xxx78
'Lâiklik' ne demekmiş, Almanya ders veriyor...
Almanlar işi bizim kadar uzatmıyor, her soruna kısa sürede çözüm buluyorlar. Aşağı Saksonya eyaleti hükümetinde sosyal işler bakanlığına atanan Aygül Özkan'ın henüz "Tanrım adına" diye Almanca yemin edip koltuğuna oturmadan Focus dergisine verdiği, içinde 'türban', 'haç', 'dinî sembol' ve 'yasaklanmalı' sözcüklerinin geçtiği mülâkat fazla büyütülmedi.
Büyütülmedi, çünkü çiçeği burnunda bakan, 'haç' konusunda partisinin görüşleri hilâfına yasakçı bir görüş açıkladığı için derhal özür diledi. Zaten mülâkat henüz yayımlanmadan partisinin haberi olmuş ve bir parti sözcüsü dergiden 'haç' ile ilgili bölümün çıkartılmasını talep etmiş; dergi baskıya girdiği için o bölüm kalmış...
İlginçtir, yeni bakanın 'dinî sembol' saydıklarından 'başörtüsü/türban' yasakçılığına itiraz eden pek çıkmadı tartışmalarda; eyalet başbakanından başlayarak herkes Aygül Aksoy'u "Haç okullarda yasaklansın" dediği için ayıpladı... Başbakan Christian Wulff, "Hiç kimsenin Batılı değerlerin kaybolmaya yüz tuttuğu gibi bir endişesi olmasın" dedi sözgelimi. Alman hükümetinin göç ve uyumdan sorumlu devlet bakanı Maria Bölmer de 'Batılı değerlere' açıklık getiren şu açıklamayı yaptı: "Haç Almanya'da yüzyıllardır kullanılan bir sembol; geleneğimizin ve değerler sistemimizin bir parçasıdır o..."
Almanya'da doğmuş, büyümüş, eğitimini hep o ülkede almış Aygül Özkan 'lâiklik' kavramının Batı'da nasıl anlaşıldığını şimdi öğrenmiş oldu. Bakan olduktan sonra...
Filozoflar ve hukukçular nasıl tanımlarsa tanımlasın, Batı'da lâiklik, başka dinlere olduğundan daha fazla çoğunluğun dinine ve sembollerine sahip çıkmak olarak anlaşılıyor...
Çifte standart mı? Evet, çifte standart... Ayrımcılık mı? Evet, ayrımcılık... Var mı diyeceğiniz?
Yeni bakanın ağzından çıkan masum bir cümle yüzünden Almanya'da günlerden beri tartışılan 'dinî sembol' konusu, acaba aynı ülkede yaşayan ve kolları Türkiye'ye de uzanan 'lâikçi' tipleri nasıl etkilemiştir?
Unutmuşuz, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının dün açıklanan bir kararı o kolun ne kadar uzun olabildiğini ve Türkiye'ye nasıl yabancı bir gözle bakabildiğini bir kez daha hatırlattı. Almanya'da yaşayan ve Avrupa çapında bir kadın örgütünün başkanı olma iddiasındaki biri, Hayrünnisa Gül'ün 'first lady' haline gelmesinden sonra, hem onun hem de Başbakan'ın eşi Emine Erdoğan'ın başörtülü olmalarını şikâyet konusu yapmış.
Bu hanımlar eşleriyle birlikte resmi gezilere katılıyor, davetler ve resepsiyonlarda yer alıyorlarmış... 'Kamusal alanda başörtüsü yasağı' kuralının onlar için de geçerli olması gerekirmiş...
Dün öğrendik; Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Nuri Yiğit, bir fiilin suç oluşturabilmesi için yasalarda 'suç' olarak nitelenmesi, o da yetmez, bir de cezasının bulunması gerektiğinden hareketle, şikâyete takipsizlik kararı vermiş...
'Tarihî bir karar' deniyor, pek çok yönüyle öyle de, ama aslında Başsavcı Vekili Yiğit'in yaptığı malumun ilâmından ibaret... "Kanunsuz suç olmaz, suç olduğu kanunda belirtilmemiş eylem için ceza verilmez" gibi hukukun temel kurallarını hatırlatmak neden 'tarihî bir karar' sayılsın ki?
Hıristiyan Demokrat Parti (CDU), bir Türk kızını bir eyalette bakan olarak atayıp lâiklik ilkesinin sınırlarını yeniden belirlemeyi başardı. Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Almanya'dan yapılan bir müdahaleyi değerlendirerek 'kamusal alan' gibi hukuk sistemimizde olmayan bir kavrama açıklık kazandırdı.
Şimdi sırada Batı'da bir yerlerde 'başörtülü' bir politikacının bakan atanmasında...