xxxx3331
O'nu kalplerimize gömdük
Alperen’, güzel Türkçemizde birleşik bir kelimedir. Yiğit, kahraman, cesur, bahadır anlamındaki ‘alp’ ile derviş, ermiş, velî anlamındaki ‘eren’ kelimelerinden terkîb edilmiştir. Kısaca ‘mücahit’ mânâsına gelir. Alperen’in bir elinde tesbihi, diğer elinde silâhı vardır. Alperen, Hakk yolunda O’nun rızası için mücadele eder. Bir ayağı dergâhta, diğer ayağı ordugâhtadır. Osmanlı, alperenler sayesinde bir cihan devleti olabilmiş; ‘cihan hâkimiyeti mefkûresi’ ile ‘nizam-ı âlemi’ tesis edebilmiştir.
Aradan uzun yüzyıllar geçtikten sonra 21. asrın Türkiyesi’nde ‘alperen’ sıfatına en çok yakışan ve Hoca Ahmed Yesevî’yi günümüzde temsile en fazla lâyık isim, hiç şüphesiz ‘Muhsin Yazıcoğlu’ idi. Muhsin Başkan, yiğitliğiyle, imanıyla, ahlâkıyla ve mücadelesiyle tam bir alperendi...
***
Muhsin Yazıcıoğlu çileli bir dâva adamıydı. 55 yıl sürebilen bütün ömrü boyunca daima çile çekmiş; hayatının en güzel gençlik yıllarını haksız yere tutuklu olarak işkenceler altında hücrelerde geçirmişti.
‘Çile’ şairi üstâd Necip Fâzıl, meşhur şiirini şöyle bitirir:
‘Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Buricik meselem, Sonsuza varmak...’
Benim ince ruhlu şair Muhsin Gardaşım da zindanda hürriyet özlemi, tahassür ve Hakk aşkıyla yazdığı ‘Üşüyorum’ adlı şiirinde şöyle sesleniyor:
‘Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum... ’
Ne hazin bir tecellîdir ki, Muhsin Gardaşım, koskoca Türkiye Devleti’nin gözü önünde üşüyerek ve donarak Hakka yürüdü. Dostu Bülent Uygun, O’nun için yazdığı duygulu şiirinde şöyle söylüyor:
‘Şüphe yok, herkes Rabbine döner
Kekik kokulu değil artık dağlarım
Üstünde ağlamaklı yılkı atları
Biliyorum üşümeyeceksin bir daha
Çünkü üstünde Resul’ün kanatları.’
***
O’nun arkasında bir milyona yakın insan yürüdüyse, bunun sebebi, sadece bir siyasî parti genel başkanı olmasından değildir. Zira O’nu herkes çok seviyor ve takdir ediyordu. BBP’li bir dost, kalabalığı göstererek “Muhsin Başkan, en büyük mitingini yaptı” dedi. Siyasette çile çekmiş biri olarak bu esprinin altındaki sitemi anlıyordum. Zira halkımız hem O’nu çok seviyor ve takdir ediyor, hem de yüzde 10’luk barajı geçemez de oyum boşa gider düşüncesiyle oyunu vermiyordu. Sanki bazılarına verdikleri oylar boşa gitmemiş gibi...
Muhsin Bey, hep çileye talip olmuş, hep çile çekmiştir. Düşünebiliyor musunuz? Henüz 14
yaşında vatanını, bayrağını, ezanını, millî ve manevî değerlerini korumak için mücadeleye başla.
12 Eylül Darbecileri’nin paspasa çevirdiği yargı tarafından tam 7,5 yıl seni zindanlarda çürütsünler; akla hayale gelmez işkencelerle 5,5 yılını hücrede geçir. Daha sonra 1992 Genel Seçimleri’nde, mimarı olduğun seçim ittifakında teklif edilen başbakan yardımcılığını ve bakanlığı elinin tersiyle itebilecek kadar gani gönüllü ol...
Nihayet 1992’de dişiyle tırnağıyla kurduğun Büyük Birlik Partisi (BBP ) için hiçbir ikbal
beklemeden 17 sene uğraş... Buna çile
denmez de ne denir?...
O’nun inancı, fedakârlığı ve çilesi hakkında sayfalarca yazsak bitiremeyiz. Hapisteyken arkadaşlarıyla birlikte 3500 hatim indirdiklerini, bizzat kendisinin devamlı Kur’an okuyarak maneviyatını koruduğunu, su bulamadığında elini duvarlara sürerek teyemmümle abdest aldığını yazdığımı bilseydi bana ne kadar kızardı kimbilir?...
Ya, yurtdışına kaçırılma teklifini reddederek ‘Ben arkadaşlarımla birlikte hapiste çile çekeceğim’ demesine; avukatı Şerafettin Yılmaz kendisi için tahliye talebinde bulunmak istediğinde, ‘Dâva arkadaşlarım beni mahkeme salonunda görmezlerse moralleri bozulur’ diyerek buna mâni olmasına ne demeli?!...
***
O, yiğit doğdu, yiğit yaşadı ve yiğitçe öldü. Göksun’un dağları üç gün kapanıp yol vermeyerek milyonlarca müminin O’nun için uzun uzun duâ etmesini sağladı.
Alperenimizi, Taceddin Dergâhı’na, çok sevdiği İstiklâl Marşı şairimiz merhum Mehmet Âkif’in evinin yanına defnettik. Derviş gönüllü Muhsin Başkan’ın mezarına, Türkiye’nin her yerinden, ayrıca Mekke, Medine, Bosna, Kosova, Musul’dan getirilen topraklar serpildi. O’nu Itrî’nin tekbiriyle uğurlarken, bir an kulaklarımda Yahya Kemal’in ‘Rindlerin Ölümü’ çınlar gibi oldu:
‘Ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin selviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.’
***
O, bir şehitti. Kendi şahsî hırsı ve menfaatleri için uğraşan sıradan bir politikacı değil; Allah rızası için mücadele eden mücahit bir Alperen idi.
Alperen Muhsin Yazıcıoğlu, özlemini çektiği ‘sonsuzluğun sahibi’ne ulaştı. O’nu sadece Tâceddin Dergâhı’na değil, kalplerimize gömdük.
Bitişiğinden Mehmet Âkif’in O’na şöyle seslendiğini duyar gibi oluyorum:
‘Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor peygamber.’
Aradan uzun yüzyıllar geçtikten sonra 21. asrın Türkiyesi’nde ‘alperen’ sıfatına en çok yakışan ve Hoca Ahmed Yesevî’yi günümüzde temsile en fazla lâyık isim, hiç şüphesiz ‘Muhsin Yazıcoğlu’ idi. Muhsin Başkan, yiğitliğiyle, imanıyla, ahlâkıyla ve mücadelesiyle tam bir alperendi...
***
Muhsin Yazıcıoğlu çileli bir dâva adamıydı. 55 yıl sürebilen bütün ömrü boyunca daima çile çekmiş; hayatının en güzel gençlik yıllarını haksız yere tutuklu olarak işkenceler altında hücrelerde geçirmişti.
‘Çile’ şairi üstâd Necip Fâzıl, meşhur şiirini şöyle bitirir:
‘Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Buricik meselem, Sonsuza varmak...’
Benim ince ruhlu şair Muhsin Gardaşım da zindanda hürriyet özlemi, tahassür ve Hakk aşkıyla yazdığı ‘Üşüyorum’ adlı şiirinde şöyle sesleniyor:
‘Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum... ’
Ne hazin bir tecellîdir ki, Muhsin Gardaşım, koskoca Türkiye Devleti’nin gözü önünde üşüyerek ve donarak Hakka yürüdü. Dostu Bülent Uygun, O’nun için yazdığı duygulu şiirinde şöyle söylüyor:
‘Şüphe yok, herkes Rabbine döner
Kekik kokulu değil artık dağlarım
Üstünde ağlamaklı yılkı atları
Biliyorum üşümeyeceksin bir daha
Çünkü üstünde Resul’ün kanatları.’
***
O’nun arkasında bir milyona yakın insan yürüdüyse, bunun sebebi, sadece bir siyasî parti genel başkanı olmasından değildir. Zira O’nu herkes çok seviyor ve takdir ediyordu. BBP’li bir dost, kalabalığı göstererek “Muhsin Başkan, en büyük mitingini yaptı” dedi. Siyasette çile çekmiş biri olarak bu esprinin altındaki sitemi anlıyordum. Zira halkımız hem O’nu çok seviyor ve takdir ediyor, hem de yüzde 10’luk barajı geçemez de oyum boşa gider düşüncesiyle oyunu vermiyordu. Sanki bazılarına verdikleri oylar boşa gitmemiş gibi...
Muhsin Bey, hep çileye talip olmuş, hep çile çekmiştir. Düşünebiliyor musunuz? Henüz 14
yaşında vatanını, bayrağını, ezanını, millî ve manevî değerlerini korumak için mücadeleye başla.
12 Eylül Darbecileri’nin paspasa çevirdiği yargı tarafından tam 7,5 yıl seni zindanlarda çürütsünler; akla hayale gelmez işkencelerle 5,5 yılını hücrede geçir. Daha sonra 1992 Genel Seçimleri’nde, mimarı olduğun seçim ittifakında teklif edilen başbakan yardımcılığını ve bakanlığı elinin tersiyle itebilecek kadar gani gönüllü ol...
Nihayet 1992’de dişiyle tırnağıyla kurduğun Büyük Birlik Partisi (BBP ) için hiçbir ikbal
beklemeden 17 sene uğraş... Buna çile
denmez de ne denir?...
O’nun inancı, fedakârlığı ve çilesi hakkında sayfalarca yazsak bitiremeyiz. Hapisteyken arkadaşlarıyla birlikte 3500 hatim indirdiklerini, bizzat kendisinin devamlı Kur’an okuyarak maneviyatını koruduğunu, su bulamadığında elini duvarlara sürerek teyemmümle abdest aldığını yazdığımı bilseydi bana ne kadar kızardı kimbilir?...
Ya, yurtdışına kaçırılma teklifini reddederek ‘Ben arkadaşlarımla birlikte hapiste çile çekeceğim’ demesine; avukatı Şerafettin Yılmaz kendisi için tahliye talebinde bulunmak istediğinde, ‘Dâva arkadaşlarım beni mahkeme salonunda görmezlerse moralleri bozulur’ diyerek buna mâni olmasına ne demeli?!...
***
O, yiğit doğdu, yiğit yaşadı ve yiğitçe öldü. Göksun’un dağları üç gün kapanıp yol vermeyerek milyonlarca müminin O’nun için uzun uzun duâ etmesini sağladı.
Alperenimizi, Taceddin Dergâhı’na, çok sevdiği İstiklâl Marşı şairimiz merhum Mehmet Âkif’in evinin yanına defnettik. Derviş gönüllü Muhsin Başkan’ın mezarına, Türkiye’nin her yerinden, ayrıca Mekke, Medine, Bosna, Kosova, Musul’dan getirilen topraklar serpildi. O’nu Itrî’nin tekbiriyle uğurlarken, bir an kulaklarımda Yahya Kemal’in ‘Rindlerin Ölümü’ çınlar gibi oldu:
‘Ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin selviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.’
***
O, bir şehitti. Kendi şahsî hırsı ve menfaatleri için uğraşan sıradan bir politikacı değil; Allah rızası için mücadele eden mücahit bir Alperen idi.
Alperen Muhsin Yazıcıoğlu, özlemini çektiği ‘sonsuzluğun sahibi’ne ulaştı. O’nu sadece Tâceddin Dergâhı’na değil, kalplerimize gömdük.
Bitişiğinden Mehmet Âkif’in O’na şöyle seslendiğini duyar gibi oluyorum:
‘Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor peygamber.’