xxx78
Mal meydanda
Aslında 'akreditasyon' uygulaması daha önce delinmişti. Bununla Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun Genelkurmay Başkanı olduktan kısa süre sonra Akreditasyona son talimatıyla başlayıp yine onun talimatıyla ilk denemeden sonra rafa kaldırılan kısa süreli kırılmadan söz ediyor değilim yalnızca. O kısa dönemli denemede hazımsızlık yüzünden yanlış davranan 'akreditasyon mağduru' olanlardı. Keşke sükûnet içerisinde karşılanabilse ve sürebilseydi o deneme; ancak olmadı, olamadı. Kast ettiğim 'akreditasyon' uygulamasının Org. Yaşar Büyükanıt'ın talimatıyla delinmesidir. 2007 yılı şubat ayında Washington'u ziyareti sırasında Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği tarafından onuruna verilen davete beni de çağırmıştı Org. Büyükanıt; akreditasyonsuz bir gazetede yazdığım hatırlatıldığı halde, davet sahibinin ve etrafının tereddütlerini gideren talimatı bizzat vererek... Gece boyunca da benimle yakından ilgilendiğinin davete katılanlar yakın tanığıdır. Bu iki örneği şimdi hatırlayışımın sebebi, gelecek aybaşında Genelkurmay Başkanlığı görevini devralacak Org. İlker Başbuğ'un vermesini beklediğim Akreditasyon uygulaması kaldırılsın kararının sanıldığı kadar zor olmadığına işaret etmektir. Türkiye'de asker-sivil ilişkilerinde normalleşme ilk önce siyaset alanında bekleniyor, oysa normalleşme yolunda atılmış en keskin ve kararlı adım akreditasyon uygulamasından vazgeçilmesi olacaktır. Sivil siyasetin askerle kesişen kodlarının taraflarca bilinen sınırları zaten vardır ve o sınırlara dönülmesi çok daha kolaydır. Askerin medyayla ilişkileri ise 28 Şubat sürecinde 'dost' ve 'düşman' kavramları odağında kurulmuştu; askerin akreditasyon uygulamasından vazgeçmesi bu yüzden 'paradigma değişikliği' anlamını taşıyacaktır. Hiç kuşku duyulmasın, Türkiye her bakımdan bunu gerçekleştirebilecek bir noktada bulunuyor. Asker-sivil ilişkilerinde yadırganan yön bütünüyle askerin eseri değildir. Geçmişte darbeciliğe bulaşmış olanların yazdıklarına göz atıldığında, kışladan siyasetin alanına girme teşvikinin hep sivillerden geldiği görülecektir. 27 Mayısçılar, gazete ismi de vererek, darbe kışkırtıcılığının basın yoluyla yapıldığını duyurmuştu. 12 Mart öncesinde gazete görünümlü varakparelerin askerlerle bakanlık pazarlığı yaptığını bilmeyenler Hasan Cemal'in Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım adını taşıyan anılarını okuyabilir. Sivillerin kendilerini kışkırttığını en veciz biçimde ifade eden ise, medya ikiyüzlülüğüyle ilgili bir kitabı da bulunan 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren'dir... Henüz tarih olmamış 28 Şubat süreciyle mahkemeye intikal etmiş 1994 darbe hazırlıklarında sivillerin rolü gözden kaçacak gibi değildir. Dikkat ediniz, bugün de, Yüksek Askeri Şura'da 'ihraç' dosyalarının ele alınmayışı en fazla bazı siyasetçi görüntülülerle bazı 'gazeteci-yazar' kılıklı tipleri rahatsız etti. Bulanık suda avlanmayı sevdikleri için, suyun her zaman bulanık kalmasını ister o tipler. Dünyanın herhangi bir ülkesinde, bir muhalefet partisi yöneticisinin, İktidarla askerin arasındaki ilişkiler bayağı sıcak yakınmasında bulunması düşünülebilir mi? Bizde ise mal meydanda... Türkiye de öteki demokratik ülkelerdeki sınırları içerisinde yürütebilir asker-sivil ilişkilerini; iki tarafta da bunu gerçekleştirebilecek irade olduğu anlaşılıyor. Bunu gerçekleştirebilmesi halinde, etrafındaki coğrafyaya güven ihraç eden, daha güçlü ve müreffeh bir ülke olacağımıza iddiaya girebiliriz. Bundan böyle gözüm, Org. Büyükanıt döneminde delinmiş olan yanlış akreditasyon uygulamasına Org. Başbuğ'un son vermesinde olacak. Bu hazzı bize yaşatmalı asker...