Av. Mehmet YALÇINKAYA
ÖLÜMLE RANDEVU
Telefonum acı acı çalınca elimde olmadan arayandan önce saatime baktım. 02.14’ü gösteriyordu. Arayan mesleğe yeni başlamış genç bir avukat arkadaşımdı. İnşallah ters bir şey yoktur düşüncesi ile telefonu açtım.
-Ağabey, bu saatte aradığım için özür dilerim ama aile büyükleri benden tecrübeli bir avukat talep ettiler. Şu anda Çapa Tıp’tayım. Mutlaka senin gelip görmen gereken bir olay var. Ayrıntıları gelince konuşuruz, dedi. Yarım saat sonra hastanedeydim.
Odaya girip Bahriye’yi yatağında gördüğümde hissettiğim ilk şey insanlığımdan utanmak oldu. Bir insan başka bir insana -sebebi ne olursa olsun- bu vahşeti nasıl yapabilirdi?
Bahriye’nin sol yanağı o kadar şişmişti ki, sol gözü yerine belli belirsiz kaş gibi ince bir çizgi vardı. Göz çukuru tamamen kapanmıştı. Doktorun ifadesine göre sol kulağının zarı patlamış, bir daha duyma şansını kaybetmişti. Sol eli kırılmış, el parmaklarındaki kırık sayısını doktoru bile saymaktan vazgeçmişti. Vücudundaki darp izleri yüzünden kadının ten rengi bambaşka bir renge bürünmüştü sanki.
Her iki ayağının dizlerinin altından ayak bileklerine kadar bir santimetre büyüklüğünde kesik izleri vardı. Bu nasıl olmuş diye Bahriye’nin ablasına sordum. Ellerini ayaklarını bağlayıp falçata ile hafif hafif çizikler atmış. Servi, asma, meşe, kanarya otu, söğüt ve tütün gibi daha ismini bilemediği otları ayrı ayrı toz haline getirip, balmumu ile karıştırarak lapa elde etmiş, çizik atar atmaz bu lapayı sürerek kanamayı durdurmuş ve bu işlemi ayrı zamanlarda defalarca yapmış.
Asıl şoku ablası sırtını gösterince yaşadım. Bu yaşıma kadar bırakın çıplak gözle görmeyi, seyrettiğim onca film de bile böyle bir işkence izi görmedim. Gördüğüm manzarayı anlatabilecek kelime bulamıyorum. Hani kölelerin dramını anlatan filmlerin olmazsa olmaz bir sahnesi vardır: Sudan bir sebeple, kölenin sahibi köleyi kırbaçlar ve sırtında kırbaç izlerinden oluşan yarıklar olur ya işte öyle yaralar. Ablası “Bilgisayar kablosunu ikiye katlayarak vurmuş. Bu kadar eziyete dayanarak beni daha çok tahrik ediyorsun demiş ve bayılıncaya kadar kardeşimi dövmüş. Ardından beni aradı gelin kardeşinizin cesedini alın diye. Eve vardığımda ölmüş zannettim, 112’yi aradım, gelen görevliler ölmediğini anlayınca buraya getirdiler, ben gelmeden kocası evden kaçmış” diyerek cevap verdi.
Sekiz yaşlarında bir kız annesine yapılan işkence izleri bahsettiklerim. Sıradan bir işkenceden veya ayda yılda bir öfke patlaması sonucu yapılan darptan değil, hemen her gün planlanarak yapılan bir saldırıdan bahsediyorum.
Ertesi gün işe, suç duyurusu ile başladım. Dosya kendisine verilen savcımıza çektiğim fotoğrafları sundum. Fotoğrafların aynı gün çekilmiş olabileceğine o bile inanmak istemedi. Böyle bir sistemli işkence karşısında çok şaşırdı.
İlerleyen zamanlarda mahkemeden, kocanın Bahriye’ye, sekiz yaşındaki kızına ve mesken olarak kullandıkları daireye 100 metreden daha fazla yaklaşmaması kararı aldırdım. Ama hayati tehlikeyi atlatan Bahriye’nin durumunu gözeten mahkeme, tutuklama istemini reddetti. Sıradan ve rutin görünen bu karar belki de bir daha geri dönülmez bir yolun başlangıcı oldu.
Boşanma davası devam ederken, Bahriye’nin abisi Tarık beni aradı ve özel görüşmek istediğini söyledi. Ofisime geldiğinde üzerinde taşıdığı gerginliği anlamamak için insanın kör olması lazımdı. Öncelikle konuşulanların aramızda kalması gerektiği, ne suretle olursa olsun Bahriye’nin bu konuşulanlardan şimdilik haberi olmamasının önemli olduğunu hatırlattı.
-Dün akşam aile meclisi toplandı. Bahriye’nin boşanması halinde babam ve abisi olarak ben kardeşime sahip çıkacağız ve evimize geri alacağız. Ancak yeğenimi kesinlikle istemiyoruz.
- Anlamadım. Yani Bahriye kabul, çocuk ne olursa olsun mu demek istiyorsun?
- Nasıl yorumladığınıza bağlı. O adamın hiçbir şeyini kabul etmediğimiz gibi çocuğunu da kabul etmiyoruz. Boşanma sonucu çocuk babaya verilsin o baksın.
Aklıma aylar önce hastanede gördüğüm manzara geldi. Ya ben hafıza kaybı yaşıyordum ya da bunlar bir akıl tutulması içindeydiler. Söyleyecek söz bulamadım. Daha doğrusu böyle vicdansız karar alabilen insanlara -iki kız babası olarak- ne söylersem söyleyeyim fayda vermeyeceğini anladım. Anneye bu işkenceleri yapan bir baba kızına neler yapmazdı?
Anlatamadım.
Kızın durumu ile ilgili hukuki statüyü defalarca söyledim. Sebep olarak işkence ve ölüm korkusu gösterilen bu boşanma davasında, velayetin biz istemesek bile mahkeme tarafından babaya verilmesinin söz konusu olamayacağını belirttim ama nafile. Nuh diyor peygamber demiyordu. Şayet çocuk babada kalmayacaksa boşanma davasından vazgeçeceklerini söyledi. Son söz olarak kendisine,
-Ben sizin değil Bahriye Hanım’ın avukatıyım. Kendisi gelip, benim huzurumda kendi el yazısı ile çocuğu istemediğini yazıp imzalamazsa bu konuda hiçbir şey yapamam, mahkemeye dilekçe falan sunamam, dedim.
İki gün sonra Bahriye geldi. İki gözü iki çeşme ağladı, çaresizliğine veryansın etti. Ablasından başka ilgilenenin olmadığını, sekiz aydır çocuğu yüzünden babasının kendisini eve kabul etmediğini söyledi.
-Babamın evine kızımı ablamda bırakıp öyle gidiyorum. Kocamın üç tane kız kardeşi var, kocam hepsini çocuğuma veya bana sahip çıkarlarsa öldürmekle tehdit etmiş, bu yüzden hiçbiri benimle görüşmüyor, dedi.
Ağlayarak çocuğun velayetinin babaya bırakılması dilekçesini yazıp imzaladı.
Karar duruşmasına bir gün kala beni aradı. Bacanağının tehditlerinden korkan eniştesi bu akşam benim evimde kalamazsın nereye gidersen git demiş. Babası ve abisi karar duruşmasında İstanbul’da bulunmamak için evi kapatıp memleketlerine gitmişler. Bana “resmen sokakta kaldım avukat bey” dedi. Bir gecelik otele yerleştirdim.
Duruşmada hâkime hanım boşanmak isteyip istemediğini sordu. Bahriye,
-Efendim kocamla aramızda çok sorun yaşadık, evet fiziksel şiddet gördüm. Ama o benim kocam, çocuğumun babası, benden özür diledi, gönlümü de aldı, ben boşanmak istemiyorum, davamı da geri çekiyorum, dedi.
Kelimenin tam anlamı ile donakaldım. Bahriye, kulağıma eğilip;
-Avukat bey siz her şeyi yaptınız, Allah sizden razı olsun. Benim kaderim bu, hakkınızı helal ediniz, kızım olmadan asla yaşayamam, diye fısıldadı.
Çıkışta Bahriye’nin elinden tutan kocası biran önce oradan uzaklaşmayı tercih etti. Arkalarından bakarken gözyaşlarıma mani olamadım. Çünkü çaresiz bir kadını ölüme gönderdiğimi biliyordum.
Aradan tam altı ay geçmişti. Gece 01.19’da telefonum yine acı acı çaldı. Hayırlısı deyip telefonu açtım. Arayan Zeytinburnu Şehit Bülent Üstün Karakolu'ndan adının Nevzat olduğunu söyleyen komiserdi.
-Bahriye adındaki bir kadın kocasını öldürüp bize teslim oldu, hiç konuşmadı sadece sizin adınızı ve telefonunuzu verdi.
Hemen gittim. Bahriye;
-Duruşma gecesi sizden sonra kocam beni aradı. Ben de telefonu açmış bulundum. Şayet vazgeçmezsem beni ve kızımı kaçırıp aynı işkenceleri gözümün önünde kızıma yapacağını söyledi. Ayrıca annemi, babamı, kardeşlerimi bana yardım eden kim varsa hatta sizi bile öldüreceğini anlattı. Kızımın başına bir şey gelecek diye korktum. Boşanmaktan vazgeçtim. Altı ay sabrettim, bu geceye kadar. Bu gece kızımın üzerinde sigara söndürünce öldürmeye karar verdim, diyebildi.
Ertesi gün gazetelerin üçüncü sayfasında şöyle bir haber okudum:
Etrafında sakin, çalışkan ve sevilen birisi olarak bilinen genç mühendis, cinnet geçiren karısı tarafından tam 27 yerinden bıçaklanarak öldürüldü…
NOT: Sevgili okurlarım, bu yazım başka bir internet sitesinde daha önce yayınlanmıştı. Ne hayatlar var bir kere daha hatırlatmak için Habername’deki köşemde tekrar yayınlıyorum. Selam ve hürmetlerimle...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.