xxxx1
Neden?
Tek çıkış yolu, "İslâm kardeşliği" diye haykırıp duruyorum... "Ne kardeşliği be adam?" diye ateş ediliyor bütün cephelerden...
Kürt meselesinin ortaya çıkış nedenleri üzerinden etraflıca kafa yormadığımız sürece, bir arpa boyu bile yol alamayacağımızı göremeiyoruz...
Kürt meselesini, yalnızca sonuçları üzerinden, sürüklendiğimiz son durum, terörün her tür sözü bitiren, asıl gündemleri yok edici dili üzerinden konuşuyoruz... Böyle hareket ettiğimiz sürece, bu meseleyi hakkıyla, bütün boyutlarıyla konuşabileceğimizi, kalıcı çözüm yolları bulabileceğimizi düşünüyorsak, fena halde yanılıyoruz.
Meseleyi bütün yönleriyle, boyutlarıyla konuşabilmemizi mümkün kılacak bir dile ihtiyacımız var: Bu dil, bugüne kadar kullandığımız dillerin bize hiçbir şey söylemediği gerçeğinin kabul edilmesiyle ve bugüne kadar bu meselede bütün çevrelerin, tarafların sorumluluklarının bulunduğu gerçeğinden hareketle meseleyi en derin noktasından, en temelinden, ortaya çıkış nedenlerinden başlayarak kurulabilecek bir dildir.
Son nokta, son durum, sonuçlar üzerinden böylesine köklü, çok yönlü bir meseleyi aslâ konuşamayız: Meselenin nedenlerine, kökenlerine inmek zorundayız.
Bu meselenin temelinde iki temel neden gizli: Birinci neden, modernliğin meydan okumasına maruz kalmamız ve ardından medeniyet iddialarımızı ve ufkumuzu yitirmemizle; ikinci nedense, postmodern dalganın küreselleşmeye karşı lokal / etnik kimlikleri kışkırtan bir zemin oluşturmasıyla ilgili.
Modernlik, ulus-devletleri doğurdu: Ulus-devlet fikri, bütün farklılıkları aynîleştiren, bastıran ve düzleştiren "imkânsız" bir projeydi: Sömürgecilik ve emperyalizm biçimleri ve ardından insanlık tarihinin en ürpertici iki büyük dünya savaşından sonra ulus-devlet fikri çöktü.
İnsanlığı, özellikle de doğduğu coğrafyayı / Avrupa'yı büyük bir felâketin eşiğine fırlatan ulus-devlet fikrinin çöküşü, sahip olmayı, çıkarı ve her şeye hâkim olmayı eksene alan modernliğin bitmesi anlamına geliyordu: Sonunda, iki dünya savaşının ardından modernliğin cenazesi de toprağa gömülmüş oldu.
Türkiye'de modernlik ve ulus-devlet fikri, bütün farklılıklara, adalet ve hakkaniyet, sulh ve selâmet ilkeleri üzerinden nasıl hayat ve varoluş hakkı tanınabileceğinin en mükemmel örneklerini verdiğimiz medeniyetimizi ve iddialarımızı yitirmemizle sonuçladı: 30'a yakın etnik topluluğun yaşadığı bir "imparatorluk" bakiyesi olan Türkiye'nin İslâmî anlam haritaları paramparça edildi: Sekülerleşme, güç ve çıkar ilişkilerini meşrûlaştırdı; ruhumuzu delik deşik etti ve etnik aidiyet biçimlerinin yegâne aidiyet / üst-kimlik biçimi olarak neşvünema bulmasına son derece müsait bir zemin hazırladı.
1980'lerden sonra "yeni-zamanlar" denilen postmodern zamanlar, bir yandan küreselleşme biçimlerini tetiklerken, öte yandan yerelleşme / etnik aidiyet ve kimlik biçimlerini alabildiğine kışkırttı...
İşte tam bu süreçte Türkiye, özellikle de 28 Şubat'la birlikte, kendi ayağına kurşun sıkan büyük bir yanlışlık yaptı, inanılmaz bir cinayet işledi: Kürt kardeşlerimizin de kardeşlik duygularının, bağlarının temelini oluşturan İslâmî duyarlıklarını yerle bir eden, adına "irticayla mücadele" denen, gerçekte küresel statükonun dayattığı bir "İslâm'la savaş" süreci başlattı: Bölge halkının İslâmî duyarlıkları yok edildi: Bu duyarlığın yegâne menbaı olan medreselere büyük darbe vuruldu; bölge halkının İslâmî önderleri, âlimleri derin devlet tarafından katledildi...
Sonuçta, İslâmî değerlerimizin gökkubbesi çöktü: Türkler de, Kürtler de bu çöküntünün enkazı altında kaldılar: Böylelikle etnik kimlik ve aidiyet biçimleri, İslâmî kimlik ve aidiyet biçimlerini bastırdı; bu da bu coğrafyanın bin yıldır varoluş mayası olan İslâm kardeşliği fikrini fena halde örseledi...
Türk sekülerleşmesinin bir başka adı olan bu modern ve postmodern statüko, bizi iki ateş arasında kalmaya mahkûm etti... Statikleştirdi... Zihnimizi kilitledi... Basiretimizi bağladı... Bizi birbirimize bağlayan, kenetleyen, aynı rüyaları büyütmemize imkân tanıyan İslâmî gökkubbemizi çökertti: İslâmî anlam haritalarımızı parçalayarak kardeşlik ruhumuzu yok etti...