One minute İsrail Tohumları!

Tarafıma e-mail ile gönderilmiş biraz aşağıdaki yazıyı dikkatle okumanızı ve lütfen gereğini yapmanızı çok rica ederim.

Türkiye ziraati (tarımı) çökertilmiştir.

Eskiden dünyanın altı tahıl deposundan biri olan ülkemiz şimdi halkının ekmeklik buğdayını dışarıdan getirtiyor.

Hayvancılığımız çökertilmiştir. Halkımızın ihtiyacına yetecek besi hayvanı yetiştiremediğimiz için dışarıdan, islâmî usullerle kesilmemiş murdar leş ithal ediyoruz.

Balıkçılığımızın durumu hiç parlak değil.

Meyve ve sebzelerde aşırı miktarda hormon ve kimyevî madde var. Yüz milyonlarca insanı doyurabilecek topraklarımız doğru dürüst ekilmiyor. Arazilerimiz bomboş, yeteri kadar ziraat yapılmıyor. Muazzam miktarda tarım toprağı yapılaşmaya açılmış, betonlaştırılmıştır.

Hayli bal üretiyoruz ama bunların büyük kısmı şekerli sahte ballar. Halkımıza BÜYÜK MİKTARDA ehlî domuz, yaban domuzu, eşek eti yediriliyor.

Beyaz francalalarda en az dört kimyevî madde var, bunlar halkın sağlığını dinamitliyor.

Halkın yarısı hasta.

Kanser korkunç bir hızla yayılıyor.

Gıda maddelerine ve meşrubata 300 kadar kimyevî aroma, koruyucu, renklendirici madde katılıyor.

Artık eski domatesler yok.

Eski meyveler sebzeler yok.

Maydanozlar bile bir acayipleşti.

Nerede eski tavukların tadı, nerede yeni besi tavukları.

Piyasayı genleriyle oynanmış Frankeştayn meyve ve sebzeler istilâ etti.

Yerli ve millî tohumu olmayan meyve ve sebzeler.

Bunlar bize İsrail'den geliyor. Büyük miktarda paramızı alıyor ve karşılığında bize ölüm ve hastalık satıyorlar.

Türkiye halkı sinsi bir soykırım karşısındadır.

Bunlara kim one minute diyecek?

30 Tarım fakültemiz niçin kendi sebzelerimizin ve meyvelerimizin tohumlarını araştırıp, geliştirip, üretip satmıyor?

Bu konuda niçin İsrail'e bağımlıyız?

Artık yeter demenin zamanı geldi ve geçti...

Evet çok rica ediyorum aşağıdaki yazıyı dikkatle okuyunuz.

Okuduktan sonra en az on kişiye durumu anlatınız.

Teşekkürler...

İşte o yazı:

SOS İsrail Tohumları!

Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı'mızda

115 bin kişi çalışıyor.

70 tane üniversitemiz,

30 tane ziraat fakültemiz,

50 tane tarım araştırma enstitümüz,

10 bin İŞSİZ ziraat mühendisimiz var.

Buna rağmen Türkiye tohumda tamamen dışa bağımlı. Ve tek kelimeyle tohumun patronu İsrail.

İsrailli araştırmacıların genleriyle oynayarak, gül veya limon kokulu domates yetiştirdiğini Şalom Gazetesi'nin internet sayfasından biraz araştırıp okuyabilirsiniz. İstediğiniz şekle sahip domatesleri bile bulabilirsiniz; çekirdeksiz, kalp şeklinde, salatalık şeklinde, dilimli...

Yani genlerle oynama meselesi yüzde yüz doğru.

Gelelim başka doğrulara:

Bu tohumların bir ekimlik olduğunu bilmeyen yok.

Yani İsrail'den bir defa tohum almakla kurtulamıyorsunuz.

Bir gram tohumun fiyatı her dönemde neredeyse bir gram altına denk oldu.

Üstelik İsrail tohumunu toprağa bir ektiniz mi artık isteseniz de yerli tohuma dönemiyorsunuz.

Genetik tohum o toprağa da zarar veriyor. Artık hep bu genetik tohumu kullanmak zorundasınız. 50-70 yıl sonra ise toprak kanserojen maddelerle dolduğu için artık tamamen kullanılmaz hale geliyor.

Buna en güzel örnek:

Türkiye'nin patates deposu olan Niğde ve Nevşehir bölgelerinde yetiştirilen patateslerde kanserojen maddeye rastlandığı için artık patates ekimine izin verilmemesidir.

Yani İsrail tohumu tek başına satmıyor. Tohum alana hastalığı bedava veriyor!..

Tohumların içine hastalık yerleştiren İsrail bu sayede ziraî ilaç satımını da garanti altına almış oluyor.

Bütün bu acı tabloya rağmen Türkiye'de yabancıların menfaatine çalışan bir patent sistemi işletiliyor.

Ne korkunç!

Köylü kendi bahçesinde tohum bırakamayacak.

Yoksa uluslararası mahkemede yargılanacak!

Şu anda dünyada İsrail tohumu kullanma yasası çıkartan ilk ülke işgal altındaki Irak'tır.

İkincisi de biz olacağız.

EY VATANDAŞ AKLINI BAŞINA DEVŞİR!..

SOR SORUŞTUR, GAFİL OLMA!..

Bu yazıyı okursan, ister paylaş ister paylaşma umurumda değil ama bilip de susmak ortak olmaktır bunu bari hatırla...

(Yazıyı gönderen Sezgin bey dostuma ve kaleme alan Güliz hanıma teşekkürlerimi sunarım.)

* (İkinci yazı)

Yatak Odalarına Kamera Yerleştirenler

Medenî bir devlet elbette yabancı devletlerin casuslarını takip edebilir, araştırabilir, istihbarat yapabilir.

Yine, teröristleri, şiddet eylemleri hazırlayanları tecessüs edebilir.

Organize suç örgütlerini,

Uyuşturucu mafyalarını,

Fuhuş tacirlerini takip edebilir.

Bunlar aleyhinde delil toplayabilir.

Hakim kararı olması şartıyla telefonları dinleyebilir.

Lakin devlet muhalif partileri tecessüs edemez.

Muhaliflerin evlerine, yatak odalarına gizli kamera ve mikrofon yerleştiremez.

BÜTÜN telefonları dinleyemez,

BÜTÜN bilgisayarlara giremez,

Böyle işleri, devletin dışındaki paralel/derin devletler de yapamaz.

Devlet, vatandaşların özel hayatlarına karışamaz.

Devlet, vatandaşların gizli ayıplarını araştıramaz, fâş edemez.

Evlere, işyerlerine, parti merkezlerine, derneklerin idare binalarına gizlice girip, oralara gizli kameralar ve mikrofonlar yerleştirmek hukuka, ahlâka, kanuna aykırıdır.

Bu maksatla devletin ve halkın bütçelerinden büyük para harcayanlar suçludur ve ahlâksızdır.

Bu gibi metotlar hukuk devletine yakışmaz.

Bunlar makyavelist metotlardır.

Sultan Abdülhamid zamanında jurnalcilik vardı ama Hilafet-i islâmiyeye ve Saltanat-ı seniyyeye karşı olan kişileri ve grupları tesirsiz hale getirmek, onların muzır faaliyetlerini önlemek, fitne ve fesada sed çekmek için yapılmıyordu.

Sultan Abdülhamid zamanında insanların özel hayatlarına, belden aşağısına karışılmamıştır.

Hiçbir muhalefet lideri, yatak odasına konulan gizli kamera yüzünden istifaya mecbur kılınmamalıdır.

Bu metot yaygınlaşırsa kirlilik ve pislik artar.

Cenâb-ı Hakk'ın güzel isimlerinden biri Settarü'l-uyub'tur, ayıpları örtendir.

Müslümanların da birbirlerine karşı settar olmaları gerekir. Yani mü'min mü'minin gizli ayıplarını araştırmaz. Öğrenirse bunları yaymaz, aksine gizler.

İslâm ahlâkı böyle yapılmasını emr ediyor.

İnsanların gizli ayıpları ve günahları onların kazuratı gibidir. Hiçbir temiz, faziletli, ahlâklı Müslüman kazuratları karıştırmaz. Karıştırırsa lağım faresi olur.

Müslümanlar âşikâre, cehrî, açık günahlara, fısk ve fücura karşı çıkarlar.

Bir örnek vereyim:

Adam veya kadın evinde çırılçıplak geziyor. Bunu araştırmaya ve buna karışmaya hakkımız yoktur.

Adam veya karı sokakta, plajda, umuma açık yerlerde çıplak geziyor. Bu bir açık fısktır, bunu tenkit ederiz, bu konuda emr bi'l-mâruf ve nehy 'ani'l-münker yaparız. Nasıl yaparız? Kendi heva ve re'yimize göre değil, fıkıh ve Şeriatin öngördüğü şekilde.

Son hadiseye gelelim:

Koskoca muhalefet liderinin yatak odasına kimler, nasıl girmişler ve gizli kamera yerleştirmişlerdir?

Böyle bir şey amatörlerin, sıradan hırsızların, küçük şerirlerin yapacağı, yapabileceği şeyler değildir.

Bu iş büyük uzmanlık, büyük maharet ister.

Kim yaptıysa çok kötü bir iş yapmış, çok kötü bir çığır açmıştır.

Bunu yapanlar ileride kendileri rezil ü rüsvay olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar