xxx52
Ne demiştim?
7-8 Haziran 1994 yılında Bursa'da KURAV (Kur'an Araştırmaları Vakfı) tarafından düzenlenen sempozyumda “dinde reform yapmak isteyenlerin konuştuklarını, benim ise sükut ettiğimi, hiç konuşmadığımı” iddia edenlere, değerlendirme oturumunda sekiz on sayfalık uzun bir konuşma yaptığımı ve benden önce konuşanları tenkit ettiğimi kaynak göstererek ispat etmiştim. Bu yazıda o konuşmadan birkaç paragraf örnek vereceğim:
“…Ama Süleyman Ateş Bey'in yaklaşımı böyle değil. O müçtehidâne (müctehidce) yaklaşıyor. Kur'ân-ı Kerîm'i, Kur'ân-ı Kerîm ile, sünnetle ve kullanılabildiği kadarıyla gelenekle anlıyor, anlamaya çalışıyor. Vardığı sonuçlar tekrar söylediğim gibi tartışılabilir, bunların bir kısmına katılmayabilirsiniz. Ama yol güzel bir yoldur, benim tasvip ettiğim, terviç ettiğim bir yoldur… Biz içtihad ve cihad şuuruna ve faaliyetine sarılsaydık geri kalmazdık, sarıldığımız müddetçe de geri kalmayız; geri kalmak dediğimiz ne ise. Çünkü “geri kalmayı” da tartışmamız lâzım: yani o ilerleme fıkri hakkındaki benim düşüncem farklıdır. İslâmca makbul olan ilerleme gelişme ne ise işte o İslâmca makul olan ve İslâm'ın anlayışı olan ilerleme ve gelişmenin iki önemli dinamiği vardır, muharriki vardır ki biri içtihad birisi de cihaddır. Bu ikisi meselâ cihad, bizde cihad şuuru ve faaliyeti bitmemiş olsaydı, biz müspet ilimde ve teknolojide de çağımızm en ileri toplumlarından daha ileri olmamız gerekirdi, geri olamazdık, müsavi de olamazdık.
“Arz ettiğim gibi şimdi yine de bir sıra ile o 'nesih konusunda ne dedi, Yahudi, Hıristiyan, Sâbiîlerin cennete girip girmemesi konusunda ne söyledi, recim meselesi konusunda ne söyledi…' onları tartışmayacağım, onların bir kısmına katılırım, bir kısmına katılmam. Yalnız şöyle biraz da espri olsun, hava da ağır olmasın diye demin Mevlüt Bey'e de söylediğim bir cümleyi söyleyeyim. Meselâ Süleyman Bey'in bu Yahudi, Nasârâ ve Sâbiînin, “şeksiz, şirksiz Allah'a inanmaları ve amel-i salihde bulunmaları halinde cennete girecekleri” konusunu anlattığı… bir makalesini okumuştum... Sonunda dedim ki “Hay mübarek, senin şu yazdıklarından bütün dünyada istifa edecek Hristiyan, Yahudi, Sâbiî sayısı beş ile elli arasındadır -çünkü ikinci konuşmasında itiraza cevap verirken- çok kısa ve çabuk söyledi geçti, bilmem dikkatinizi çekti mi? Orada bir üçüncü şartı daha var onu da kabul ediyor belki de zaman içinde kabul etti Süleyman Bey, o da şu; tekrar ediyorum “Allah'a şeksiz, şirksiz inanacak, âhirete inanacak, amel-i salihte bulunacak, Kur'ân-ı Kerîm'in de gerçek olduğuna inanacak ve bizim Peygamberimiz'in de peygamber olduğuna inanacak, ama Kur'ân-ı Kerîm ile değil de kendi kitabının sahih olan ahkâmı ile, tahrif edilmemiş olan ahkâmı ile amel edecek.” Bütün bunları alt alta koyup bir toplama ve çıkarma yapın, bakayım dünyada kaç tane böyle Yahudi bulursunuz…”
“Efendim ben acizane arkadaşları dinlerken “Kur'ân-ı Kerîm'i doğru anlamak için hangi ilkelerden hareket etmeliyiz” diye düşündüm ve yedi ilke/prensip tespit ettim; bunlara -yine Hüseyin Atay hocaya atıf yapmak istiyorum- yedi peşin fıkir diyebilirim, peşin inanç veyahut ön kabul diyebilirim. Hüseyin hoca bir "e'ûzu" tefsiri yaptı dün, farkma vardınız mı. Bilmiyordum. "e'ûzü billâhi mineşşeytânirracîm" demek dedi, “peşin fıkirlerden Allah'a sığınırım” manasına geliyor; yani orada şeytan, peşin fıkir manasına geliyor…Bence de bu "şeytânirracîm"in manası “şeytanî akıldan Allah'a sığmırım” demektir. "Eûzu billâhi mineşşeytânirracîm" demek, “Kur'ân-ı Kerîm'i okurken şeytanî akılla Kur'ân-ı Kerîm'i okumaktan Allah'a sığınırım” demektir. Biz Kur'ân-ı Kerîm'i okurken şeytanî akılla değil, rasyonalist akılla değil, -Kırbaşoğlu'nun tabirini beğendiğim için söylüyorum, başka isimler de bulabilirsiniz- Kur'ânî akılla okumalıyız. Benim bir başka makalemde İslâmî akıl ve İslâm aklı diye bir ayırımım vadır…
“Bir kere hiçbir insan, arkadaşlar, Kur'ân-ı Kerîm'i okurken dezenfekte olamaz, steril olamaz, buna imkân ve ihtimal yoktur. Ama hoca diyor ki peşin fikirlerden arınmış olacak. Nerede peşin fıkirlerden arınmış oluyorsun hocam?... Efendim imkânı var mı yani otuz, kırk elli yaşınıza geliyorsunuz, bunca okuyorsunuz, tartışıyorsunuz, sizde temayüller hasıl oluyor, bilgiler, fikirler hasıl oluyor, hep (buna rağmen) peşin fikirden arınmış olarak Kur'ân-ı Kerîm okuyorsunuz. Bu olmaz. Onun manası, “benimkinden başka bütün fıkirlerden” demektir, İşte bu tehlikeli zaten, en kötüsü de budur. Demin ben ona işaret etmeye çalıştım, tehlikeli olan odur.”
(Bir yazılık daha devamı var).
“…Ama Süleyman Ateş Bey'in yaklaşımı böyle değil. O müçtehidâne (müctehidce) yaklaşıyor. Kur'ân-ı Kerîm'i, Kur'ân-ı Kerîm ile, sünnetle ve kullanılabildiği kadarıyla gelenekle anlıyor, anlamaya çalışıyor. Vardığı sonuçlar tekrar söylediğim gibi tartışılabilir, bunların bir kısmına katılmayabilirsiniz. Ama yol güzel bir yoldur, benim tasvip ettiğim, terviç ettiğim bir yoldur… Biz içtihad ve cihad şuuruna ve faaliyetine sarılsaydık geri kalmazdık, sarıldığımız müddetçe de geri kalmayız; geri kalmak dediğimiz ne ise. Çünkü “geri kalmayı” da tartışmamız lâzım: yani o ilerleme fıkri hakkındaki benim düşüncem farklıdır. İslâmca makbul olan ilerleme gelişme ne ise işte o İslâmca makul olan ve İslâm'ın anlayışı olan ilerleme ve gelişmenin iki önemli dinamiği vardır, muharriki vardır ki biri içtihad birisi de cihaddır. Bu ikisi meselâ cihad, bizde cihad şuuru ve faaliyeti bitmemiş olsaydı, biz müspet ilimde ve teknolojide de çağımızm en ileri toplumlarından daha ileri olmamız gerekirdi, geri olamazdık, müsavi de olamazdık.
“Arz ettiğim gibi şimdi yine de bir sıra ile o 'nesih konusunda ne dedi, Yahudi, Hıristiyan, Sâbiîlerin cennete girip girmemesi konusunda ne söyledi, recim meselesi konusunda ne söyledi…' onları tartışmayacağım, onların bir kısmına katılırım, bir kısmına katılmam. Yalnız şöyle biraz da espri olsun, hava da ağır olmasın diye demin Mevlüt Bey'e de söylediğim bir cümleyi söyleyeyim. Meselâ Süleyman Bey'in bu Yahudi, Nasârâ ve Sâbiînin, “şeksiz, şirksiz Allah'a inanmaları ve amel-i salihde bulunmaları halinde cennete girecekleri” konusunu anlattığı… bir makalesini okumuştum... Sonunda dedim ki “Hay mübarek, senin şu yazdıklarından bütün dünyada istifa edecek Hristiyan, Yahudi, Sâbiî sayısı beş ile elli arasındadır -çünkü ikinci konuşmasında itiraza cevap verirken- çok kısa ve çabuk söyledi geçti, bilmem dikkatinizi çekti mi? Orada bir üçüncü şartı daha var onu da kabul ediyor belki de zaman içinde kabul etti Süleyman Bey, o da şu; tekrar ediyorum “Allah'a şeksiz, şirksiz inanacak, âhirete inanacak, amel-i salihte bulunacak, Kur'ân-ı Kerîm'in de gerçek olduğuna inanacak ve bizim Peygamberimiz'in de peygamber olduğuna inanacak, ama Kur'ân-ı Kerîm ile değil de kendi kitabının sahih olan ahkâmı ile, tahrif edilmemiş olan ahkâmı ile amel edecek.” Bütün bunları alt alta koyup bir toplama ve çıkarma yapın, bakayım dünyada kaç tane böyle Yahudi bulursunuz…”
“Efendim ben acizane arkadaşları dinlerken “Kur'ân-ı Kerîm'i doğru anlamak için hangi ilkelerden hareket etmeliyiz” diye düşündüm ve yedi ilke/prensip tespit ettim; bunlara -yine Hüseyin Atay hocaya atıf yapmak istiyorum- yedi peşin fıkir diyebilirim, peşin inanç veyahut ön kabul diyebilirim. Hüseyin hoca bir "e'ûzu" tefsiri yaptı dün, farkma vardınız mı. Bilmiyordum. "e'ûzü billâhi mineşşeytânirracîm" demek dedi, “peşin fıkirlerden Allah'a sığınırım” manasına geliyor; yani orada şeytan, peşin fıkir manasına geliyor…Bence de bu "şeytânirracîm"in manası “şeytanî akıldan Allah'a sığmırım” demektir. "Eûzu billâhi mineşşeytânirracîm" demek, “Kur'ân-ı Kerîm'i okurken şeytanî akılla Kur'ân-ı Kerîm'i okumaktan Allah'a sığınırım” demektir. Biz Kur'ân-ı Kerîm'i okurken şeytanî akılla değil, rasyonalist akılla değil, -Kırbaşoğlu'nun tabirini beğendiğim için söylüyorum, başka isimler de bulabilirsiniz- Kur'ânî akılla okumalıyız. Benim bir başka makalemde İslâmî akıl ve İslâm aklı diye bir ayırımım vadır…
“Bir kere hiçbir insan, arkadaşlar, Kur'ân-ı Kerîm'i okurken dezenfekte olamaz, steril olamaz, buna imkân ve ihtimal yoktur. Ama hoca diyor ki peşin fikirlerden arınmış olacak. Nerede peşin fıkirlerden arınmış oluyorsun hocam?... Efendim imkânı var mı yani otuz, kırk elli yaşınıza geliyorsunuz, bunca okuyorsunuz, tartışıyorsunuz, sizde temayüller hasıl oluyor, bilgiler, fikirler hasıl oluyor, hep (buna rağmen) peşin fikirden arınmış olarak Kur'ân-ı Kerîm okuyorsunuz. Bu olmaz. Onun manası, “benimkinden başka bütün fıkirlerden” demektir, İşte bu tehlikeli zaten, en kötüsü de budur. Demin ben ona işaret etmeye çalıştım, tehlikeli olan odur.”
(Bir yazılık daha devamı var).