xxxx1
Öznesiz toplum, "toplumsuz" devlet
Gerçeklerle yüzleşmekten sürekli olarak korkuyor ve kaçıyoruz. Neden acaba? Türkiye, modern tarihin en travmatik ve absürd dönüşümlerinden birini yaşadı: "Halka rağmen halk için" sloganında ifade edilen veya İnönü'nün artık kayıtlara da geçen, İnönü Savaşı sırasında subaylara, "kimse duymasın düşmanınız millettir" sözünde de açıkça ifadesini bulan dayatmacı, tepeden inmeci toplum mühendisliği projesine maruz kaldı. Toplum, tepeden tırnağa dönüştürülmeye çalışılmıyormuş gibi, toplumun iradesi askerî ve şimdilerde de son 10 yıldan bu yana sivil bürokratik darbelerle hiçe sayılmıyormuş gibi hareket edemeyiz. Toplumun iradesini hiçe sayan, ipotek altına alan, toplumu baştan aşağıya silbaştan dönüştürmeye, tarih yapan ve tarihin akışını değiştiren büyük İslâmî iddialarından, rüyalarından, hayallerinden uzaklaştırmaya dönük her şeyimizi yıkıcı ve yok edici jakoben bir proje uygulanmıyormuş gibi hareket edemeyiz. Şimdiye kadar toplum, bu olup bitenleri, hep tarihî sükûnetini koruyarak ve ağırbaşlı bir dille "bu da geçer ya hû" diyerek geçiştirdi. Ancak geldiğimiz noktada karşımıza çıkan durum çok kritik bir durumdur: Toplum nesneleştirilmiştir. Toplum sürekli itilip kakılmıştır. Toplum adına birileri topluma çeki düzen vermeye kalkışmıştır. Bu yakıcı gerçeği artık gözardı edemeyiz. Toplumdan ne istiyorsunuz siz? Toplumu neden itip kakıyorsunuz? Neden toplumun iradesini her kritik dönemde ve dönemeçte hiçe sayıyorsunuz? Sahi siz kimsiniz? Bu gücünüzü ve cesaretinizi nereden alıyorsunuz? Siz, bu ülkenin çocukları değil misiniz? Eğer bu ülkenin çocuklar iseniz, o zaman ne diye milleti hiçe sayıyor, burnundan getiriyorsunuz? Türkiye'de sesi, iradesi, talepleri hiçe sayılan, büyük tarihî iddiaları, rüyaları yok edilen öznesiz bir toplum var; toplumu olmayan, toplumun değerlerini, dinamiklerini, çilelerini, sıkıntılarını hiçe sayan bir devlet aygıtı var. Toplumun % 70'i başörtülü ise, bu büyük çoğunluk bu ülkenin resmî kurumlarına çeki düzen vermek, yön vermek şöyle dursun, kapıdan içeri bile giremiyorsa, orada toplumun itilip kakılmadığını, toplumun olduğunu söyleyebilir misiniz? Tuhaf bir karşılaştırma yapılır Türkiye'de. Denir ki, "Osmanlı'da tebaa vardı, Türkiye Cumhuriyeti, tebaayı vatandaş yaptı." En büyük yalanlardan, masallardan biri de budur. Birincisi, tebaa sadece Osmanlı'ya özgü bir şey değildi. Osmanlı'nın çağdaşları olan bütün ülkelerdeki, imparatorluklardaki halklar tebaaydı. İkincisi, Osmanlı yönetimi başına buyruk bir yönetim değildi. Yani padişahın astığı astık kestiği kestik değildi. Padişah da devletin bir memuruydu. Padişah yalnızca memurlarını, maiyetindekileri cezalandırabilirdi ve bunu da belli ilkeler ve yasalar çerçevesinde yapabilirdi ancak. Padişah'ın yetkisini aştığı zamanlar olmuyor muydu? Elbette oluyordu; Ama bu durumlar istisnai durumlardı. Osmanlı bir çapulcu devleti değildi; tebaa da padişahın kulu ve kölesi olarak görülmüyordu. Osmanlıda adına "millet sistemi" denen çoğulcu, çok kültürlü, çok dinli, çok hukuklu" bir toplum vardı: Osmanlı toplumunda her din müntesibi kendi dünya tasavvuruna göre hayatını idame ettiriyordu. Her toplum ve din kesimi, özneydi; kendi geleceği konusunda öncelikli olarak kendisi söz sahibiydi. Ayrıca Osmanlı toplum ve devlet düzeni, farklılıkları huzur ve barış içinde yaşatabilmenin en mükemmel örneğini ortaya koymuştu. Bugün Amerikalıların, Avrupalıların, Japonların gerçekleştiremedikleri, o yüzden de üzerinde en fazla kafa patlattıkları konulardan biri budur ve bunun için de özellikle Amerika'da yaklaşık yarım asırdır üniversitelerde pıtrak gibi Osmanlı kürsülerinin kurulması bunun somut bir göstergesidir. Ve nihayet Genelkurmay'ın da bu gerçeği yavaş yavaş kavramaya başlaması olumlu bir gelişmedir. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın geçen hafta bu konuda yaptığı açıklama dünyanın gördüğü ve izini sürdüğü, anlamaya çalıştığı, bizimse şimdiye kadar ilkel bir mantıkla reddettiğimiz, yoksaydığımız bazı yakıcı gerçekleri görmeye başladığımızı göstermesi bakımından önemlidir. Ama bütün bunlar, Türkiye'de öznesiz bir toplum olduğu gerçeğini ve sivil askerî bürokrasinin topluma rağmen topluma çeki düzen verdiği gerçeğini değiştirmez. Artık gerçeklerle yüzleşmek ve toplumun hiçe sayıldığı, nesneleştirildiği ve böyle gittiği sürece bu toplumun sadece iç çatışmaların eşiğine sürükleneceği gerçeğini görerek hareket etmek zorundayız.