Prof. İhsan IŞIK
Mardin Türkiye’nin 11 Eylül’üdür (2)
Mardin Türkiye’nin 11 Eylül’üdür (2)
Bilge Köyünde vuku bulan “tarihi cinnet vakası” Türkiye’nin en fakir yöresinde gerçekleşmiştir. Ekonomik sorunlarla sosyal sorunlar arasında yakın bir ilişki vardır. Maryland Üniversitesi’nde Uluslararası Kalkınma ve İhtilaf Yönetimi Merkezi’nde çalışan Prof. Ted Gurr öncülüğündeki bir bilim adamı gurubu, dünyadaki sıcak ve soğuk çatışmanın tarihi seyri üzerine uzun bir çalışma yapmıştır. Bu araştırmaya göre özellikle 1980’lerin ortalarından beri, küresel ihtilaflar % 60 azalmış, 2005 yılı başı itibariyle de 1950 sonrası gözlemlenen en düşük seviyesine ulaşmıştır. Yine aynı araştırmaya göre, Soğuk Savaş sonrası ilk 10 yıl icinde, ülkeler arasında ve ülkeler içinde gözlemlenen sıcak çatışma oranı yarı yarıya düşmüştür. Harvard profesörü Steven Pinker’e göre “bugün belki de insanlık tarihinin en barışçıl döneminde yaşıyoruz”. Dikkat çekmek istedigimiz nokta, bu tarihi barış döneminin tarihi refah dönemine rastlamasıdır. 1950’den beri dünya çapında ortalama milli gelir tam 9 kat artmıştır. Bu artışın en büyük kısmı da, 1980 sonrasına, bahsedilen barış dönemine rastlamaktadır. Yönü tam net olmasa da, bir gerçek var ki, barış refahsız, refah barışsız olmuyor. Diğer bir gerçek de, dünyanın bir çok yerinde halen devam eden çatışmaların perde arkasında yoksulluğun yatmasıdır. “Barış İçin Çok Fakir/Too Poor for Peace” kitabında araştırmacı Brainard ve Derek aşırı fakirliğin nasıl şiddete, teröre ve toplu göçlere yol açtığını anlatmaktadır. Bir çok ülkede gözlemlendiği gibi, ortalama vatandaşların hızla geliri artarken, eğer bir bölge dışlanırsa, o bölge sakinleri arasında zamanla nefret ve huzursuzluk peydah olmaktadır.
DPT’nin verilerine göre, Mardin Türkiye’nin en az gelişmiş illerinden birisidir. Yıllar itibariyle, Türkiye ileriye gitmiş, Mardin geriye gitmiştir. Kişi başına gelir bakımından Mardin 1987 yılında iller arasında 54’üncü sırada yer alırken, 2001 yılı itibariyle 68’inci sıraya düşmüştür. Ancak, milli gelir ‘yavan” bir gelişmişlik göstergesidir. Ekonomi yanında, hayatın kalitesini belirleyen bir çok faktör vardır. Bunu hesaba katan DPT, 2003 yılında 58 değişkene dayanan bileşik bir sosyo-ekonomik gösterge geliştirmiştir. Bu, illerin ekonomik, sosyal ve kültürel bir genel değerlendirmesidir. Bu geniş çaplı gelişmişlik endeksine göre, Mardin 1996 yılı araştırmasında 66’ıncı sırada iken, 2003 araştırmasında 72’inci sıraya gerilemiştir. Mardin en fakir 5’inci derecede gelişmiş iller arasındadır. İlk en gelişmiş üç il kategorisinde Güneydoğu bölgesinden sadece Gaziantep vardır; bu bölge illerinin hepsi en fakir iller gurubu arasındadır. Ayrıca, BM Kalkınma Programı’nın geliştirdiği, yaşam beklentisini, eğitim ve gelir seviyesini içine alan üç ayaklı İnsani Gelişme Endeksi’ne göre Mardin 2004 yılı itibariyle 81 il içerisinde 71’inci sıradadır. Mardin’in 1975’teki sıralaması 58’tir; öyle anlaşılıyor ki, Mardin 30 yıl zarfında ileri doğru atılacağına, geri doğru kaymıştır. Benzer şekilde, 1997 yılı verilerine göre, bölge illerinden Şırnak insani yönden dünyanın en geri kalmış yöreleri arasına Türkiye’den giren tek ildir. Dahası, katliamın olduğu Mardin Mazıdağı ilçesi, Türkiye’de sosyo-ekonomik gelişmişlik bakımından en geri ilçeler arasındadır. En son verilere göre, ilçe sıralamada 1996 yılına göre tam 36 basamak geriye düşmüştür. Bolgede issizlik had safhadadir. Maddi olarak sıkıntı yaşayan bölge haliyle, toplam banka mevduatı ve banka kredisi bakımından da en son sıradadır. Dahası, bu bölgede nüfus artış hızı ülke ortalamasının 1.5 katı, doğurganlık hızı ise 2 katıdır. Ortalama hane büyüklüğü 7 civarında olup, neredeyse Türkiye ortalamasının iki katıdır. Mardin’in bulunduğu 5’inci sınıf iller kategorisinde, insanların %70’i tarımda çalışırken, ancak %4’ü sanayide çalışmaktadır. Güneydoğu doktor, diş hekimi ve eczacı tercihinin en düşük olduğu yerdir. 10 bin kişiye 5,49 doktor; 0,52 diş hekimi; 1,85 eczacı düşmektedir. Güneydoğunun okur yazar oranı %73, üniversite mezun oranı %5 civarında olup, eğitim alanında da Türkiye’nın en geri kalmış bölgesidir. 10 bin kişiye düşen özel otomobil 208, motorlu kara taşıtı ise 505’tir; bu alanda da bölge ülke ortalamasının üçte biri, Marmara’nın dörtte biri kadardır. 1984’ten beri bölgede düşük yoğunluklu bir çatışma hakimdir. Ali Bulaç’in naklettiğine göre, bu süre zarfında, bölgede 40 bin öldürme hadisesi, yaklaşık 18 bin faili meçhul cinayet ve sakinleri göçe zorlanan 3 bin köy vardır.
Öyle görünüyor ki, bu bölgede yaşanan son “cinnet” olayı, eğitim, sağlık, alt yapı, ekonomik ve güvenlik bakımdan ülkenin en geri kalmış bölgesinde vuku bulmuştur. Bu bölge iflah olmadan Türkiye’nin iflah olması mümkün değildir. Bir çok kişi aslında yanlış bilmektedir. Avrupa’ya giden yol, Edirne’den değil, Mardin’den geçmektedir. Türkiye’nin muasır devletler seviyesine erişme projesi Ankara’nin batısına değil, ekseriyetle doğusuna bağlıdır. Niye mi? Kurşun seslerinin Mardin’in semalarını inlettiği o sıralarda, Sarkozy de bir mitingde Fransa’nin Nimes şehrinin semalarını inletiyordu: “Avrupa ardı arkası gelmeyen genişlemeyi terketmeli, birliği sulandırmaktan vazgeçmelidir! Avrupa, artık sınırlarını belirlemelidir. Türkiye tam üye değil, Avrupa’nin sadece güvenlik ve ekonomik ortağı olmalıdır!” Sarkozy, Türkiye’yi açıkça kendisine rakip olarak görmektedir. Şimdiki değilse de gelecekteki Türkiye’den çok korkmaktadır. BM tahminlerine göre Türkiye 2050 yıllarında 100 milyonluk bir ülke olacaktır. AB’nin 82 milyon nüfusla şu anki en kalabalık ülkesi Almanya ise 70 milyona gerileyecektir. O tarihlerde, AB’nin en nüfuslu ülkesi olması beklenen İngiltere bile 77 milyon civarında seyredecek, Fransa ise bu rakamın çok altında kalacaktır. Nüfus oranına göre belirlenmiş AB Bakanlar Konseyindeki oylamalarda, yine sandalye sayısı nüfus oranına göre dağıtılmış Avrupa Parlemantosundaki kararlarda, Türkiye yakın zamanda en belirleyici ülke olacaktır. Sarkozy, bu yüzden de, büyük ekseriyeti Türkiye’ye hala sıcak bakan AB ülkelerinin başka korkuları üzerine oynamaktadır. Türkiye hızlı bir ekonomik gelişme sürecinden geçse de, kişi başına milli geliri hala AB ortalamasının ancak üçte biridir. Türkiye toplumunun hala %26’sı tarımla uğraşmaktadır. AB ile Türkiye arasındaki gelir farkı, Güneydoğuda 15 kata kadar çıkmaktadır. Sarkozy, diğer üyelere Türkiye’nın AB fonlarını yıllarca emeceği ve ayak bağı olacağı mesajını vermektedir. Almanya’nın da büyük çekinceleri vardır, ama 2005’te Türkiye’ye verilen üyelik sözünden caymayı kendine yedirememektedir. O yüzden bu iki muhalif ülke, Türkiye’nin doğusundaki problemlere bel bağlamaktadır. AB şu an ABD’den sonra dünyanın en güçlü ikinci ekonomik ve “siyasal” birliğidir; birincilik de bir adım ötesindedir. Türkiye’nin bu hazır birliğe girme, direksiyonuna geçme ve küresel bir güç olma hayaline en büyük engel kendisi ve doğusudur. Evet, 4 Mayıs Türkiye’nin 11 Eylülüdür; ancak “bilgelerimiz” tarihi ıskalamazsa, yıkıldığı değil, inşallah 44 şehitle doğudan kanatlandığı gün olacaktır.
Prof. Dr. İhsan Işık, Rowan Üniversitesi Öğretim Üyesi & ATCOM Başkanı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.