Ünal SADE
Osmanlı Hanedanı ve Hüzün…
Osmanlı Hanedanı ve Hüzün…
Mehmet Altan’ın 30 Mayıs 2010 tarihli Star gazetesindeki köşesinde “Osmanlı Hanedanı ve Cumhuriyet” başlıklı yazısından Sultan Reşat’ın büyük oğlu Şehzade Mehmet Ziyaeddin Efendi’nin torunu
Uzun süredir kanser tedavisi gören ancak maddi imkânsızlıklar sebebiyle tedavisi gerektiği gibi yapılamayan
Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldığında ikinci veliahd mevkiinde bulunan dedesi Şehzade Mehmet Ziyaeddin Efendi’de torunu gibi Mısır’da vefat etmiş ve İskenderiye’de defnedilmişti. Daha sonra mezarlık yeri istimlâk edildiğinde ailesi Şehzade’yi Kahire’de Hidiv Tevfik Türbe’sine nakletmişti.
Kaderleri dede ve torunu Kahire’de buluşturmuş oldu böylece…
Bu hazin hikâye tıpkı Mehmet Altan gibi benim gündemime de
II. Mahmud’un torunu, Sultan Abdülmecit’in oğlu olan Sultan Reşat hayatının büyük bir kısmını sarayda hapis olarak geçirmiş ancak 65 yaşında II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle tahta çıkabilmiştir.
9 yıl süren saltanatı 3 Temmuz 1918’de kalp krizinden vefatıyla sona ermiştir. 65 yaşında ancak İttihat ve Terakki’nin desteği ile tahta geçebilen Sultan Reşat’ın padişahlığı sırasında ülkeyi Enver, Talat ve Cemal paşalar yönetmiştir.
65 yaşına kadar yarı hapis yaşayan iktidarında ise İttihat ve Terakki’nin baskısı altında aslında ülkeyi hiç yönetememiş bu Padişah nasıl biriydi, nasıl bir kişiliğe sahipti hiç bilmeyiz.
Oğlunun torununun Kahire’den hazin ölümü vesilesiyle Sultan Reşat’ın nasıl bir insan olduğu konusunda daha önce almış olduğum notları sizlerle paylaşmak istedim.
Sultan Reşat’ın sarayında yaşamış ve onun sultanlarına, şehzadelere, diğer saraylılara muallimlik (Öğretmenlik) yapmış olan Safiye Ünüvar’ın gözlemleri “Saray Hatıralarım” isimli bir kitap olarak yayınlanmıştır. Tamamını okumanızı tavsiye ederek kitaptan aldığım ve Sultan Reşat’ın kişiliği hakkında fikir edinebileceğimiz bazı notları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Safiye Ünüvar’ın kaleminden Sultan Reşat:
Sultan Reşat’ın Kur’an-ı Kerim derslerine verdiği önem
“Eniştemin Salı günleri sarayda nöbetçi olduğunu yazmıştım.(Enişte Sultan Reşat’ın Baş İmamı İsmail Hakkı Efendi) O gün de bulunması icab ettiği için saraya gitmişti. Padişah kendisini huzura kabul edip diyor ki:
- İmam efendi, sarayda bulunan kalfalara din dersleri verdirmek istedim. Meseleyi Sertabip Hayri Paşa’ya açtım. Bir hanım getirdi. Dersler başladı. Fakat işittiğime göre talebelerine Kur’an-ı Kerim dersi okuturken kendisi iskemleye oturup sigara içiyormuş. Bu halini beğenmedim. Derhal altı aylık maaşını verdim. İaşesi için lazım gelen parayı da emrettim. Kendisini vazifeden affettik. Şimdi bir muallimeye ihtiyacım var. Siz vasıta olur, böyle bir hoca bulabilirseniz çok memnun olacağım. Duriyye, Rukiye, Hayriye ve Lütfiye Sultanlarla, Nazım ve Fevzi Efendileri de okutacak.” (a.g.e. sh.18)
Sultan Reşat’ın Namaz ve Oruç’a verdiği değer
“Saraya geldiğimin üçüncü günü idi.Bir kalfa geldi. Hazinedar ustanın beni görmek istediği haberini getirdi. Hazinedar ustanın dairesine gittim. Nezaketle karşılandım. Kahveler içilip hatır sorulduktan sonra Hazinedar Usta ayağa kalktı. Ben de kalktım. Padişah’ın bir arzusu bana bildirilecekmiş. İrade-i seniyye tebliğ edilirken ayağa kalkmak adetmiş. İrade şu idi.
“NAMAZ KILMAYANLARA, ORUÇ TUTMAYANLARA YEDİRDİĞİM TUZ VE EKMEĞİ HARAM EDİYORUM. BU İRADEM, HOCA HANIM TARAFINDAN TALEBELERE SÖYLENSİN”
Padişah dindar bir insandı. Beş vakit namazı terk etmez ve dini akidelere sımsıkı bağlı yaşardı. Derhal kendilerine:
-Emr-i şahanelerini ifa edeceğimden emin olmalarını arz ederim, dedim.
Dedim ama beni bir düşüncedir aldı. Çünkü bu iradeyi hemen tebliğ edersem benden ders almaya gelen saraylıların dersi terk etmeleri mümkündü. Bu takdirde de muvaffakiyetsizliğim üzerinde türlü dedikodulara yol açabilirdi. Talebelerimin beni beğenmedikleri veya meçhul sebeplerden dolayı benden kaçtıkları şayi olacaktı. Bu ise benim durumumda bir insan için oldukça tehlikeli bir işti. Bir tedbir düşünmem gerekiyordu.
Ben yavaş yavaş talebelerime nasihate başladım. Alınan eşyanın hesabını bilmek için hesap dersi öğrenmek nasıl lazımsa, gerek dünyada gerekse ahrette de her türlü kolaylık görebilmek için insanın dine riayetkâr olması lazım geldiğini anlatmaya çalıştım. Talebelerim gittikçe bana ısınıyorlardı. Mümkün mertebe onlara sevimli ve nazik olmaya gayret ediyordum. Hakikaten bu tedbirim müessir oldu. Onların da derslere intizamla devam etmekte ve dikkatle çalışmakta olduklarına şahit oldum. Aradan tahminen bir buçuk ay kadar bir zaman geçti. Dershanenin kapısına şöyle bir levha astım.
“NAMAZ KILMAYAN, ORUÇ TUTMAYAN DERSANEDEN İÇERİ GİREMEZ”
Genç talebelerim levhayı okuyunca derhal dairelerine giderek kalfalarını vaziyetten haberdar etmişler. Tabii onlar da benim “Allah’ın emrini tebliğ ettiğimi” söyleyerek bu nasihate riayet mecburiyetinde bulunduklarını tekrarlamışlar. Birer birer gelmeye ve “Söz veriyoruz, ibadetlerimizi ihmal etmeyeceğiz” diye kabullerini rica etmeye başladılar.
Hadise bütün sarayda duyulmuş, Padişah kulağına kadar gitmişti. Gülmüş ve Salı günü eniştem nöbetçi iken ona da meseleyi açmış ve iltifat etmiş:
“Analar, babalar, evlatlarını dini terbiyelerinden indallah nasıl mes’ul iseler, ben de bunlardan mes’ulüm. Allah sormasın, size de teşekkür ederim, demiş.” (a.g.e. sh.42)
Diğer yönleriyle Sultan Reşat
Esasen Sultan Reşat’ın sarayında her şey Bursa ve Hereke kumaşlarındandı. Padişah’ın yerli mamulatı dururken ecnebi mallarına itibar etmediği malumdu. Sh:44
Sonradan öğrendim ki Padişah malumatı ne derecede olursa olsun hocaları ilmine hürmeten ayakta kabul edermiş. Sh:56
Sultan Reşat, sabah namazlarından bir saat evvel kalkar, abdest alır, evvela Kur’an-ı Kerim’i, sonra Delail-ül Hayrat’ı okurdu. Sh:57
Sultan Reşat yumuşak tabiatlı, mültefit ve müşfikti. Kimseyi bilerek incitmiş olduğunu duymadım. Haklı olarak birine hiddetlendiği vakit derhal abdest alır, Kur’an-ı Kerim okumaya başlardı. Öfkesi geçmezse bir de namaz kılardı. Sh:67
Yazımı Mehmet Altan’ın altına imzamı atabileceğim değerlendirmesi ile son veriyorum.
“Cumhuriyet, Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi ise o İmparatorluğu kuran Hanedan’a da artık bunca zamandan sonra insani bir yaklaşım sergilemek gerekir herhalde.
Hastalanıp, tedavi parasını bile bulamadan, oralara buralara gömülüp gidiyorlar...
Bir anlamda, Osmanlı’nın tüm varlığına ve bıraktıklarına sahip çıkıp Hanedan’ı dışlayan bir devlet politikası gibi bir gariplikle karşı karşıyayız...
Zaten bir avuç kalmış bu aileye daha vefalı ve tutarlı davranılamaz mı acaba? “
Sultan Reşat’ın Türbesi (Eyüp)
Not: Yazımız bir merak uyandırmış ise söyleyeyim… Sultan V.Mehmet Reşat’ın türbesi Eyüp’te Boyacı Sokağı ile Haliç arasında bahçe içerisindedir ve Eyüp’e defnedilmek Osmanlı padişahları arasına sadece Mehmet Reşat’a nasip olmuştur.
(Saray Hatıralarım Safiye Ünüvar L&M yayınları Alayköşkü Caddesi No:11 34410 Cağaloğlu/İstanbul)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.