xxx09
Neden hep o kazanıyor?
TAYYİP Erdoğan’ın girdiği her seçimden zaferle çıkmasının ardından Vatan Gazetesi, soruyu sormuş: “Neden hep o kazanıyor?”
Soruyu sevdim.
Ve durumdan vazife çıkararak yanıtlarımı hazırladım. Çok alengirli, fazla akademik, süper bilimsel değil ama yine de bir göz atın isterseniz:
* * *
BİR: İmam hatiplilik ile falan açıklanamayacak, Allah vergisi muazzam bir hitabete sahip olması nedeniyle...
İKİ: Farkında bile olmadan varoş ahalisinin “dışa açık tutuculuğu” ile orta sınıf Anadolu esnafının “içe kapalı tutuculuğu”na aynı anda karşılık verebilme başarısı nedeniyle...
ÜÇ: Eğitim yoluyla falan kavranması mümkün olmayan o meşhur “halkın dilinden anlama” ve “halkın diliyle konuşma” işini, bir doğal yetenek olarak bünyesinde barındırması nedeniyle...
DÖRT: İletişim dehası geçinenlere, büyük reklam ustası havası basanlara, siyasi taktik üstadı pozu takınanlara prim vermeyip kendi doğal yeteneğine yaslanması nedeniyle...
BEŞ: Israrlı takipçiliği nedeniyle...
ALTI: Adam seçmeyi becermesi ve seçtiği adamın arkasında durması nedeniyle...
YEDİ: Yorucu mitingler, sıkıcı resmi toplantılar, bunaltıcı yurt gezileri, bıktırıcı dış temaslar gibi başka liderlerin angarya olarak görebileceği işleri, “özel bir zevk” alarak yapması nedeniyle...
SEKİZ: Meşhur şansı nedeniyle...
DOKUZ: Egemenliğini kullanırken acayip kıskanç olması nedeniyle...
ON: “Gerilimden beslenme” dediğimiz maharetin Türkiye’deki en iyi kullanıcısı olması nedeniyle...
ON BİR: Aldığı entelektüel desteği, çarpan etkisi yaptırarak kullanma yetisi nedeniyle...
ON İKİ: Siyasi rakiplerinin yetersizliklerini, bürokratik muarızlarının hazırsızlıklarını, iş dünyasındaki karşıtlarının para kazanma hırslarını, etrafındakilerin nemaya olan düşkünlüğünü gayet iyi kavrayıp gereğini yapması nedeniyle...
Dur bir dakika
REFERANDUMDAN çıkan sonuca Başbakan Tayyip Erdoğan’dan bile daha fazla sevinen bazı yandaş tipler, bir ezberi tekrarlayıp duruyorlar:
Referandum değişimden yana olanların, değişim karşıtlarını ezmesiyle sonuçlanmış.
Ne kadar kaba, ne kadar genellemeci, ne kadar üstünkörü, ne kadar propagandist bir okuma biçimi bu!
Eğer bu okuma biçimini doğru kabul edersek:
BİR: Yardım düzeninin devam etmesi için, Alevi korkusu yaşadığı için, mevcut AK Parti statükosunun sarsılmaması için, muhafazakâr duyarlılığı kaşındığı için “evet” diyenlere de mi “değişim yanlısı” diyeceğiz?
İKİ: Yargının değişmesi gerektiğine inanan ama yapılan değişikliğe teknik olarak itiraz ettikleri için “hayır” oyu verenlere de “değişim karşıtı” mı diyeceğiz?
Hilalci/Bozkurtçu kavgası
40 yıl önce MHP hareketinde “Hilalciler” ile “Bozkurtçular” ayrımı yaşanmıştı.
Daha İslamcı olanlar ile daha Türkçü olanların kavgasıydı bu...
40 yıl içinde bu ayrışmayla ilgili bazen ciddi arızalar çıksa da, bir “denge” sağlanabilmişti.
Referandum işte bu 40 yıl öncesinin kavgasının yeniden hortlamasına yol açtı.
Hilalciler “evet” dedi, Bozkurtçular “hayır”.
Tabii 40 yıl öncesinin “Hilalcileri” ile 40 yıl öncesinin “Bozkurtçuları”, bugün aynı şeyleri söylemiyorlar.
Hilalciler biraz demokrat oldu, Bozkurtçular ise hafiften ulusalcı...
Bugün MHP çevresinde yapılan tartışmalara biraz da bu perspektiften bakılırsa daha anlaşılır sonuçlara varılabilir.
İzmir’e mi taşınıyorum
REFERANDUM sonuçlarının ortaya çıktığı gece...
Twitter’da “çağdaşlığın tuhaf duyarlılıkları” ile hafiften kafa bulan şöyle bir cümle yazdım:
“Ben İzmir’e yerleşiyorum. Orada kiralar nasıl?”.
O gün bugündür, espriyi anlayan da, anlamayan da soruyor: “Ne zaman taşınıyorsun İzmir’e?” Cevap veriyorum: Hiçbir zaman.
* * *
Ben kabiliyet düşmanı bir adamım...
Musluk tamir edemem... Yön bulamam... Kalabalık içinde çekingenleşirim... Para idaresinden hiç çakmam... Yumurta kıramam... Tavlada yenilirim... Organize olamam... Herhangi bir spor dalında ömrüm boyunca gösterdiğim herhangi bir başarı söz konusu değildir... Bir memleket türküsünü kafasını gözünü yarmadan söylemeyi beceremem... Şiir yazamam...
* * *
Ama şu konuda acayip yetenekliyimdir: Girdiğim her çevrede kendime bir yaşam alanı bulup oradan bir “eğlence” çıkarmayı başarırım.
Fethullahçı olurum, “maklube” partilerine vururum kendimi. Bir tarikata girerim, eğlenceye tavan yaptıracak zemini yaratırım.
İslamcı olurum, kahkahaya malzeme sunacak madenleri hemen keşfederim.
Mekke ya da Rio... Konya ya da Tunceli... Kayseri ya da İzmir... Nişantaşı ya da Fatih... Sultanbeyli ya da Etiler... Benim için hiç fark etmez: Bir saçak altı bulup hemen sığınırım oraya.
Kısacası olay şudur:
Ne kadar yeteneksiz olursan ol, “yalnız kalmayı başarmak”, “kendi küçük dünyanı kurabilmek” ve “her çevrede kendini eğlemeyi sağlamak” gibi üç altın bileziğin varsa hiç korkma...
Yandaşın da göbeğini kaşıyan adamı var
BU zamana kadar hep “göbeğini kaşıyan adam”, “dağdaki çoban”, “cahil sürüsü” gibi nitelemelerden haklı olarak yakınanlar, bugün yüzde 58’in sağladığı aşırı güven duygusu ile yüzde 42’ye abanıyorlar:
“Laik cahiller... Psikolojik vakalar... Yersiz korkulara kapılan paranoyaklar... Sadece yaşam tarzlarının peşine düşenler...”
Peki bu ne şimdi?
Hani halkın tercihine saygı gösterilecekti? Hani AK Parti’ye destek verenlere “göbeğini kaşıyan adam” demek çok ayıptı... Ne yani? “Kıyıdakiler”, halktan sayılmıyor mu?
Onlara her türlü laf etmek mubah mı?
Kemal Bey iyi, etrafı kötü mü?
KEMAL Kılıçdaroğlu canını dişine takmış, her yeri dolaşmış ama etrafındakiler onun oy kullanma işini bile halledememişler.
Yani Kemal Bey çok iyiymiş de, etrafı kötüymüş.
İsmet Paşa olsa, “Hadi canım siz de...” der miydi bilmiyorum ama ben diyorum.
Çünkü bana göre etrafını düzenleme becerisini gösteremeyen bir lider, ne kadar canını dişine takarsa taksın boşuna çabalar.
Kısacası “Kemal Bey iyi/Etrafı kötü” yanlış bir cümledir. Doğrusu “Kemal Bey iyi değil/Çünkü etrafı kötü” cümlesidir.