A.Kerim KARAAĞAÇ

A.Kerim KARAAĞAÇ

Naylon Ayakkabı

Müsadim benim yakın arkadaşım. Günlerimiz neredeyse hep beraber geçer. Onunla ruh ve beden gibiyiz. Onun dilinden;

“Henüz on iki yaşındayım. Evimizin içecek suyunu genellikle “çarşı çeşmesinden” getirirdik. Evimizde içme suyu azalınca annem elime bir “boduç” tutuşturur, ben de onu ağır olduğu için dönüşte biraz elimde biraz sırtımda taşıyarak getirirdim.

Annem elime gene bir “boduç” (testinin biraz küçüğü) verip, Kayserişivesiyle; “bunu çabıcah çişmeden doldur gel” dedi. Çeşmeye varınca, orada birkaç arkadaşımın oyun oynadığını gördüm ve ben de onlarla oynamaya dalıp gitmişim. Aradan biraz zaman geçmiş. Yazgünü olduğu için hava da bayağı sıcaktı. Oyun esnasında ayağıma giymiş olduğum kuşaklı naylon ayakkabımı çıkarıp bir kenara bıraktım.

Oyun bitince “boducu” doldurup çeşmeden ayrıldım. Eve yaklaştığımda, kadınların âdetidir sokağa oturmak. Baktım o sokakta oturanlar arasında annem de vardı. Yanına yaklaştığımda “hanı lan ayakkabıların” dedi. Meğer dalgınlıkla ayakkabılarımı oyun yerinde unutup gelmişim.

“Boducu” annemin önüne bıraktığım gibi çeşmeye, oyun oynadığımız yere koştum. Vardığımda o güzelim kuşaklı naylon ayakkabılarımın yerinde yeller esiyordu. Perişan bir vaziyette tekrar annemin yanına geldim. Ayaklarıma, ellerime şöyle bir baktı ayakkabıları göremeyince; “yoh deemi ayakkabılar” dedi. Evimizin cümle kapısının 15-20 cm. boyunda demir bir anahtarı vardı. O anahtar hep annemin belinde bağlı olurdu. Belinden onu çıkarırken, daha önce de bana o anahtarı çok fırlattığı için, niyetini anladım ve kaçmaya hazırlanıyordum ki, anahtarı sırtımdan yedim. Anahtar canımı çok yakmıştı ve olduğum yere yığılıp kaldım.

Annem, yanıma anahtarı almaya geldiğinde; “bu işin anaddırınan biteceğini mi sanıyon, aaşam eve gelinci gösteririm sana” dedi ve yanımdan ayrılıp gitti. Ancak yarım saat sonra kendime gelebildim. Akşam da yakındı. Akşam olunca eve nasıl varacaktım? Vardığımda daha ne kadar sopa yiyecektim?

Tam bunları düşünüyordum ki, karşıdan kağnısıyla Mehmet dayım çıkageldi. Ona hiçbir şeyi belli etmedim. Orada sessizce oturan uslu bir çocuk gibiydim. Ama, sırtıma yediğim anahtarın acısı hâlâ içimdeydi. Dayım; “ne oturuyon burda tembel tembel, gel seni harıma gotürüyüm” dedi. Tembel sözü biraz hakaret gibiydi ama, akşam annemin yanında olmamak ilâç gibi geldi. Ve dayımın kağnısıyla harıma gittik. Harım, hem benim, hem de dayım için iyi oldu. Ben, ev yerine harıma gitmekle annemden kurtulmuş oldum. Dayım da beni harıma getirmekle, savurduğu harmandan çıkan buğdayı (malâma) bana bekleterek rahatlamış oldu.

O akşam harımda malâmanın yanında yatacağız, sabah gün çıkmadan dayım eve buğdayı kağnıyla bir sefer götürecek. Ben de o gelinceye kadar güya malâmanın bekçiliğini yapacağım.

Gece yatma vakti gelince dayım kağnıdaki boş çuvallardan ikisini bana, diğer ikisini de kendisine aldı. Ben bunlarla nasıl yatacağız diye merak ediyordum. Dayım nasıl yatılacağını uygulayarak bana gösterdi. Samanın yanına yaklaşıp İki çuvaldan birisinin içine elleri dışarıda kalacak şekilde girdi. Ellerinin yardımıyla samanın içine çuvalla birlikte sokulmaya başladı. Ta ki, boğazına kadar gömüldü. İkinci çuvalı da başının altına alarak yatmaya başladı. Benden de aynı şeyi yapmamı istedi, ben de yaptım. Vücudumuz çuvalla birlikte samanın içindeydi. Yalnızca başımız görünüyordu.

Uykum bir türlü gelmiyordu. Hem sırtımın acısı, hem annemin benim bu akşam eve varmayışım sebebiyle ne durumda olduğunu düşünmem rahatımı kaçırıyordu. Bir müddet sonra her şeyi unutup uyumuşum.

Gün ağarınca gözümü açtım ki, dayım çok erkenden kalkarak kağnıya buğdayın yarısını yükleyip Yeşilhisar’ın yolunu tutmuş. Hemen kalkıp etraftaki ağaçların altını dolaşmaya başladım. Sabahın serinliğinde bazı ağaçların altında buz gibi “gobütler” (ağaçtan bir-iki gün önce düşmüş, hafif kahverengi hale gelmiş çok tatlı kaysı) buldum. Neredeyse “gobütlerle” karnımı doyurdum.

Bir saat sonra dayım, kalan buğdayı da almak için geldi. “Benim yokluğumda korktun mu yoosa?” diye sordu. Ben de “Zaten güneş gorününcü uyanmışım, ortalığı aydınlıkh görünce korku morku aklıma gelmedi dayı” dedim. Kalan buğdayı beraberce çuvallayıp kağnıya yükledik ve evine getirdik. Öğle vakti olmuştu ve annemi merak ediyordum. Dayımların evine gelir gelmez, dayımın hanımı “annen seni aramadık yir bırahmadı, nirdeydin adıbatasıca” dedi.

Dayımlarla bizim evin arası yakındı. Daha evimize yaklaşırken beni gören koşularımız “Müsadim gelmiş uşah, bakın evlerine gidiyor” diyorlardı. Beklemeden evimize geldim. 12 yaşıma geldiğim halde, şimdiye kadar annemden habersiz evimizin dışında bir gecem geçmemişti. Evimize girdim ve annemin ne yapacağını merak ediyordum. Daha görür görmez; (beni karşısında sapa sağlam gördü ya) “seni bodus seni, nirdeydin lân söyle bahıyım” diyerek üzerime yürüdü ve  “Neyise, döğeceedim ya, bu gün böyle olsun” dedi. Halbu ki, annem beni gece yarılarına kadar arayıp sormadığı dost, ahbap kalmamış ve her karşılaştığı insanın yanında ağlıyormuş. Buna rağmen, bana hiç fırsat vermiyor ve kızgın bir anne rolü oynuyordu.

İşte cahil bırakılan annenin, kibirli annenin, çocuğunu her fırsatta döven, aşağılayan annenin durumunu görmekteyiz. Öyle bir anne ki, öz yavrusunun kıymeti, kuşaklı bir naylon ayakkabı kadar yok. Burada tek suçlu anneler mi? Esas büyük suçlu sistemin kendisi değil mi? O şefkât ve merhamet yüklü güzel anneleri eğitmeyen sistem değil mi? Eğitilmemiş annelerin elinde yetişen çocuklar biraz büyüyünce, hasbelkader iyi bir arkadaş çevresine veya iyi bir cemaat içine düşmemişlerse, üniversiteler de bitirse, ancak ahlâk yosunu, yalnızca dünyası olan medenî bir soyguncu olabilirler.

Bakınız, eğitilmiş bir annenin buna benzer bir hadise karşısındaki davranışına kısa bir misal; Anne çocuğunu aynen Müsadim gibi uzakta bir çeşmeye suya gönderiyor. Çocuk bu çeşme başında arkadaşlarını görünce dalıyor oyuna. Epey bir zaman geçiyor ve çocuğun hatırına evine su götüreceği, evde acilen kendisini bekleyenlerin olduğu geliyor. Çeşmeden kabını doldurduğu gibi evine koşuyor. Bu arada abisi, kardeşleri geç kaldığı için çok kızıyor ve sinirleniyorlar. Hatta çocuk eve girer girmez üzerine yürümek istiyorlar.

O eğitilmiş güzel anne, yavrusuna kızan, köpürenlere ne söylüyor biliyor musunuz?; “ Yavrularım, sizlerin kısmeti olan içeceğiniz su henüz çeşmeye gelmediği için, o suyu çeşmeye gelinceye kadar orada oyalanıp bekledi. Kısmetiniz gelir gelmez de kabına doldurduğu gibi koşup getirdi. Onun için bu kuzumu geç geldi diye suçlamayınız.”

Mukayese ediniz; evet, ikisi de anne ama, birinin kendisine verilen şefkât ve merhametten haberi var, eğitilmiş. Müsadim’in annesine ise eğitim verilmeyişi sebebiyle öfkesi, kibiri, şiddeti öne çıkmıştır.

Rabbimiz kendini tanıyan, verdiği rahmeti, şefkâti yerinde kullanan güzel annelerimizin sayısını artırsın inşallah.

  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.