xxx98
Ne yani darbe mi yapacaksınız?..
Tuğgeneral Osman Özbek’i hatırlayan var mı? 28 Şubat post-modern darbe döneminde, yani 1990’ların sonunda Jandarma Bölge Komutanı’ydı Erzurum’da.
Bir akşam vakti televizyon kameralarının karşısına çıkıp, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na küfür etmişti.
‘Pezevenk’ demişti Başbakan Erbakan’a.
Kimsenin kılı kıpırdamamıştı.
Erbakan Hoca da suskunlaşmıştı.
Siyaset kurumu da çalkalanmamıştı.
Genelkurmay’dan da tık çıkmamıştı.
Hatta Osman Özbek bir sonraki Yüksek Askeri Şura’da terfi ettirilmiş, tümgeneral olmuştu.
Başbakan’a küfürün karşılığında rütbe alabilmek!
Derhal kapının önüne konulması ve yargıda hesap vermesi gereken bir mensubuna, ülkenin başbakanına küfür edebilen bir generale kol kanat geren böyle ‘askeri zihniyet’le ne disiplin, ne hukuk, ne de demokratik rejim bağdaşabilirdi.
Ama 28 Şubat’ta bunlar yaşandı.
Peki, bugün yaşanmıyor mu?
Maalesef daha hâlâ yaşanıyor.
Erdek Deniz Üssü.
Üs Komutanı Kurmay Kıdemli Albay Bülent Keçeci, 25 Ocak 2010’da bir nöbet yönergesi imzalıyor. Yönergeye göre, 22 Şubat 2010 için kararlaştırılan garnizon parolası:
ADİ!
İşareti:
BAŞBAKAN!
Kısaca:
Erdek Deniz Üssü’nde 22 Şubat günü bir nöbetçiye adi diye seslenildiğinde, yanıt başbakan diye gelecek, (22 Şubat 2010 tarihli Taraf’ta Mehmet Baransu’nun haberi)
Olacak şey değil!
İnsan merak ediyor, şimdi bu komutan kapının önüne mi konacak, yoksa 28 Şubat’ın Paşası gibi omuzuna bir yıldız daha eklenecek mi diye...
Burada zihniyet ortamı önemli.
Bu öylesine bir ortam ki, burada sivil siyasetçiye sonsuz bir güvensizlik besleniyor. Öylesine bir iklim ki, sivil başıbozuk takımı olarak görülüyor.
Bu zihniyeti taşıyan, kendi dünyasında böyle yetiştirilen asker kişiler, toplumdan kendilerini tecrit ederek, kendi mahfellerinde ya da fildişi kulelerinde yaşıyorlar.
Bu onları gerçek hayattan koparıyor. Bu kopukluk, askerin siyasal ve toplumsal gerçeklerle arasına büyük mesafe koyuyor. Bu mesafe de, askerin memlekette ne olup bittiğini anlamasını zorlaştırıyor.
Bu nedenle de, asker ne zaman tankıyla topuyla siyasete yön vermek istese, ülkede bir şeyleri daha beter bozuyor, kendisi de hayal kırıklığına uğruyor.
Ama hayal kırıklığına uğradıkça, değişen fazla bir şey olmuyor, kendi kötü alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmiyor, vazgeçemiyor.
27 Mayıs’ta böyle oldu. Tasfiye ettiği, liderlerini astığı siyasal hareket, ilk seçimde iktidara geri döndü.
12 Mart da, 12 Eylül de farklı olmadı. Darbeyle yok etmek istediği siyasal kadrolar yine seçim sandığından çıktılar. Kürt sorunu daha beter derinleşti.
28 Şubat’ta belki çok daha büyük bir hayal kırıklığı yaşadı asker. Bir hükümeti devirdi, partisini kapattı, Tayyip Erdoğan’ı hapse atıp siyaset yasağı koydu, irtica diyerek dindarlara, Müslümanlara baskı yaptı ama sonuç...
Yine akıllanmadı asker.
27 Nisan’da muhtıra verdi ama bu kez yüzde 47 ile halkın muhtırası geldi. Erdoğan’la partisi iktidar oldu.
Şunu yazın bir kenara:
Hep aynı şeyi yapıp farklı sonuç bekleyen adama akıllı adam denilmez.
Lütfen bırakın, siyaset kendi mecrasında aksın. Doğru yol ancak böyle bulunur. Demokrasi ve hukuk yolu ancak böyle açılır.
Yazımın başlığına gelince...
Geçen akşam televizyon izlerken, dan dan dan diye gelen bir son dakika haberi sapsarı çerçeveledi ekranın etrafını:
Genelkurmay’da or’lar toplantısı!
Sonra ‘Ankara gazetecileri’nin yorumlarını dinlemeye koyuldum.
Ben de bir zamanlar bir ‘Ankara gazetecisi’ olduğum için, böyle kritik konjonktürlere özgü hassasiyetleri gözeterek seçilen sözcüklere, ne şiş yansın ne kebap türü analizlere gülümseyerek kulak verdim.
Ertesi sabah da, Taraf’ın sürmanşetini yazıma başlık koydum:
Ne yani darbe mi yapacaksınız?..