xxx52
Pirinç ve bulgur meselesi
Faruk Köse kardeşimiz, "pirinç ve bulgur meselesi" başlıklı bir yazısı ile benim bir yazımı eleştiriyor ve bazı sorular soruyor. İlgisine teşekkür ederek cevap veriyorum.
"Faizsiz finans kurumlarından radyo-televizyon yayınlarına, eğitimden üretim-tüketime kadar pekçok konuda kendisinden fetva sorulur ve o da herkesin ihtiyacı olan fetvayı vererek 'Laik düzende dini yaşamak' hususunda hayatı kolaylaştırır" diyor.
Bu paragrafta satır arasını veya niyeti okuma yoluna gitmeyeceğim. Evet, laik düzende Müslümanların dinlerini yaşamalarına yardımcı olmak için elimden geleni yapıyorum. Ama bu benim laik düzeni kabullendiğim, meşrulaştırmaya çalıştığım anlamına gelmez. Bu konuda ne dediğimi açık ve seçik olarak yazılarımdan öğrenebilirsiniz. Düzen ne olursa olsun Müslüman, imkanlar ölçüsünden dinini yaşayacaktır. Din imkansızı teklif etmez. Fakihin vazifesi de şartlar ve imkanlar içinde, meşru olan en uygun çözümü bulmaktır.
"Şimdi bu durumda, bizim derdimiz, İslam'ın aslını ve esasını, bütün şümulü ile tedris etmek, yaşamak ve tebliğ etmek mi olacak, yoksa İslam'ı eğip bükerek, eksiltip arttırarak, şekilden şekle sokarak, orasını burasını boyayarak, kendilerinin 'dinli dinsiz, Müslüman kâfir, salih fâsık, yarım dinli tam dinli... bir arada yaşayan' diye tabir ettiği 'milyonlarca' insanın her birine göre ayrı bir forma sokup 'İslam' adına onu mu vitrine çıkaracağız?" diye soruyor.
Ben ne demişim:
"Bugün ise dinli dinsiz, Müslüman kâfir, salih fâsık, yarım dinli tam dinli... bir arada yaşayan milyonlarız. Rejim de malum. Bu şartlar altında bütün ülke halkına belli bir İslam anlayışını dayatmak ve kabul ettirmek mümkün müdür, uygun mudur, hikmetli midir?"
"İnançları farklı bir topluluğa bugünkü şartlarda, biz ehl-i sünnet Müslümanlarının inancımızı ve hayat tarzımızı dayatmamız, siz de böyle olacaksınız diye zorlamamız hikmete uygun değildir" diyorum. "Dini, dinsizlerin veya fasıkların istedikleri forma sokalım" demiyorum. "Biz dinimizi doğru olarak öğrenip yaşamaya çalışacağız, ama bunu başkalarına zorla kabul ettirmek durumunda değiliz" diyorum.
"Yasal duruşu ve işlevi itibariyle Diyanet Teşkilatı ve mevcut dini eğitim, sisteme göre form verilmiş bir İslam'ı vitrine çekmek durumundaysa, buna razı mı olalım?" diye soruyor.
Diyanet veya Din Eğitimi Kurumu "Sisteme göre form verilmiş bir İslam"ı vitrine çekmiyor. Bu iki kurumun kitaplarında anlatılan İslam doğru İslam'dır, ama şartlar gereği eksik tarafları olabilir. Yanlış söylemek başkadır, eksik söylemek başkadır. Eksik söyleyen "Tamamı budur" demedikçe sapma olmaz ve eksiği tamamlamanın yolunu sivil toplum bulur ve açar, "bulmalı ve açmalı" diyorum.
"Buna razı mı olalım" sorusuna şu cevabı vereyim: İman, düşünce, benimseme olarak -varsa yanlışa, eksiğe, saptırmaya- razı olalım denemez. Ama bir amaca adım adım gidecekseniz yüz adımın ellisini bir ilerleme saymanız gerekir. Aksi halde yerinizde sayarsınız.
Bir soru da şöyle:
"...Pirinç, mesela 'İslam'ı bir bütün olarak, birey, toplum ve devlet hayatında yaşamak' ve bulgur da mesela 'İslam'ı vicdanlara hapseden laiklik anlayışı ise, aslında böyle bir 'bulgur' dan olmak lazım gelmez mi?"
Laiklik konusunda ne düşündüğüm malumdur; onu korumak gibi bir derdim olamaz. İslam, Müslümanlar ile gayr-i müslimlere birlikte yaşama hakkı veriyor. Müslüman'dan İslam'ı tam olarak yaşamasını istiyor; gayr-i müslime de dinini yaşama hakkı tanıyor. Onlara İslam'ı mecbur kılmıyor, Müslümanlara da "Müslüman oldukları halde kafirler gibi yaşama" hakkı tanımıyor. İslam'da din hürriyeti bu çerçevede mevcuttur.
Benim yazıdaki misalimde geçen "bulgur"dan maksadım laiklik değil, İslamî birikim ve kazanımlarımızdır. Daha fazlasını elde etmek için hikmetli çalışmak gerekir, aksi halde mevcut, meşru ve değerli kazanımlarımızı da kaybederiz. Dediğim budur.