Bahattin KARAGÖZ
OLAYLAR MI YORUYOR YOKSA YORUMLAR MI?
Gündelik hayat kendi akışında devam ediyor. Ara sıra bir hay huy içine sokuluyoruz. O zaman hayat monoton olmaktan çıkıyor, yeniden algılanmaya ve yorumlanmaya kalkışılıyor.
Hay (Esmaülhüsna’dan) da, Huy (derviş zikrinden) da Cenab-ı Allah’ı simgeler. Esasen Hay’dan gelip Huy’a gidiyoruz da, biz bu sözü çok değişik anlamlara, nadanca kapsamlara çeker olmuşuz, içini boşaltmış, olağan üstülüğünü aleladeliğe çevirmişiz. Hay’a havale ettiklerimiz hayasızlar olmuş, Huy’a yöneltmek istediklerimiz huy’suzluğu benimsemiş…
Her işine Besmele (Allah c.c. adı) ile başlamak alışkanlığındaki milletimiz, hareketin başında ve başlangıcında yanındakine ‘’Hay, de!’’ diye hatırlatmada bulunmuştur. Bazıları bu söyleyişi, en eski halindeki şekliyle, ‘’Hay, di!’’ ve bozulmuş haliyle de ‘’Ha, di’’ye çevirmişlerdir. Gerçi ‘’Hadi’’ de Allah’ın bir başka adına işaret ediyor olarak da kabul edilebilir. Keza pek çok deyişte, dervişçe bir komut olan ‘’Hu, dey!’’ de Allah denmesini, Allah’ın bu bahsedilen adının zikredilmesini istemek maksadıyla kullanılmaktadır. Ankara’mızın bir meşhur halk oyunu olan Fidayda’sının ‘’HU dey,de’’ den bozulma söyleyiş olduğu da diğer isimlendirme tarzlarından çok iyi anlaşılmaktadır…
Çok iyi bilinen bir söz vardır, yeri geldiği için tekrarlamakta yarar görüyorum:
‘’Küçük beyin(li bey)ler kişileri, ortalama beyin(li bey)ler olayları, büyük beyinler ise fikirleri tartışıp değerlendirirler.’’
Kişilerin tavır ve hareketlerini genelleyerek bir topluluk, meslek yahut zümre hakkında yanlış değerlendirmeler yapanları çevremizde çok görürüz. Bu, bir çıkmaz sokaktır. Kişilikler aşınır, biter fakat edilecek söz bir türlü bitmez. Buna ister dedikodu diyelim, ister yerme yahut övme sayalım, sonuç değişmez.
Hele olaylar söz konusu olursa, durum daha da karmaşık bir hal alır. Bu sefer göz önünde olan bir kişilik değildir, bu yüzden hakkında tartışıp değerlendirme yapanların belki tamamıyla bilemedikleri bir konuda, körlerin tuttuğu herhangi bir uzvundan dolayı fili farklı farklı tanımlaması gibi , karanlıkta el yordamıyla tutunacak dal veya duvar arama temrininden başka bir anlama gelmeyecek apaçık büyük hatalar yapmak kaçınılmazdır. Olayı bütün yönleriyle kavramadan yürünerek varılacak hükümler sağlamlıktan çok uzak olmaya mahkumdur. İşte ülkemizin zaman zaman kilitlendiği, avara kasnak gibi boş harcamalar yaptığı polisiye olayların değerlendirilmesi de böyle bir haldir. Bazen ortaya atılan eksik veya tamamen yanlış yolsuzluk iddiaları, usulsüzlük uygulamaları, karanlık olayların sorumlularının kimler olacağı… oynanan futbol maçlarından sonra hakem kararlarını tartışan spor yorumcularından daha güvenilir bir ikna ortamı sağlamaktan hep uzak kalacaktır.
Eğer tartışma ve değerlendirme zemini fikirler üzerine oturtulursa, taraflardan her birinin bir diğerinin doğrularını gerçek olarak kabul etmesi işten bile değildir. Ama burada fikirler hakkında konuşmadan önce en azından belirli bir bilgi seviyesine sahip olmak gerekliliği göz ardı edilmemelidir. Çünkü bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya kalkışmak gülünçtür. Kaldı ki böyle bir zeminde fikirleri tartıştırıp (yahut çarpıştırıp) bunlardan gerçeğe dair şimşekler çaktırmak hiç de mümkün görünmemektedir. Savunulan fikirlerin kendi bütünlüğü içinde bir tutarlılık göstermesi onun üstünlüğüne, kendi kendiyle çelişmesi ise onun sakatlığına işaret eder. Bilen kişilerin değerlendirmeleri bir ortaklaşa müzakere mahiyetini kazanırken, eksik bilgili kişilerin fikir temelli tartışmaları ise tam bir inatlaşma ve kavga halini doğurmaktadır.
Şimdi bu hassas ilkelerle değerlendirmemiz gereken ülkemizdeki gelişmeler önümüzde durmaktadır.
Ülkemizde evlilikler kız ve erkek tarafının yüzde yüz onayladığı durumlar olmasa bile, çoğunlukla kabullendiği ve cezalandırmaya kalkışmadığı oldubittilerdir. Bu evlilikler Müslim ile gayri Müslim arasında olsa da aynı özelliği taşır. Yüz yıllardır Anadolu toprakları farklı kültürleri harmanlamış, etnik yapıları kucaklaştırmış ve yoğrula yoğrula bugünkü haline gelmiştir. Bu topraklara Türk ve İslam mührü silinmemek üzere kazınmıştır. Yine bu topraklar Türkçe’nin tılsımıyla bağrındaki her bireyin anlaşabildiğine şahit olmuştur.
Şimdi çatlak sesler, saklanmış niyetler fark ediyoruz.
Daha yakın günlerde Mersin’de bir sanatçı (Sarp Öztürk), kendisinden Kürtçe şarkı isteyen bir dinleyicisinin isteğini Kürtçe bilmediği için karşılayamadığından dolayı program çıkışındaki bir silahlı saldırıya muhatap olup öldürülüyor. Olayın basınımızda alışageldiğimiz kışkırtıcılık üslubuyla verilmemiş olmasını takdirle karşılıyorum. Ama yine aynı basının bu durumun tersi de yaşanmış olsa aynı duyarlılıkta davranabileceğine ben kendimi inandırmakta güçlük çekiyorum. Yani Kürtçe şarkı söylemesine hoş bakılmayan bir sanatçı programından sonra kendisini uyaran kişilerce –Allah göstermesin- yaralansa veya öldürülmesine sebebiyet verilse, böyle bir yangın durumuna nasıl körükle gidilebileceğini, hangi kalemşörlerin bizzat silahşörlüğe ve tetikçiliğe soyunabileceğini çok iyi tasavvur edebiliyoruz. Her zaman asker, polis, sivil savunma ve itfaiye gibi örgütler tatbikat yapıp olası durumlarda nasıl davranacaklarını alışkanlık haline getirirken bizim basınımızda doğabilecek bu kabil olaylar karşısında nasıl bir üslup kullanılacağı niçin talim edilmez, bunu şimdiye kadar anlayabilmiş değilim. Belki de böyle zıddına bir davranışla emredilen ve eğitilen kişiler vardır diye şüphelenmek gerekmektedir.
Yine bu günlerde üniversite gençliği mobilize duruma sokulmaya çalışılmaktadır. Ölçüsüz protestolar, kendi devlet unsurlarını yadırgayıcı görmeler alkışlanmakta, hoş görü sınırı azgınlığa kapı aralar tarzda zorlanmaktadır. Ne iktidarlar protestoları olmamış gibi görme lüksüne sahiptir, ne de protestocular her istediklerini hemen olduracak yetkili bir konumda oldukları yanılgısını yaşayarak talihsizlik gösterebilirler.
Diğer bir mercek altına alınması gereken olay da, İstanbul’da bir Müslüman erkekle (Zekeriya) hristiyan bir kızın(Sonay) evlenmesine rıza göstermeyen fanatik hristiyan ağabeyin, birlikte yemek yedikleri lokantadan çıktıktan sonra sürdürdükleri tartışma sonucu araba içinde genç çifti silahla öldürmesidir. Düğünün kilisede yapılmaması kızın ağabeyini küplere bindirmiştir. Daha sonra anlaşılmıştır ki, Müslüman olan genç de kız tarafı gibi Ermeni’dir ve ailesi birkaç kuşak önce Müslüman olmuştur. Asla arzulamayız ama, varsayalım ki bu durumun tersi yaşansaydı, ne fırtınalar kopartılırdı? Müslümanların hristiyanlara baskısı, bir etnik varlığın imhasına yönelik saldırının yansıması vs. şeklinde ne naneler işitirdik…
Demek ki, aslında bizi hayatın ayrışmaz bir parçası olan olaylardan daha çok, meydana gelen olayların yorumlanması yormaktadır. Bu yorumlar, olayların ibret alınacak bir özellik taşımasını sağlayabildiği gibi, yeni olayların tetiklenmesine de yol açabilmektedir. Basın mensuplarının herkesten önce gerekli ve yeterli basirete, sağ duyuya sahip olması elzemdir.
Selam ve saygılarımla..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.