xxx135
Kurumlar, sorunlar ve Baykal
Yıllarca konuşulamayan, yazılamayan konular şimdi rahatlıkla tartışılıyor. Yapılan açıklamalar da giderek bazı sorunlar daha net bir şekilde ortaya konuluyor. Bazı açıklamalar da adeta itiraf niteliği taşıyor. Özellikle bazı kurumlara yönelik değerlendirmeler bazılarınca "Dün niçin bunlar dile getirilmiyordu da bugün yazılmaya ve söylenmeye başlandı?" şeklinde eleştiriye hedef olabiliyor. Bu tür eleştirileri meselenin tartışma gündeminden çıkartılması çabaları olarak değerlendiriyorum. Adeta mademki
"Şimdiye kadar konuşulmamıştı bundan sonrada konuşulmasın. Çünkü bu şekilde kurumlar yıpratılıyor" anlamına gelebilecek bir karşı tavır geliştiriliyor. Bugün bulunduğumuz noktada 28 Şubat'ın yıldönümünde çeşitli illerde sergilenen protesto gösteri ve yürüyüşleri yapanlara da "Dün neredeydiniz?" demek doğru olur mu? Her olayı kendi şartları içinde değerlendirmek gerekiyor. Çünkü, 28 Şubat süreci olarak nitelendirilen zaman dilimi bir darbe dönemiydi ve bazı kurumlar elele vermiş önlerine geleni silindir gibi ezip geçmeyi kendilerine görev edinmişlerdi. Yani o günlerde benzer gösteri ve yürüyüş düzenlemenin bedeli ağır, bunun da ötesinde darbecilere bahaneler üretilmiş olabilirdi. O günleri hatırlayanlar bunu çok iyi bilirler. Bugün ise böyle bir bedel ödemeye gerek yoktur. Ancak böyledir diye yapılan protestoları hatta geçmişte 28 Şubat sürecine şu ya da bu şekilde destek verenlerin itiraflarını hafife almak, gereksiz davranışlar gibi göstermeye kalkışmak bazı duyarlılıkları sergileyenlere haksızlık olur. Kaldı ki yanlıştan dönmek, pişmanlık duymak bir meziyettir.
Bugün bile bazı çevreler 28 Şubat sürecinde ve sonrasında bir takım demokrasi dışı çalışmaların içinde bulunanları koruma ve kollamanın gayreti içindedirler. Söz gelimi aylardan beri tartışma konusu olan ıslak imzanın, geçen zaman içinde üç defa Dursun Çiçek'e it olduğu belirlenmiş ve rapor edilmiş olmasına rağmen bugün hâlâ , "Çiçek'in imzası gerçekse o emri verenler de bulunsun" demek suretiyle Jandarma Kriminal Laboratuvarı dahil üç defa "Evet.. Bu imza Dursun Çiçek'e aittir" diye verilmiş olan raporlara karşı kuşku uyandırılmaya çalışılması dikkat çekicidir. Yargıya aksetmiş olan bu konu üzerinde aslında tartışmanın yapılmaması gerekir. Bunun da ötesinde yargıya intikal etmiş konuları siyaset malzemesi yapmanın da ciddi sakıncaları vardır. Bu bakımdan bu safhada herkesin yargının kararını beklemesi gerekiyor.
Bu tespitin ardından yazımın başında ifade ettiğim bazı itiraf ve açıklamalara dönmek istiyorum.
İlk alıntım Sabah ve ATV'nin eski sahibi Dinç Bilgin'den. Bilgin, Taraf Gazetesi'ne verdiği ve birkaç gündür süren açıklamasında bazıları itiraf olarak değerlendirse de bir döneme ışık tutuyor. Yapacağımız kısa alıntı sanıyorum meseleye açıklık kazandıracaktır:
"28 Şubat Sürecinde asker, yargı ve basından oluşan denge vardı. Hükumetler ise öyle arada oyun oynanan unsurlardı."
Özellikle hükumetlerle ilgili değerlendirme halka ve halkın seçtiklerine yönelik rencide edici bir tespit değil midir? Bu durumu içine sindirmiş ve olayların bu noktaya gelmesinde katkısı olanlardan hesap sorulması gerekmez mi? Her ne ise Dinç Bilgin'den basınla ilgili kısa bir alıntı daha yapıp değerlendirmeyi sizlere bırakmak istiyorum:
"Ajan gazetecileri bilirdik, işe yarar diye dokunmazdık."
Sakın gazetecinin ajanı da olur mu demeyin. Güce tapınmanın moda olduğu günümüzde bazı meslektaşlarımız geçmişte de bugün de bazı güç merkezlerinin sözcülüğünü yapmışlardır/yapmaktadırlar. Bunları da hem patronlar hem de özellikle meslektaşlarımız birlikte çalıştıkları gazetelerde görev yapanlarını çok iyi bilirler. Mehmet Barlas dünkü yazısında bu konu ile ilgili bir anısını aktardı. Meraklıları okuyabilirler.
Son alıntıyı da Star Gazetesi yazarı Eser Karakaş'ın dünkü yazısından yapmak istiyorum. Karakaş şöyle diyor:"Türkiye 2010'lu, 2020'li yıllarda çağdaş dünyayla arasındaki refah, demokrasi açığını kapatmak istiyorsa dört önemli kurumda reformlar yapmak zorunda.
Lafı evelemeye, gevelemeye gerek yok. Bu dört önemli kurum ordu, yargı, eğitim ve medya."
Elbette kurumları yıpratmayalım. Söz konusu kurumlar bize ait. Kurumların yıpratılmasından hepimiz zarar görürüz. Ancak, bir takım eleştiri ve tespitler değildir kurumları yıpratan. Kurumların bu eleştirilere sebep olan uygulama ve tavırladır.