Ramazan KERPETEN
O EN EMİN’İN (S.A.S.) EMANETLERİ…
“O, kendisine uyulan, emîn bir elçidir” (Tekvir, 81/21)
Emin idi namın; Muhammed-ül Emin (s.a.s.)!
Cahiliye devrinde bile seni böyle çağırmakta ve anmaktaydılar; dürüstlüğün ve güvenilirliğin sebebiyle… Şimdi Efendim (s.a.s.), bu âleme teşrif yıl dönümünü idrak etmekteyiz.
Evet Efendim; “Emin”liğin, peygamberliğinin alametiydi..! Zira diğer peygamber kardeşlerin de risaletlerini “emin ve güvenilir elçi olmaları” yönüyle kavimlerine karşı teyit etmişlerdi; kardeşin Hûd Nebi (a.s.) de, Salih (a.s.) da, Lût (a.s.) da…
Sen'in (s.a.s.) Emin olmana bizzat Rabbimiz şahitlik ediyor ve kelamında tasdik ediyor: “O, kendisine uyulan, emîn bir elçidir” (Tekvir, 81/21).
Bir yola gidecek olanlar (en emin olarak seni bildiklerinden) mallarını- mülklerini sana emanet bırakıp giderlerdi seferlerine. Hicretine giderken bile Sen'in hanende birçoklarının emaneti vardı hâlâ. Onları emin birilerine tevdi etmeden yoluna bile çıkamamıştın ey eminlerin en emini Resul (s.a.s.)!
Sen’in (.s.a.s) sözünün ve halinin tam anlamıyla emin ve güvenilir olduğunu; Sana karşı muannit düşman olanlar, müşrikler dahi kabul ediyorlardı. Bunların en azılılarından ve ileri gelenlerinden olan ve ‘Cehaletin Babası' olarak tarih boyu anılan ve anılacak olanı bile itiraf etmekten kendisini alamamıştır ve bir yerde:
“Biliyoruz ki o emin, özüyle sözüyle… ‘Ben Allah'ın Elçisiyim' dediyse doğrudur; yalan sözüne hiç şahit olunmamıştır çünkü!” demiş ve O'na neden karşı geldiğini de ortaya koymuştur sözünün devamında:
“… O kadar vasfın, vazifenin yanında bir de Risalet Haşimiler'de olursa…!”
Haset, çekemezlik, şahsi hesaplar… Kovulmuş şeytanın da helaket ve felaket sebepleri! İşte Sana karşı olanların da gerekçeleri; sadece kendi vartaları. Senlik bir araz değildi -haşa!- ey Allah'ın Resulü (s.a.s.)!
Sen (s.a.s.), onların bu hüsranlarına yine de kan ağlıyor ve çırpınıyordun, onları hakikate uyandırabilmek için. Hatta belki de en az kırk defa o Ebu Cehil'in kapısını çaldın ve ona hakikati duyurmaya çalıştın. Öyle ki o bile, artık şunu demekten kendini alamamıştır:
“Ya Muhammed (s.a.s.); bana tebliğ hususunda ahirette Allah'ın sana sual edeceğinden endişe ediyorsan, bu kadar çırpınmana lüzum yok. Meraklanma ben şahitlik ederim; senin elinden geleni yaptığına…”
Hatta nihayetinde Yüce Mevlâ da şefkatiyle şu ikazda bulundu, İlâhi beyanında:
“Ey Habibim; onlar imana ermediler diye kendini paralayacak mısın?..”
Sonra başka yerde:
“Onların kalpleri mühürlenmiştir. Sen ne kadar uğraşsan da onlar hidayete erecek değillerdir.” diye hükmedildi...
Evet, Sen (s.a.s) hep onların hidayeti için kendini paraladın.
Sen (s.a.s.); Sana ve Rabbine karşı, Cehennemleri dolduracak kadar kin ve öfke besleyenlere bile merhamet duydun ve bir emin olarak –bütün insanlığın olduğu gibi- kavmin sana emanet edildiği için ve onların en güzel hale inkılâbı için çırpındın.
Kaldı ki Sana, “Resulüm, Efendim!” diyen ümmetinin üzerine kim bilir ne kadar bir kuş yüreği ürpertisiyle titremişsindir?!
Seni gözleriyle dahi yere devirmek ve de yol etmek için çırpınanların hüsrana dönen hallerine üzülen Sen (s.a.s.); Sen'in saçının bir teli için bile canını fedaya hazır civanmert ashabın için kim bilir ne kadar üzülmüşsündür!
Onlar ki Sen'den sonra gelip Sen'den emanet kalan yolun takipçileri ve emanetçileri idiler. Bir bayrak yarışı gibi; Sen'den miras kalan “İ'la-i kelimatullah” için dünyanın dört bir tarafına dağılmışlardı. Sen'in halefin olanların yaptığı gibi, günümüzde de bir kutsiler topluluğu akın akın yol aldılar, dünyanın ücra köşelerine hicret ettiler. Bulundukları memleketlerinde de Sen’in gibi olmaya, Sen’i gönüllere duyurmaya çalıştılar… Şimdilerde onların cehtlerinden dolayı çevrenin gülistana döndüğünü gördükçe, o gül kokulu kabrinde huzur duyuyorsundur…
Sana uyanların işledikleri hataları karşısında ise:
“Ben sizleri ateşten korumaya çalıştıkça sizler, ateşe uçuşan kelebekler gibi kendinizi ateşlere sürüklüyorsunuz!” demekten kendini alamamıştın. Çünkü Sen (s.a.s.), ümmetini çok seviyordun ve onları aziz bir emanet olarak görüyordun. Evet, onları o kadar çok seviyordun ki; miracında akılları durduracak ve bütün güzelliklerden hayali çeldirecek güzellikteki cennetleri de aşıp; Güzellerin En Güzeli ve Bütün Güzelliklerin Menşei Yüce Allah ile mülaki olduğunda dahi: “Ümmeti, ümmeti!” diye onları dillendirmiştin… Doğduğun ilk anda dahi sözlerin başka türlü değildi..!
Üzerine titrediğin ümmetin şu son yüzyılda bir hayli cenderelerden ve eritici türlü potalardan geçti. Her birisi bölük bölük olarak bir başka kavmin ve milletin tasallutunda pişti, eğitim ve imtihanlardan geçti; halen de geçmekteler!
“Harap iller, serilmiş hanümanlar, başsız ümmetler;
Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar…”(M.Akif)
………….
Bir emanet sahibi olarak Sen, onların arasında ve arkasındaydın; himmet elin de hep onların üzerlerindeydi… Ama Ya Resulallah (s.a.s.); bu millet çok acılar çekti! Tüylerine bile zarar gelmesin diye üzerlerine titrediğin ahir zaman garipleri; yaban hoyrat ellerce itildi, sürüldü ve rencide edildiler. Kim bilir, Sen o gül kokulu kabrinde onların hallerini gördükçe, nice kandan yaşlar dökmüşsündür seylaplarca..!
Emanetinde emin olan Ya Resulallah (s.a.s.);
Sana “Habibim” diyen Yüce Yaratıcıya nazın- niyazın vardır; biliriz… Senin aziz ruhaniyetinden istimdat ediyor ve dileniyoruz; şu sağda solda kalmışlarının hiç birisinin zayi olmaması için Mevlâ'ya yaptığımız dualarımıza destekçi ol Ey Nebi (s.a.s.)!
Onlara dil uzatmaya, çamur sıçratmaya çalışan garez ve sui-zan erbaplarına fırsat verme ne olur.. Evet EY “El-EMİN” (s.a.s.), EMANETLERİN “El-AMAN!” DERLER… ve evet Sen ki (s.a.s.), kuru hurma kütüğünün feryatlarını duyup da, koşup ağlamalarını dindirensin! Bu “kardeşlerim” dediklerinin iç geçirmelerini, iniltilerini de şüphesiz duyarsın, biliriz.. Bekliyoruz!
(… ve benzim uçuk geldim başım açık
gel miracından kalpte selâma çık
bir nida duyulur ruhuma ışık
çağıran sen misin cânım efendim?.)
(25.02.10)
RAMAZAN KERPETEN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.