Fatih AYDIN
NE GÜZEL CAHİLDİK BİZ ESKİDEN
Geçenlerde bir bankacı dostumdan ilginç bir e-posta aldım. Yazıda muhteşem bir içselleştirme vardı. Çocukluktan günümüze kadar yaşanan insani ve ahlâki dönüşümü, teknolojik gelişmeleri, özenle seçilmiş kelimelerle anlatan bu muhteşem yazıyı sizlerle de paylaşmak istiyorum.
---
Ne güzel cahildik,
Televizyon yoktu.
Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Dışarıda kar... Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki. Kuzinenin üzerinde demir maşa... Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri. Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...
Dışarıda kar... İçeride kanaat... İçeride huzur... Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk. Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar... Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi? Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı. Çay da kokardı... Domates de... Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
Dışarıda kar... İçeride huzur... Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi... Kimin umurunda... Ne güzel cahildik. Mutluluğun resmini çiziyorduk...
---
Müellifini veya mütercimini bulmak amacı ile internet üzerinde bir araştırma yaptım ancak yazıyı kimin kaleme aldığını maalesef bulamadım. Yazıyı gönderen bankacı arkadaşıma kaynağını sorduğumda ‘’alıntı’’ olduğunu belirtti.
‘’İnsan bilmediği şeylerden mutlu olur’’ demiş eskiler. Televizyonlar, gazeteler elimize ulaşmadığı zamanlarda tek derdimiz, komşumuzun yeni doğan torunu, askere giden oğlu, vefat eden dayısı iken teknolojiye ulaşmaya başladığımız andan itibaren hayali ihracat haberleri, baltayla adam öldüren caniler ve bilumum üçüncü sayfa haberleri, şehit düşen askerlerimiz, Somali’de açlık, Irak’ta zulüm, Libya’da katliam… benzeri iç karartıcı haberlerle hemhal olmaya başladık.
Bütün bu üzücü olaylar cereyan ederken, boğazda yalılar, Etiler’de gece eğlenceleri, Hülya Avşar’ın beyaz ayakkabısı, Tarık Tarcan’ın lüks cipi, Arda Turan’ın sevgilisi, Alex De Souza’nın milyon dolarları gibi -ironi yapıldığında- çok daha fazla iç karartan görüntüler ve haberlerle karşılaşmaya başladık.
‘’Eskiden insanlar bu kadar hasta olmazlardı’’diyordu babam. ‘’Köylerde yaşardık. Doktorumuz, sağlık ocağımız yoktu. Kadınlar köyümüzün yaşlı kadınlarının yardımı ile doğum yapar, erkek çocuklarını sıhhiyeler sünnet ederdi. Doğrudan inekten aldığımız sütün, bostandan aldığımız mısırın, ağaçtan topladığımız kirazın, odun ateşinde demlediğimiz çayın tadına doyum olmazdı’’ diye ballandıra ballandıra anlatırdı dedem.
Şimdilerde ise şişirilmiş hormonlu kirazlar, pastörize adı altında kanserojen kutulara sıkıştırılmış içecekler, defalarca işlem görmüş kızartma yağlarının içinde kızartılan uyduruk patatesler ve sair kızartılmış yiyecekler, işin gücün derdi ile aceleyle yediğimiz ham hum cumburlop türü ne idüğü belirsiz gıdalar revaçta.
Mesela eskiden çöliak, paratroid, krup gibi hastalıkları bilmezdik. Tanı ve tedavi teknolojimiz bu kadar gelişmiş değildi fakat kansere bu kadar kurban da vermezdik.
Tepeden tırnağa alışveriş maymunluğu yapmak için girdiğimiz marketler, indirim, ucuzluk, kalite adı altında bizleri kandırmaya başlamadan önce baycan çikletlerimiz, tipitip çıkartmalı kokulu sakızlarımız vardı. Köşe başındaki mahalle bakkalı ‘’kader mahkumu’’ olduğundan beri, veresiye defteri, sabahı şerifleriniz hayır olsun temennileri, bereketli kazanç dilekleri baş döndüren değişim ve dönüşümün girdabında kaybolup gitti.
Bütün bu anlattıklarımız yeniliklere, teknolojiye karşı olduğumuz şeklinde algılanmamalı. Derdimiz bir ‘’İbrahim Müteferrika’’ olmak ta değil. Geçmişe özlem duyuran hisli ifadelerde bulunmak, bilimsel ve sosyal alandaki gelişmeleri yok saymak gibi bir gaye de gütmüyoruz elbette.
İstiyoruz ki, her gelişme ‘’önce insan’’ desin. Toplum yararına ve sağduyu ahengini bozmayacak ölçülerde yenilenelim. Bir kanaat önderinin çok sevdiğim bir sözü ile yazımı bitiriyorum:
‘’Tavırda denge, eksende insan!’’
Tekrar buluşuncaya kadar, yüzünüzden tebessüm, yüreğinizden sevgi eksik olmasın efendim.
Hoşça bakın zatınıza…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.