xxx23
‘Pan-Türk, ‘pan-İslam ve ‘pan-hümanist’
Bizim coğrafyada “hümanizm” tehlikeli sayılır. Vaktiyle Kültür Bakanlığı’nın resmi dergisinde “hümanizma Türk kültürünün düşmanıdır” diyen bir yazı okumuştum da şaşkına dönmüştüm.
Bizde “pan-Türkizm ya da pan-Turanizm” ya da “pan-İslamizm” daha geçerlidir. Hâlbuki şimdi dünya ırkı ya da dini değil, bizzatihi “insanı” esas alan yeni bir anlayışa doğru yöneliyor.
***
Pan kelimesi Yunanca’dan geliyor... “Bütün” anlamını taşımakta...
Hümanizm kelimesi ise Latince “insan doğası” anlamına gelen “humanitas”dan türemiş. Hümanizmin anlamı “insana ve insan değerlerine en büyük ağırlığı veren düşünsel yaklaşım”... Hümanizma, Rönesans’ın da temel düşünce akımı olmuş...
***
Burjuva devrimi bir “ulusal pazara” ihtiyaç duydu. Bunun yaratılmasının yolu “ırka dayalı bir millet” anlayışının inşası idi. 19. yüzyılda aynı ırkı bir bütün olarak toparlama düşüncesi de bu nedenle kışkırtıldı. Osmanlı’da “pan-Türkist” akımlara rastlanırken, diğer toplumlarda da aynı işaretler görülmekteydi. Örneğin Slavlar da “pan-Slavist” bir birlik peşindeydiler.
Orta Çağ geleneğine dayalı dinsel bakış ise kurtuluşu aynı din etrafında buluşmada görüyordu. “Pan-İslamist” hareketler, ırka dayalı bir toplanmayı hem kavimci hem de dar olmakla eleştiriyordu.
Ne var ki burjuvazinin ekonomik üstünlüğü, “ulus-devlet” anlayışını daha etkin ve işlevsel bir hale getirdi.
***
“Sermayenin” değil “beyinsel yaratıcılığın” zenginliğin kaynağı olmaya başladığı yeni bir dünyada, toplumsal örgütlenme de, ona mıknatıslık edecek düşünce de değişiyor...
Sanayi-sonrası yeni dönem ırka dayalı “ulus-devleti” aşarak, insanların topluca aynı değerleri ve örgütlenme biçimini paylaşacakları küreselleşmenin dinamiklerini pekiştiriyor. Bunun yeni ideolojisi de belli ki “pan-hümanizm” olacak. Kısacası insan, insan, insan... İnsan-odaklı bir örgütlenme ve yönetim zihniyeti...
***
Biz sanayileşmesini tamamlayamamış bir tarım toplumuyuz. Ulus, devleti değil, askeri bir heyet devlet eliyle “ulusu” oluşturmuş. Rönesans’tan geçmediğimiz için eski Yunan kompleksi bize birçok hata yaptırtmış. İnsanlığın temel değerlerini tam içselleştirmemişiz... Üstelik bunları aşmaya yarayacak bir özeleştiriye de hiçbir zaman sıcak bakmamışız.
O nedenle “insana en üst değeri veren” hümanizmayı değil, dini ve ırkı temel değer olarak almışız.
Hâlbuki şimdi insan beyinsel yaratıcılığıyla “birey olarak” her türlü değerin önüne geçerek yüceliyor... Bir anlamda ikinci Rönesans...
İkinci Rönesans’ın da temel düşüncesi bu kez “pan-hümanizm.”
İnsan yeniden doğuyor...
***
Pan-hümanizm kavram olarak yeni değil. Kavramı ilk kullanan Fransız edebiyatının efsane isimlerinden Romain Rolland. 1866’da doğup, 1944’te ölen Rolland’ın yaşamı zaten neredeyse bir “pan-hümanizm” anıtı...
Türkiye’de “pan hümanizm” kavramını Romain Rolland’ı kaynak göstererek ilk anan galiba Cemil Meriç... Ralph Borsodi ise 1963’te “Komünist Manifesto”ya nazire olarak “pan-hümanist manifesto”yu yayınladı. Şimdi tartışılan “pan-hümanizm” kavramı, bu manifestonun 2000’de yeniden hatırlanmasıyla doğdu.
***
Ne var ki, kavram şimdilik daha ziyade felsefeciler, diplomatlar, eğitmenlerce tartışıldığından, hayatın içinde yerleşeceği somut zemin henüz tam netleşmemişti.
Tartışanlar daha ziyade hümanizm kavramı ile insan doğası arasındaki ilişkileri, yeryüzünü kapsayacak evrensel bir hümanist eğitimi, hangi ülkenin bu kavramı daha hızlı hayata taşıyabileceğini araştırmaktaydı.
Ama...
Geçen gün “kitap yakarım” diyen Mısırlı adaya karşı UNESCO Genel Direktörü seçilen ve göreve 15 Ekim’de başlayacak olan Bulgar kadın siyasetçi Bokova, ilk demecinde “ilk ilkemiz hümanizm” deyince...
Pan-hümanizm kavramının yeni ve resmi kaynağının adresinin UNESCO olacağı konusunda umutlandım.
Şayet biraz biz de “pan-hümanizm” kavramı ile ilgilensek, eminim ki dünün en önemli konusu olan Ermenistan’la protokolün imzası yanında, Kürt Açılımı da hem çok daha hızlanacak hem de rahatlayacak.
Bizde “pan-Türkizm ya da pan-Turanizm” ya da “pan-İslamizm” daha geçerlidir. Hâlbuki şimdi dünya ırkı ya da dini değil, bizzatihi “insanı” esas alan yeni bir anlayışa doğru yöneliyor.
***
Pan kelimesi Yunanca’dan geliyor... “Bütün” anlamını taşımakta...
Hümanizm kelimesi ise Latince “insan doğası” anlamına gelen “humanitas”dan türemiş. Hümanizmin anlamı “insana ve insan değerlerine en büyük ağırlığı veren düşünsel yaklaşım”... Hümanizma, Rönesans’ın da temel düşünce akımı olmuş...
***
Burjuva devrimi bir “ulusal pazara” ihtiyaç duydu. Bunun yaratılmasının yolu “ırka dayalı bir millet” anlayışının inşası idi. 19. yüzyılda aynı ırkı bir bütün olarak toparlama düşüncesi de bu nedenle kışkırtıldı. Osmanlı’da “pan-Türkist” akımlara rastlanırken, diğer toplumlarda da aynı işaretler görülmekteydi. Örneğin Slavlar da “pan-Slavist” bir birlik peşindeydiler.
Orta Çağ geleneğine dayalı dinsel bakış ise kurtuluşu aynı din etrafında buluşmada görüyordu. “Pan-İslamist” hareketler, ırka dayalı bir toplanmayı hem kavimci hem de dar olmakla eleştiriyordu.
Ne var ki burjuvazinin ekonomik üstünlüğü, “ulus-devlet” anlayışını daha etkin ve işlevsel bir hale getirdi.
***
“Sermayenin” değil “beyinsel yaratıcılığın” zenginliğin kaynağı olmaya başladığı yeni bir dünyada, toplumsal örgütlenme de, ona mıknatıslık edecek düşünce de değişiyor...
Sanayi-sonrası yeni dönem ırka dayalı “ulus-devleti” aşarak, insanların topluca aynı değerleri ve örgütlenme biçimini paylaşacakları küreselleşmenin dinamiklerini pekiştiriyor. Bunun yeni ideolojisi de belli ki “pan-hümanizm” olacak. Kısacası insan, insan, insan... İnsan-odaklı bir örgütlenme ve yönetim zihniyeti...
***
Biz sanayileşmesini tamamlayamamış bir tarım toplumuyuz. Ulus, devleti değil, askeri bir heyet devlet eliyle “ulusu” oluşturmuş. Rönesans’tan geçmediğimiz için eski Yunan kompleksi bize birçok hata yaptırtmış. İnsanlığın temel değerlerini tam içselleştirmemişiz... Üstelik bunları aşmaya yarayacak bir özeleştiriye de hiçbir zaman sıcak bakmamışız.
O nedenle “insana en üst değeri veren” hümanizmayı değil, dini ve ırkı temel değer olarak almışız.
Hâlbuki şimdi insan beyinsel yaratıcılığıyla “birey olarak” her türlü değerin önüne geçerek yüceliyor... Bir anlamda ikinci Rönesans...
İkinci Rönesans’ın da temel düşüncesi bu kez “pan-hümanizm.”
İnsan yeniden doğuyor...
***
Pan-hümanizm kavram olarak yeni değil. Kavramı ilk kullanan Fransız edebiyatının efsane isimlerinden Romain Rolland. 1866’da doğup, 1944’te ölen Rolland’ın yaşamı zaten neredeyse bir “pan-hümanizm” anıtı...
Türkiye’de “pan hümanizm” kavramını Romain Rolland’ı kaynak göstererek ilk anan galiba Cemil Meriç... Ralph Borsodi ise 1963’te “Komünist Manifesto”ya nazire olarak “pan-hümanist manifesto”yu yayınladı. Şimdi tartışılan “pan-hümanizm” kavramı, bu manifestonun 2000’de yeniden hatırlanmasıyla doğdu.
***
Ne var ki, kavram şimdilik daha ziyade felsefeciler, diplomatlar, eğitmenlerce tartışıldığından, hayatın içinde yerleşeceği somut zemin henüz tam netleşmemişti.
Tartışanlar daha ziyade hümanizm kavramı ile insan doğası arasındaki ilişkileri, yeryüzünü kapsayacak evrensel bir hümanist eğitimi, hangi ülkenin bu kavramı daha hızlı hayata taşıyabileceğini araştırmaktaydı.
Ama...
Geçen gün “kitap yakarım” diyen Mısırlı adaya karşı UNESCO Genel Direktörü seçilen ve göreve 15 Ekim’de başlayacak olan Bulgar kadın siyasetçi Bokova, ilk demecinde “ilk ilkemiz hümanizm” deyince...
Pan-hümanizm kavramının yeni ve resmi kaynağının adresinin UNESCO olacağı konusunda umutlandım.
Şayet biraz biz de “pan-hümanizm” kavramı ile ilgilensek, eminim ki dünün en önemli konusu olan Ermenistan’la protokolün imzası yanında, Kürt Açılımı da hem çok daha hızlanacak hem de rahatlayacak.