Demliyazılar
Osmanlı Çeşmeleri Nerede?
Surlarla çevrili olan Fatih’in değil her metrekaresi, her santimetrekaresinde bir tarih var. Attığınız adımda, baktığınız her yerde ve kokladığınız tüm havada az da olsa bir tarihle karşı karşıya kalmamak mümkün değil.
İnanır mısınız şu yarımada dedikleri Fatih’e yıllarınızı verseniz yine de Fatih’i tarihi dokusuyla olsun, güzelliğiyle olsun, yaşanmış hikâyeleriyle olsun, kısaca ne olursa olsun tamamıyla tanımanız mümkün değil.
Çünkü Fatih’in yer üstü haricinde yer altı da başka bir âlem.
Bir yerleri kazdığınız zaman karşınıza Osmanlı çıkmasa bile Bizans çıkabilir.
Bizans’ın saklı hazinelerinin bir kısmı da yerin altında saklı.
Onun için Batı’nın birçok şehrinden daha değerlidir İstanbul.
Hatta Müslümanlar kadar Hıristiyanlarca bile kutsal bir şehirdir.
İstanbul için nice şiirler terennüm edilmiş, nice sayfalarca kitaplar yazılmış.
Beş bin yıl önce İstanbul neyse şu anki İstanbul’da aynı.
Hiçbir zaman değerinden sapma olmadı.
Ancaaaak…
Biz yeni nesil İstanbul’u hakkıyla tanıyor ve hak ettiği değeri verebiliyor muyuz?
İnanır mısınız İstanbul yavaş yavaş yerin altına kaymakta.
İsterseniz bir gezinin surlarla çevrili mekânları.
Göreceksiniz ki, kot farkından dolayı tarihi eserler yerin altına girmeye mahkûm edilmiş durumda.
O güzelim çeşmeler, o güzelim cami ve medrese duvarları, o güzelim kaldırım taşları artık yerin altına gömülmüş durumda.
Eskiden yapılmış Arnavut kaldırımlarının üzerine eski kalın kalın kesme taşlarını dizmişler, daha sonra o yetmemiş gibi kalın kalın asfaltları dökmüşler.
Daha bitmedi yok asfalt estetik değil diye kalın kalın parke taşlarını döşediler.
Ve en sonunda da uzun ve kalın taşlar da döşeyerek tarihi yapıtların temelleri görünmez oldu ve hatta duvarlar bile gömülü bir vaziyette.
***
Belki eski İstanbul filmlerinde görmüştürsünüz mahalle çeşmelerini.
Ben çocukken bile bizim mahallede bir çeşme olduğunu gayet iyi hatırlıyorum.
Mahalleli sular akmayınca su ihtiyacını o çeşmelerden giderirlerdi.
Şimdi o çeşmelerin kimi yok olmuş durumda kimileri de kot farkından dolayı absürd bir görüntü almışlar.
Eski insanların ellerini kurnalarına dayayarak yudum yudum su içtiği çeşmelerin kurnaları şimdi neredeyse ayaklar altında.
İsterseniz ufak bir gezinti yapın Haseki Külliyesine.
Onun tam duvarında bulunan çeşme belki birkaç on yıl sonra toprağın altında kalması muhtemel.
Evet, şu an tarihi eserlerimiz aslına uygun restore ediliyor.
Bu takdir edilecek hoş bir icraat.
Ancak ya yerin altına gömülü kalan eserlerimiz ne olacak?
Bunun bir çaresi yok mu?
Çeşme deyip geçmemek gerektir.
Çeşme, Osmanlı’da bir mahallenin olmazsa olmazlarından biri.
Su bizim inancımızda çok farklı bir önemi ve değeri vardır.
Su demek hayat demek.
Su demek temizlik demek.
Biz su için ne güzel ifadelerde bulunmuşuz; “Su gibi aziz ol”, “Su gibi ömrün olsun”, “Su gibi mübarek ol”.
Bir zamanların Avrupa’sında suyla yıkanılmazmış.
Hatta tarih “dünyada bir tek Müslüman kalana kadar yıkanmayacağım” deyip de ölene kadar yıkanmayan kral eşlerini görmüş ve öldüğünde o pis kokudan kimsenin yanaşmadığı olaylara şahit olmuştur.
Bir taraftan Avrupa’nın suya bakışı böyleyken, kıt olduğu halde suyu tüm halkına ulaştırmak için İstanbul’un her yanına çeşmeler koyan bir Osmanlı da tarihte yerini almıştır.
Çeşmeler sadece halkın temizliğini ve susuzluğunu gidermek için değil ibadet yapabilsinler diye de inşa edilmiştir.
Bazı münhal yerlere de namazgâh çeşmeleri yapılmış. Çeşmeden abdestini alan kişi yukarı çıkarak orada da namazını edâ etme kolaylığı sağlanmıştır. Bu namazgâh çeşmeleri bile devletin halka ne kadar değer verdiğinin çok açık göstergesidir.
Neredeyse her adım başı yapılan çeşmeleri o zamanın zenginleri yaptığı gibi Paşalar da bu hizmetten geri kalmayarak onlar da kendi adlarına çeşme inşa etmişlerdir.
Osmanlı’da padişahlar bile çeşme yapımına özen göstermiş ve halkının refahı için kendi adlarına en ihtişamlı çeşmeleri yapmışlardır.
Cennet mekân Abdülhamid Han da kendi saltanatı zamanında tüm mahalle camilerini kendi parasıyla tamir ettiği gibi mahalle çeşmelerini de unutmamış ve onları da elden geçirmiştir.
Resimde de gördüğünüz gibi Kaptan-ı Derya Sadrazam Hüseyin Paşa Çeşmesini II. Abdülhamid yeniden tamir ettirmiş ve kitabesine şunları yazdırmıştır;
“Ziynet efzâ-yı (süsü artıran) makâm-ı muallâyı (yüce makamı) hilafet-i İslamiyye ve erike-i pîrâ-yı (padişah tahtını süsleyici) saltanat-ı seniyye-i Osmaniyye (yüksek Osmanlı Saltanatı) es – Sultan ibni’s Sultan es – Sultanü’l gazi Abdülhamid Hân-ı sani (İkinci Gazi Abdülhamid Han) hazretleri taraf eşreflerinden işbu çeşme bin üç yüz on dokuz senesi Rebîu’l –evvelinde tamir-u inşâ edilmiştir.”
Bizim ceddimiz neredeyse her sokak başına en muhteşem haliyle hem çeşme inşa ediyor, hem de bozulduğu zaman onları elden geçiriyor.
Ama şimdi ise çeşmeleri bul bulabilirsen.
Onlar da sayılı kaldı.
O muhteşem hayrat yapıları bu hale sokmamız demek bizim o asil ruhtan ne kadar uzaklaştığımızı göstermekte.
Son söz olarak şunu söylemek istiyorum; artık bazı şeyler değişti. Tarihimize ve tarihî yapılarımıza önem artmaya başladı.
Belediye başkanlarımız da bu bilinçte olduğuna eminim ve onların da güzel çalışmaları var. Onlardan tek isteğim sadece yerin üstündeki yapıtlarla ilgilenmemeli ve bu kot farkının ortadan kaldırılması için projeler düzenleyerek, çeşmelerin olsun, cami, medrese külliye gibi yapıtların duvarları olsun, tarih adına ne kadar yapıtlar varsa orijinali gibi olmasa da ona yakın haliyle gün yüzüne çıkartsınlar.
Bunları yapmaları hem ecdadımıza olan saygımızı göstermiş oluruz hem de ecdadımız gibi gelecek nesillere örnek eserler bırakmanın hazzını yaşamış oluruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.