xxx135
Ötekileştirmeden birlikte yaşamak
Bir ülkede eğer biz ve ötekiler diye bir nitelendirme söz konusu ise o ülkede özgürlükten, demokrasiden söz etmenin fazla bir anlamı olmaz. Bu bakımdan farklılıklara rağmen ötekileştirmeden birlikte yaşayabilmek herkesin insan haklarını özgürce kullanabilmesinin ilk şartıdır. Çünkü ötekileştirme ile birlikte aşağılama, dışlama hatta ikinci sınıf insan muamelesi gündeme geliyor. Ülkemizde yıllardan beri yaşanan karmaşanın, darbelerin temelinde işte bu laikçilerin toplumun büyük bir kesimini ötekileştirme anlayışı yatıyor.
Bu noktada Fadime Özkan'ın dünkü Star Gazetesi'nde yayınlanan sanatçı Teoman ile röportajından kısa bir bölümü aktarmak istiyorum. Özkan'ın, son günlerde yaşanan değişimi nasıl değerlendirdiğine dair sorusuna Teoman şu karşılığı veriyor: "Kültürel olarak benim laikliğe vurgu yapanlar ve laikçiler safında olmam lazım. Oradan geldim. Ama benim o safta hiç beğenmediğim bir şey var: Aşağılıyorlar öbür tarafı. Bunu da öyle tartarak falan yapmıyorlar, bu adam nedir, iyi, başarılı, çalışkan mıdır, dürüst müdür, mert midir vs. demiyor, geçmişine falan da bakmıyorlar. Tek şu: Bu herif dinci ya !"
Ötekileştirmenin olduğu yerde ister istemez bu tür bir dışlama gündeme geliyor. Halbuki bir toplumu oluşturan herkes sadece insan olarak ele alınsa ve insan olduğu için de temel insan hak ve özgürlüklerini kullanmaya hakkı olduğu kabulü içselleştirilebilse ötekileştirme gündeme gelmeyecektir. Ancak, toplum olarak genellikle bir ötekileştirme hastalığına müptelayız. Böyle olunca da herkes demokrasiyi, hak ve özgürlükleri kendisi ve kendinden kabul ettikleri için istiyor, ötekilerin böyle bir hakkı olmayacağına inanıyor. Bu ise sürekli çatışmayı gündeme getiriyor. Ülkemizde sivil siyasete müdahale ve darbelerin temelini de bu anlayış oluşturuyor. Bir de kendilerini laikçi olarak ilan eden kesimlerin halkın desteğini seçimler yoluyla alamamaları onları iyice çıldırtıyor. Sonuç olarak laikçiler azınlıkta olmalarına karşılık öteki kabul ettikleri kitleleri dışlıyor, hatta aşağılıyor. Kısacası devreye bir zulüm mekanizması giriyor. Elbette zulmün payidar olması mümkün değildir. Geçmişte nice kendilerini güçlü sanan liderler sonunda yıkılıp gitmişlerdir ve çoğunu şimdi kimseler hatırlamıyor. Hatırlansalar da hayırla yad edilmiyorlar
Bunun için adaletin adil bir şekilde herkese hakkını vermesi gerekir. Eğer ötekileştirme de adalet mekanizması da devreye girecek olursa bilinmelidir ki tuz da kokmuş demektir. Çünkü, sıradan vatandaşın, bir diğer ifade ile güçlü karşısında güçsüzün hakkını arama imkanı kalmaz.
Peki hiçbir kesimi ötekileştirmeden farklılıklara rağmen birlikte yaşamak mümkün değil mi? Elbette mümkün. Bunun yolu da adaletten geçer. Diyebiliriz ki birlikte yaşamanın ana şartı adalettir. Son günlerde yaşanan olayları bu açıdan değerlendirmekte yarar vardır. Çünkü olay sadece bir savcının bir başka savcının makamında arama yapması ve gözaltına alma hadisesi değildir. Devam eden bir yargılama olayının durdurulması, sonuca ulaşılmasının engellenmesidir. Niyet bu olmayabilir ama sonuç kamuoyunda böyle algılanmıştır. Niyet önemlidir ama sonuç çok daha önemlidir. Zaman zaman anlattığım bir hikaye vardır. Hikayeye göre bir genç eşini öldürmekten yakalanıp hakim karşısına çıkartılır. Hakim gence eşini niçin öldürdüğünü sorar... Genç gayet masum bir şekilde: "Hakim Bey... karımı çok seviyordum. Dayanamadım öldürdüm" karşılığını verir. Elbette böyle bir sevginin sevgi olduğunu söylemek çok zordur. Eğer bir sevgi muhatabının öldürülmesinin yolunu açıyorsa o sevgi değildir. Bu noktada niyetin ne olduğu hiçbir anlam ifade etmez, katili de katil olmaktan kurtarmaz. Söz gelemi ülkemizde sıkça karşılaştığımız demokrasiyi korumak adına darbe yapmak da buna benzer. Bir bakıma demokrasiyi korumak adına darbe yapmak ile karımı çok seviyordum dayanamadım, öldürdüm diyen genç arasında fark kalmaz.