Aslan DEĞİRMENCİ
Modernleşme, kuşatma ve ihanet!
Çağdaşlaşmada sürekli olarak batıyı örnek gösterenler gündeme gelen‘yargı reformu’ ile birlikte çark ettiler.
Ders kitaplarına bile ‘Tanzimat'tan sonra batıdan alınan kanunlar ve kurulan yeni mahkemeler ile hukukta modernleşme süreci başlamıştır’ yazdıranlar, gelişen ve yenilenen dünyaya ayak uydurmak söz konusu olduğunda, ‘Bu Meclis anayasa yapamaz. Kaldı ki ‘AB istiyor’ diye buna asla izin vermeyiz’ diyorlar. Yani kendileri Batı’dan aldıklarında ‘modernleşme’, millet istediğinde ‘kuşatma’ oluyor. Bu talebe AB’den destek geldiğinde de, ‘ihanet…’
Yıllarca Batı’nın ilmi yerine kültürünü ithal edenlerin bugünlerde ‘göbeğini kaşıyan adam’ olarak niteledikleri halk, ‘reform’ diye bastırınca bağırmaları sizce de manidar değil mi? Batılaşma adı altında ‘tele vole’ kültürünü genç beyinlere yerleştirenler, hayatı renksiz ve ruhsuz hale getiren ‘kültürel yozlaşmayı’ enjekte edenler şimdi neden Batı’nın olmazsa olmazları arasında yer alan ‘bağımsız’ yargıdan korkuyorlar? Hani modelleri çağdaş batı’ydı? Laiklik ilkesini de oradan ithal etmemişler miydi? Sonra bunlar ilericiliğin kaynağı olarak sürekli Batıyı göstermemişler miydi? Cumhuriyet kurulurken liderler kendilerine özgü bir çizgiyi mi takip ettiler? Batılı bir yaşam tarzını benimseyip onları taklit edenler kimlerdi? İşine gelince Batıyı taklit edeceksin, işine gelmediğinde tenkit…
Daha dün Ortadoğu politikalarında iyileşme başladığında, ‘Türkiye Doğu'ya mı yöneliyor?’ diye sorular üreterek toplum mühendisliğine soyunmaya kalkanlarda bunlardı. Hatta o kadar ilginç değerlendirmelerde bulundular ki yaşadıkları akıl tutulmasını görmeyen kalmadı. Bölgesinde önemli bir güç haline gelen Türkiye’yi kendi içinde bile hazmedemeyenlerin en ilginç değerlendirmelerinde biri şuydu: “Batı’nın Türkiye’ye ılımlı tavrı değişebilir.” Başka örneklerde verebiliriz: “Eski dostlarımızı kendimizden uzaklaştırmaktan kaçınmaya dikkat etmeliyiz.” Çelişkileri çoğaltmak mümkün ama şimdi konumuz Yargı… Millet iradesini kuşatma altına alan Yargı! İşte tam burada durmalıyız. Şimdi Batı’daki anayasalardan örneklere bakmalıyız. Bakmalıyız çünkü bugün karşı çıkışın nedenini ancak o zaman anlayabiliriz. Bizler ‘Anayasa Türkiye’ye dar geliyor’ dedikçe birilerinin, ‘Laik cumhuriyetin ilkelerine savaş açıyorlar’ demesini anlamak için Anayasa Mahkemelerinin yapısına bakalım.
Batı’da mahkeme üyelerinin üçte birini ya da yarısını parlamento seçiyor. Almanya’da ise tamamını parlamento seçiyor. Yine Avrupa’da yaygın olan yöntem Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev sürelerini belli periyotlarla sınırlandırmaktır. Bizde ise onbiri asıl ve dördü yedek olmak üzere onbeş üyesi bulunan Anayasa Mahkemesinin iki asıl ve iki yedek üyesi Yargıtay, iki asıl ve bir yedek üyesi Danıştay, birer asıl üyesi Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarınca kendi Başkan ve üyeleri arasından gösterecekleri üçer aday içinden; bir asıl üyesi ise Yükseköğretim Kurulunun yükseköğretim kurumları öğretim üyeleri içinden göstereceği üç aday arasından; üç asıl ve bir yedek üyesi üst kademe yöneticiler ile avukatlar arasından olmak üzere Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyor. Parlamentonun söz hakkı hiç yok. Mahkeme üyeleri 65 yaşına kadar da görevde kalıyor ve ancak boşalma olması halinde bu yerlere atama yapılabiliyor.
Anayasa Mahkemesi’nde durum bu... HSYK’da da durum farklı değil. Bugün Avrupa ülkelerinde yüksek yargı mensupları, parlamento tarafından belirleniyor. Örneğin, İngiltere’de yüksek yargıçların isimlerini hükümet belirliyor. Öneri kraliçeye sunuluyor. Kraliçe’de atamayı gerçekleştiriyor. Almanya’da ise, eyalet hâkimlerinin yüzde 75'i, eyalet başbakanı ve adalet bakanı tarafından atanıyor. Hâkimler hakkında soruşturmalar ise Adalet Bakanlığı'nın talebi ile gerçekleşiyor. İtalya’da da, 23 üyeden oluşan HSYK'nın 7 üyesi yasama organı tarafından, 16 üyesi ise parlamento tarafından seçiliyor. Kurulun başkanlığını ise Cumhurbaşkanı yapıyor. Peki bizde nasıl? Kurulun üç asil ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçiliyor. Kurulun Başkanı, Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı da kurulun tabii üyesi…
Sonuç; Anayasa Mahkemesi, milletin en yüksek mahkemesi. Ama milletin, temsilcisi yok… TBMM ile HSYK arasında da bir köprü yok. Bu köprünün kurulmasını engelleyenlerin bugün halen ‘çağdaş’ olarak lanse edilmesi en büyük irtica, bu iki yapıya bu haliyle sahip çıkmak ise statükonun bekçiliğine soyunmaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.