Turan UÇAR
Özerklik tartışmaları ve korkuya esir olmak
Korkuların esiri olduğumuz bir tarihi dönemi ve beraberinde sloganik söylemlerin prim yaptığı ara dönemleri geride bıraktık diyorduk ki; son günlerde ülke gündemine oturan konular ve etrafında şekillenen gruplaşmalar durumun hiç de öyle olmadığını ve bazı derin mahfillerin toplumun belli kesimlerini hala manüpile edebildiklerini gösterdi.
Özellikle ulusalcı ve etnik milliyetçi kesimde yer alan bazı önemli siyaset erbabının, statükonun ve cumhuriyet tarihimizin bazı ayrıcalıklı bürokratik seçkinlerinin ve bu kadrolarla omuz omuza vermiş kutsal devlet mantalitesine sahip bazı akademisyenlerin dillendirdiği sloganik ve bir o kadar da derinliksiz fikirlerle toplumu yönlendirmeye çalışmaları daha alınacak çok yolumuzun olduğunu da gösterdi.
Yakın zamanda yapılan anketlerin hemen hepsinde Kürtler yüzde 90’lar oranında “ayrılıkçı olmadıklarını” belirtirken, aynı anketlerde yurdun batısında yaşayanlara sorulan “Kürtler ne istiyor?” sorusuna verilen cevap yüzde 50-60 bandında “Kürtler ayrılmak istiyor” oluyor.
Sosyolojik gerçeklerle bağdaşmayan; fakat yurdun batısında böylesi yüksek bir oranda var olan bir yanlış algının birilerine geniş bir hareket alanı açtığı da bir gerçek. Abdullah Öcalan’ı paketleyip gönderen ve tüm siyasi öngörüleri altüst edercesine birilerini iktidara taşıyan, 2001 de şehit cenazeleri üzerinden siyasi arenayı yeniden dizayn eden, 2005’te PKK’ya silah giydiren, önemli siyaset ve yazarları hedef alan cinayetler zinciri, Danıştay cinayeti ve sayısını bile saymakta zorlandığımız darbe planlarını yapan irade hep bu yanlış ve gerçek dışı algıdan beslenmedi mi?
Böylesine yanlış bir algının demokratikleşme sürecinde Türkiye’nin önünde oluşturduğu bariyerin aşılamamsının da tek müsebbibi yine bu tür gerçek dışı algılardan beslenen aynı irade değil mi?
Toplumda kendilerine ayrıcalıklı bir statü oluşturan ve bu süreci de slogan ve sanal algılardan aldığı güçle yürüten bu iradenin şimdilerde gündeme gelen “iki dillilik” ve “özerklik” taleplerine karşı geliştirdiği dil, yine sloganik yine aşılanmaya hazır sanal korkular olan “bölünme” ve “cumhuriyetin kazanımları” üzerine.
Oysaki dünya; sloganların gücünü yitirdiği, gerçeklerin kazanmaya başladığı bir yöne evrilmeye başlamış, korkularla yaşayanların ve korku aşılayarak gücünü koruyanların kaybettiği, güçlenen sivil toplum örgütlerinin ve farklı siyasi görüşlere sahip siyasi partilerin özgürlük ve daha iyi bir yaşama doğru vaat ettikleri umudun kazanacağı bir rotada seyrediyor. Toplumsal sorunlara karşı geliştirilen çözümler daha bilimsel ve toplumsal gerçeklerle örtüşen yöntemler oluyor.
İki dilli bir toplumsal yaşamı ve özerklik taleplerini seçime kısa bir süre kala ülke gündemine yerleştiren cenahın bu davranışı siyasi bir yatırım olarak değerlendirilebilir ve hiç de yabana atılır bir değerlendirme de olmaz. İki dillilik ve özerklik taleplerinin sürdürülen demokratik açılımları olumsuz yönde etkileyeceğini tahmin etmekte zor olmasa gerek. Ancak; bu tür öneriler arka planında farklı amaçlar taşıyor olsa da; demokratik kültürün bir gereği olarak, bu öneri ve talepleri siyasi partilerin doğasında olan çözüm üretme ve sonuçtan siyasi kazanım elde etme refleksi olarak kabul etmek gerekir.
Demokrasilerde en uç fikirlerin bile şiddete başvurmadığı müddetçe tartışılabilir olduğu gerçeği ile yeni yeni tanışıyor olmamız, bu tür değişim ve dönüşüm içeren fikir ve önerileri manipülasyon aracı olarak görüp sadece siyasi değil, toplumda kaos oluşturacak guruplaşmalara sebebiyet vererek buradan siyaset ve bürokrasi üzerinde ciddi bir yaptırım gücü elde eden siyaset dışı derin mahfillerin atraksiyonlarını kabul etmemiz doğal olamaz.
Nihayetinde korkularımıza esir edildiğimiz ve bu korkularımız üzerine bina edilen ideolojilerin egemen olduğu bir asırlık sürecin bedelini hemen hemen Türkiye halkının tüm kesimleri fazlasıyla ödedi.
Birilerinin çıkıp Türkiye modernleşmesinin kazanımlarından bahsetmesine ve bu kazanımların heba edilmemesi çağrılarına belki kulak verebilirdik; ama dindar kesim, Kürtler, Aleviler ve Gayri Müslim azınlıklar üzerinden yürütülen cumhuriyet modernleşmesinin tüm bu kesimlere ödettiği bedelin karşılığı statükoya destek vermek değil, demokratikleşmenin ve insan hak ve özgürlüklerin yolunun açılmasına destek vermek olmalıdır.
Unutmayalım ki; korku imparatorluğunun altın yıllarının bir kesiti olan doksanlı yıllarda, “bölünme” ve “Vatan Millet Sakarya” sloganları en temel gerekçeler olarak sıralanıyordu. Slogandan öteye geçmeyen sanal korkuların siyasi arenayı dizayn etme başarısı, toplumsal yaşamda oluşturduğu yozlaşma, içinden çıkılamaz bir hal almış, günümüz problemlerinin de kangrenleşmesine sebep olmuştur.
Korkuların esiri olmayan, insanca yaşamın her kesin eşit hakkı olduğuna inanan, acı yerine gülmek isteyen özgür insanların ülkesi Türkiye’nin yolu konuşan, anlayan, empati yapabilen geniş kesimlerin sesinin daha çok çıkmasından geçiyor.
Mail: trntoprak@hotmail.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.