xxx78
Musibet olmasına musibet, ama bin nasihata yeğlerim
Başbakan Tayyip Erdoğan partisinin grup toplantısında terörle etkin mücadele için asker kendilerinden ne istemişse hemen yerine getirdiklerini açıkladı. İktidar partisinin ve hükümetin etkili isimlerinden kiminle konuşursanız konuşun benzer bir tespiti alıyorsunuz: Terörle mücadelede askerin dedikleri derhal yerine geliyor... Sorun belki de sivillerin terörle mücadeleyi 'askerin işi' olarak görmesinden kaynaklanıyor. Daha önce medyada bildik isimlerin ancak şiddetli saldırıları göğüslemeyi göze alarak dile getirdikleri görüşler, nasıl olduysa oldu, Aktütün Karakolu olayı sonrasında, en askerci bilinen kalemler tarafından da seslendirilmeye başladı. Söylenen çok açık: Bugüne kadar sürdürüldüğü biçimiyle terör mücadelesi başarılı olamadı; bunda sivillerden çok askerin tutumunun etkisi büyük... Yaklaşımlarıyla şaşırtmayı beceren bazıları ise eleştiri oklarını doğrudan askerlere yöneltti. Şu satırların Hıncal Uluç tarafından yazılacağını aklınızın ucundan geçirebilir miydiniz: Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ 'Bu benim işim değil. Ben savaşırım. Ötesini siviller bilir' demesin sakın.. / Göreve geldiği hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yetki ve sorumluluğu altındaki bir konuda asker adına kırmızı çizgiyi çeken 'Genel af, menel af olmaz' diyen o değil mi, hem de savaşı kazanmanın yolunun PKK'ya katılımı önlemekten geçtiğini anlatırken.. / O zaman, içinde af olmayan bir çözüm yolunu biliyor ve düşünüyor demektir.. Bize de açıklasın, biz de bilelim.. Tüm siviller bilsin bakalım, PKK'ya katılımın en kısa yolla önlenmesinin yolu askere göre nedir?. Aktütün baskını sonrasında medyada yeni bir dil kendini belli etmeye başladı. Ülke yönetiminin her alanında nihai sorumluluğun sivillere ait olduğunu vurgulayan bir dil bu. Askerin denetimi dahil hemen her konuda sivil iradenin devrede olmasını bekleyen, temel politikaları belirlemenin sivillerin işi olduğunu, terörle mücadelede yapılması gerekenleri tespitin de sivil iktidarın sorumluluğunda bulunduğunu kabul eden bir dil... Bu, neredeyse ilk kez oluyor ülkemizde. Alıştığımız söylem, terörle mücadelede sivillerin askerin her dediğini yerine getirmekle görevli olduğu, politika belirleme sürecine müdahale hakkı bulunmadığı söylemidir. Bu ülkenin başbakanlık koltuğunda oturanlar arasından, askerlerle ilgili sorununu ancak 'sessiz sinema' oyunuyla muhataplarına anlatabilen ve cevabını Genelkurmay açıklamasıyla alanlar (Mesut Yılmaz) bile çıktı. Haddini aştığını düşündüğü bakanlara (Meral Akşener) 'kazıklı' mesajlar gönderen kuvvet komutanları biliyoruz. Ne yaparlarsa yapsınlar, değer verdikleri medya tarafından eleştirilmeyeceklerini bilirdi askerler... Şimdi ise alkıştan elleri nasır tutmuş kalemler bile, yanlışın nereden kaynaklandığını araştırırken takım tutmuyor. Kim ne derse desin 'yeni Türkiye' gerçeğiyle ilgili bir gelişme bu. Demokrasisi olgun, 'kuvvetler ayrılığı' ilkesinin yerleştiği çağdaş ülkelerdeki standartların yönetimde bulunanlardan talep edildiği bir ülkeye dönüşüyor Türkiye. Böyle bir ülkede sivil-asker ilişkilerinin de yeni bir zemine oturması kaçınılmaz. Medyanın askerden ve sivilden talepleri her iki tarafı da buna zorluyor. Esas görevin sivillerde olduğuna hiç kuşku yok. Askeri silâhlı bir güç olarak askerî konularda istihdam etme görevi bu. Sadece askerin her istediğini yerine getirmesi değil sivillerden beklenen; isteği yerine getirilen askerlerin kendilerinden bekleneni yapıp yapamadığını denetlemek de sivilin görevi... Gerektiğinde terörü sona erdireceğine inandığı tedbirleri askere rağmen almak da... İktidar, vatandaşa karşı sorumluluğunu Askerin her istediğini yerine getiriyorum gerekçesiyle üzerinden atamayacağını bilmeli. Vatandaş iktidardan askerin her istediğini yerine getirmesini değil, ne yapıp edip ocaklar söndüren ayrılıkçı terörü bir an önce sona erdirmesini bekliyor çünkü. Bir musibet bin nasihattan evlâ imiş gerçekten...