğin yok, sağ ol” dedi. “Ben Hizbullah davasından içeri alınıp, iki yıl yattım, suçsuz bulunup beraat ettim. Şimdi yıllardır, görevime dönmek için uğraşıyorum. İnşaatlarda amelelik yapıyorum. Eski arkadaşlarım, benimle görüşmeye korkuyorlar. Benden kaçıyorlar. Sana haber vereyim, seni kınamam, sana gücenmem; ben, bu muamelelere artık alıştım” dedi. Bunları çok doğal bir olaymış gibi anlattı.
Daha onlarca, buna benzer dramatik yaşanmışlık anlatabilirim. Ancak gereği yok.
Türkiye’nin bütün şehirlerinden, ilgili ilgisiz dindar kimliği olan binlerce kişi gözaltına alındı. Aylarca, yıllarca içerde kaldılar, memurluklarından oldular, işlerini kaybettiler, düzenleri altüst oldu. Birçoğu suçsuz bulunup beraat etti. İçeri alınıp beraat edenlere dahi, “başımıza bir şey gelir” diye, selam verilmekten korkuldu.
Evet, tam bir cadı kazanıydı. Gazete manşetlerinde, TV ekranlarında sürekli Hizbullah eylemlerinden bahsediliyor, vahşet görüntüleri sergileniyordu. Sıralanan öldürmeler, öyle bir kurguyla veriliyordu ki, kimse ağzını açıp “acaba” sorusunu soramıyordu. İnsanlar; yıllardır tanıdıkları, bu örgütle asla ilişkisi olamayacak kişilerin bile, içeri alınması karşısında; tek kelime söylemeye cesaret edemediği gibi, kendilerinin de örgütle ilintilendirileceği korkusunu yaşıyordu. Bu korkunç manzara içerisinde, hak ihlallerinden bahsedilemiyor; “Yahu, ne oluyoruz” sorusu asla sorulamıyordu. Vicdanlar, sükûtun uğultusunda boğulmuştu.
Aradan bunca zaman geçmesine rağmen, o gün yaşananların ve Hizbullah’ın değerlendirmesi bugün bile, bir türlü yapılamadı. Hiç kimse, o süreçte suçsuz olarak gözaltına alınıp, tutuklanıp, yıllarca içerde yatıp sonra beraat edenlerle ilgili, “bu ne biçim adalet, bu ne biçim hukuk” demedi. Bir sorgulamada bulunmadı. Çünkü kamuoyu öylesine şekillendirilmişti ki, beraat de etseler, örgütle ilintilendirilenler, her türlü muameleyi hak ediyordu. Onlar için hak, hukuk aranamazdı; onların insan haklarından bahsedilemezdi.
Hizbullah’la ilgili bilgiler ise; ya polis raporlarından, savcılık iddianamelerinden aşırma paragraflarla PKK’lı kalemler tarafından kamuoyuna yansıtıldı ya da “Kendi Dilinden Hizbullah’ aracılığıyla. Bağımsız hiçbir kalem konuyu incelemedi. Hele İslamcılar, diğer netameli birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da konuşmaktan çekindiler.
Son günlerde; 2005 yılında çıkarılıp, Ocak 2011’de yürürlüğe giren; ‘tutukluluk sürelerinin sınırlandırılmasıyla ilgili yasa’ nedeniyle Hizbullah yine tartışma konusudur. Eski görüntüler yeniden ortalara serilmekte, Hizbullah’ın ne kadar vahşi bir örgüt olduğu tekrar hatırlatılmaktadır. Örgütlü suç sanıklarının tutukluluk sürelerinin Yargıtay’ca 10 yılla sınırlandırılması Ergenekon, PKK ve diğer terör örgütleri sanıkları için çok bulunup, insafsızlıkla, hukuksuzlukla itham edilirken; Hizbullahçılar için az bulunmakta, onların serbest bırakılmaları kamu vicdanını yaralamak olarak gösterilmektedir. Ve bu konuda Abdullah Öcalan, PKK, Ergenekoncular, muhafazakârlar, liberaller, ulusalcılar ittifak etmiş durumdadır. Hizbullahçılar için hukuk, kanun, adalet asla geçerli olmamalıdır. Hatta gerekirse “Onların cezalarını Diyarbakır halkı vermelidir.” Kamu vicdanının yaralandığından bahsedenlerin başında ise, Abdullah Öcalan gelmektedir.
Yıllardır, Mehmet Ağar’ı dâhil; “PKK silah bıraksın, düz ovada siyaset yapsın” diyenler; silahı bırakıp, sosyal hayat içerisinde yer alan, legal çalışmalara yönelip kitleselleşen Hizbullahçıların hayattan sürülmesi gerektiğini söylüyorlar. Çoluk çocuk demeden; kendi halkını öldüren, on binlerce askerin ocağını söndüren, binlerce kendi militanını işkencelerle infaz eden PKK’dan, Hizbullah daha mı canidir. İnsanları asit kuyularında eriten, kendi uçağını düşürmeyi, öğrenci ziyaretinde denizaltı gemisini havaya uçurmayı, Fatih Cami’ini bombalamayı planlayan; dağı, taşı bombalarla donatan, binlerce faili meçhulün şüphelisi bütün terör örgütlerinin anası, hamisi bir örgüt, Hizbullah’tan daha mı masumdur.
Bu kamuoyunun vicdanı Hizbullah sanıkları için kanayıp, yıllardır devam eden PKK ve Ergenekon vahşetini sempatiyle mi karşılamaktadır? Bunları; ‘şu örgüt temiz, şu kirlidir’ manasına değil; ‘hukuk herkese eşit uygulansın’ endişesiyle söylüyorum. Suçun cezasını oluşturulan kamuoyu vermesin. Herkese işledikleri suçların cezalarını sadece yasalar, hukuk belirlesin. Bugün yoğun bir şekilde bazı vakıflara, derneklere, gazetelere baskınlar düzenlenmekte, insanlar gözaltına alınmakta, sonra da serbest bırakılmaktadır ve nedendir bilinmez, bu kimse bu insanlara yapılanlar nedir diye sormamaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.