NİSA EVE DÖNSE

Muhafazakarlığın kent projesi, kadınların gecekondudan çıkması ile sonuçlandı. Dünya kapitalizmi, Müslüman kadınların enerjisinden faydalanmayı bilmektedir. Son on yıllık süreçte kent tasavvurunun kadın bilincini belirlediği görülmekte.  Kadının modern hayata katılma talebinin yükselmesinin arka planında kent tasavvuru bulunuyor. Bu nedenle dünya kapitalizminin keşfettiği şeyin “yeniden” kadın olduğunu söyleyebiliriz. Gecekondudan çıkarılıp çalışmaya ve yoğun tüketim “ihtiyacına” sürülmüş kadın modernleşmeyi toplumlara tercüme ediyor.

                Türkiye’de kadın istihdamı açısından üzerinde durulması gereken bir olgu var. Köylülük içinde kadının tüketime katılması mevzu bahis değildi. Diğer taraftan köy ekonomisinde kadın, üretimin bir parçası olarak durum almıştı. Yani istihdam istatistiklerinde köy ekonomisinin büyük ölçekli olduğu zamanlarda “çalışmıyor” görünen kadın aslında “gizli işçi” idi. Ancak birinci modernleşme dalgası ile “köyden kente göç” ettirilen nüfus içinde kadın, gecekondululaşmakla birlikte “kente göçle evkadınlaşma”ya uğradı. 2000’li yıllarla birlikte ikinci modernleşme süreci başlamış görünüyor. Gecekondulardan toplu konutlara, kentten metropole geçiş yaşanıyor. İşte bu süreçte kadının evden çıkarılması gerekiyordu. Onun tüketim talebinin içine çekilerek global üretimin stoklarını eritmeye hizmetkâr kılmanın yolu “evsiz” bırakılmasıydı. İlginç bir paradoks olarak kadın, ev kredisi borçlanmasının yüklenicisi olarak “evsizleştirildi”. Özellikle eğitimli kadınlar arasında geleneksel ya da İslamî değere yaslanan tutumlar terkedildi. Eğitimin bir meslekle buluşması gerektiği ve mesleğin de erkeğe (baba/ koca) muhtaç olmayacak parayı kazanmayı hedeflemesi genel bir kabule dönüştü. Türkiye’de Müslüman kadın mücadelesinin “erkek dünyasında” istihdamı kadınlara açmayı politize etmesi İslamî bir temelden gelişmiyor.

                Avrupa’da ailenin korunması, çocuk sayısındaki artışı temel alıyor hissi vermektedir. İsveç devleti, aile kurumunda sadece annenin kullanımına tahsis edilmek üzere her çocuğa belli bir miktar para yardımı yapıyor. Her ay çocukların ihtiyaçlarının karşılanması için anneye verilen bu yardım çocuk 18 yaşını dolduruncaya kadar sürüyor.  Devlet kurumu bu ödeneği,  annenin bankadaki özel hesabına direk yatırıyor. Anneye verilen çocuk bakımı ödeneği öyle bir hak ki, bu hak evlilik bittiğinde dahi saklı kalıyor ve kadın çocuğa verilen yardım üzerinde tasarrufu tek başına kullanıyor.

                Bir toplumu çocuk üzerinden inşa etmenin en kestirme yolu, anneyi tekrar eve döndürmekten geçiyor. Türkiye’de ev kadını denilerek küçümsenen ve yaptığı iş emekten sayılmayan anneliğin Müslüman siyaset kuramında yeniden üretilmesi gerekiyor. Türkiye’de kentin büyümesi, kimliğin silinmesi anlamına gelmeye başlamıştır. Kadının evden çıkarılması ile kadın evlilik yaşının 30 yaş ve üzerine yükseldiği, bu şartlarda kadın doğurganlığının 40 yaşlarında sonlanması nedeniyle de nüfus artışının sağlanamayacağı anlaşılmalıdır. Devletin temel görevi erkek işsizliğini sıfırlamak ve kadını da annelik üzerinden kimliğe kavuşturmak olmalı değil midir? “Aile içindeki kadın” yerine “kent içinde kadın” tasavvuruna yöneliş dipten gelen bir sekülerleşme olarak toplumu batağa (yaşlılık, dölsüzlük, evsizlik, eşsizlik, kimsesizlik) dönüştürüyor. Acilen kenti durdurup eve dönmek gerekiyor. Nisa, eve dönse; işsiz kalmayacağım, bahçeli bir evim olacak, kırmızı yanaklı çocuklar büyüyecek, mahallede akşamları gökte kayan yıldızlar seyredilecek. 

Önceki ve Sonraki Yazılar