Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR
Laiklik: Nedir Ne Değildir-3
Tevhid, bir bütün olan İslam dininin en temel kavramıdır. Yaygın olarak bilinenin aksine sadece Allah’ın tekliğine değil, O’nun (cc) her hususta ‘tek otorite’ olduğuna refere eder. Dolayısıyla ‘varlık’ iddiası-‘güç’ iddiası bir vehimden-yanılsamadan öte anlam ifade etmez. Böyle bir iddia ‘mülkün sahibini’ yok saymakla eş anlamlıdır oysa... Laik-seküler düşünce tam da burada gösterir kendisini... Yok saydığı şey; ‘tanrı’nın yeryüzündeki iradesidir. Bir başka deyişle bu (seküler-laik) düşünce hiçbir şekilde “tanrısal” sınırlamayı kabul etmez. Genel olarak ‘tanrı’yı, İslam için Allah’ı (cc) sınırlandırma ‘hadsizdiği-cür’eti’dir bu hayat felsefesi... Bu durum insanın kendisini Allah’ın yerine ikame etmesidir ki; "tuğyan" olarak isimlendirilen bu kavram Kur’an’da firavun için kullanılmaktadır (Ta Ha Suresi/ 24).
Belki şaşırtıcı diğer bir bilgi ise sosyal ilişkilerde dinden olan-olmayan ayırımının yapılamayacağıdır. Bu yüzden namaz-oruç her ne kadar dindense, siyaset-ticaret de öyledir. Bu anlamda, ‘21. Asırda faiz olmadan ekonomi mi olurmuş’ denemez mesela... Faiz Allah ve Rasulüne savaş açmak (Bakara Suresi/ 279) olduğuna göre Allah ve Rasulüne karşı savaş açmış olanın yanında değil, karşısında yer almak gerekir.
Bu anlamda dünya işi-ahiret işi ayırımı kişisel sekülerleşmenin farklı bir görünümüdür ve günümüzde çok yaygındır maalesef... ‘Dindar’ tanımlaması ile de kamufle edilmektedir. Aksi de öyledir; ‘İslamcı...’ Zira bu ikinci vasıfta olanların ‘gündelik pratiklerle’ ilişkisi zayıftır; ‘dindar’ olarak tabir edilenlerin ‘gündelik hayat’ ile ilişkilerinin zayıf olduğu gibi... Oysa İslam’ın itikat, ibadet olarak tanımladığı alanın dışında, toplumsal-siyasal-hukuksal alanı düzenleyen ‘muamelat’ diye bir başka ayağı da vardır. Hiç birisi de diğerine engel değildir. Zira geceleri kaim, gündüzleri saim olmak da dindendir, gündelik işler bakımından çeşitli seviyelerde ‘ümmetin mes’eleleriyle’ hemhal olmak da...
‘Dayatılan, uydurulan* ve ılıştırılmış-ılımlaştırılmış din’ herhangi bir din olabilir ama İslam değildir. İnsan müdahalesine maruz kalmıştır çünkü... Allah mesajı olan Kur’an’da pek çok kere ‘hükmün-emrin-mülkün’ (egemenliğin, hâkimiyetin) Allah’a ait olduğu beyan edilmiştir zira... Laik-seküler felsefe tam da burada mevzi almıştır. Nitekim geçmişte Hıristiyanlığa yapılan sınırlandırma 20. yüzyılda İslam için de söz konusu olmuş, din aynen Hıristiyanlıkta olduğu gibi “kişinin bireyseline” indirgenmek suretiyle siyasal-sosyal-hukuksal alanla bağı koparılmıştır.
İslam’ı bütünüyle beşerî sistemlerin sınırları içerisinde yorumlamak, dini değil beşerî sistemi esas almaktır. ‘Nakil’ beşer aklının dar koridorlarına hapsedilemez. Sınırlar nakil (Kur’an-Sünnet) tarafından çizilmiştir. Akıl bunu anlama ve yorumlama dışına çıkarsa akıl ‘nakil’e değil, nakil ‘akıl’a tabi olur. Oysa akıl yanılır, nakil yanılmaz. Sınırlandırılması gereken nakil değil akıldır. Söz gelimi faiz gayet ‘rasyonel’dir. Zekât da bir o kadar irrasyonel... Nakil yani Allah ve Rasulü yanılmayacağına göre rasyonalitenin bir önemi de kalmamaktadır.
Aksi iddia, yani ‘nakil akla tabi olmalıdır’ düşüncesi ‘Allah ve Rasulü bana tabi olmalıdır’ demenin başka kelimelerle ifadesinden başka bir anlamı yoktur. Bu anlamda eğer dinin beşerî sisteme uymayan tarafları sizin kafanızda sorun teşkil ediyorsa kendinizi çek etmelisiniz. Zira bizzat Kur’an’ın ifadesiyle “tamamlanmış” (Maide/3) bir din olan İslam, “egemenliğin” kime ait olduğu hususunu göz ardı etmiş olamaz. Bunun da ‘itikad’ esaslarımızın içerisine alma zorunluluğu vardır. Tanrının (Allah’ın değil) varlığını kabul eden ancak iradeyi insana bırakan bir inanç-felsefe olan deizmin neşvü nema bulduğu yer de işte burasıdır. Oysa Allah insanı başı boş bırakmamıştır (Kıyame/36).
Birçok kimse Allah’ın dinini seküler düşüncenin izin verdiği kadarıyla anlamak istiyor. Hayata, hayatına dahil etmek istemiyor. Bilerek ya da bilmeyerek söylediği şey şu: ‘Ey Allah’ım, evet sen varsın, sana inanıyorum ama, senin bana indirdiğin nizamı, sistemi yeterli ve kendime uygun görmüyorum. Ben kendi hayatımı kendim şekillendireceğim.’ Aynı şeyi siyasal-toplumsal-hukuksal anlamda devlet de söylüyor. Bunun daha açık anlamı; Allah’a (haşa) ‘sen benim hayatıma, işime ve ilişkilerime karışma!...’ ya da ‘karışamazsın!...’ demek gibi ağır bir cehalettir. Elbette her bir kimse bunun farkında değildir ama, farkında olmamak da bir kusurdur.
Sekülerizmin böyle bir iddiası (tanrıyı işine karıştırmama) İslam dininin en temel kavramı olan ‘tevhid’ ile bağdaşmaz doğal olarak... Allah Rasulünün (ve diğer peygamberlerin) birinci sıradaki mücadelesi de Allah’a rağmen varlık iddiasındaki kimselerle (müşriklerle) olmuştur. Konu bu kadar hassas işte... (devamı var).
* tek kaynakçıların yüklediği anlam kastedilmemiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.