Turan UÇAR
Kürtleri Anlamak
Kapanmayan bir yara Kürt meselesi.
Terörün kahredici kanlı girdabı ile anlaşılamamanın derin ihtilaçı içerisinde bir halk. Gözleri bir daha toprağa verdikleri evlatlarının yüzlerini görememenin açlığı ve derin acısıyla dolu Türk ve Kürt anaları.
Artan kanlı terör olaylarıyla birlikte yeniden gündemin birinci sırasına oturdu Kürt Meselesi; kana kan isteyenden tutunda, OHAL'in yeniden uygulanması gerektiğine, Kürtlerin ekonomik geri kalmışlığına, solcu oluşlarına, feodal yapıya, cahilliğine, doğruları bilmediklerine kadar bir yığın tespit.
Konunun uzmanı olmanız gerekmiyor, yakın ve uzak siyasi tarihi de bilmeniz gerekmiyor, hatta yoğun Kürt halkının Türkler ve diğer etnik topluluklarla birlikte yaşadığı Doğu ve Güneydoğu bölgesine de gitmeniz gerekmiyor bu konuda yazmak ve konuşmak için.
Konu Kürtler ve terör ya, üst perdeden biraz hamaset de ekledinizmi yazı ve konuşmalarınıza birileri alkışlar nede olsa. Hatta kayda değer bulunur, akil adamlar sınıfınada girersiniz bu hamasi ve şöven kokan küçümseyici tavırlarınızla. Konu nede olsa Kürt Meselesi.
Anlamak gerekmiyor, nasılsa ezberletilmiş sloğanlar dolu, kodlanmış beyin hücrelerinizde. Karşınızda cahil, yoksul, solcu ve bir o kadar da dünya bilmeyen, okumuyan, kendisinin aslında Türk olduğunu bilmeyecek kadar köksüz, ruhsuz, geçmişi olmayan kürtler var nasılsa.
Terörün kahredici kanlı girdabın da boğulmuş Anadolu çocuklarının kanları üzerine bina ettiğiniz ulusalcı etnik ideolojilerinize malzeme üretmek adına insanlığın tüm değerlerini yok saymanın hiçbir mahsuru yok; çünkü konu Kürt Meselesi.
Bütün bunlarda yetmez Kürt kanaat önderleride almalı nasibini değilmi? Başlıyor Ali Cenap'ları “Neden kürt kanaat önderleri konuşmuyor?” diye suçlayıcı bir edayla. Duymayan kulağa davulun sesi bile ulaşmazmış derler ya aynen öyle. Daha düne kadar Kürt diye bir ırk yoktur 'kart, kurt' seslerinden oluşmuş bir halk diyen, Kürtçe dilinin olmadığı üzerine tezler sürüp profesör ünvanı alanlar bu gün kalkmış uzman edasıyla akıl dağıtıyor.
Sanki doksan yıldır konuşan kendileri değil! Türk ve Kürt halklarınını hafızalarıyla oynayan, reddiyenin dayanılmaz kolaycılığıyla açtıkları arenalar da gladyatörlerin kanlı dövüşünü seyreden Roma'lı konsül edasıyla cahil! kürt halkını uyandırıyor kendince.
Yazının amacı Kürtlerin yaşadığı trajik doksan yılın hikayesini yeniden anlatmak değil; fakat PKK kanlı terörürünün nasıl olup ta kendisine siyasal bir alan açabildiğinin hikayesini de doğru bilmek; kandırılan Türk ve Kürt halkının gerçekler ile yüzleşmesi için bir nebze de olsa perdeyi aralamak çabasıdır.
Yine masum Türk ve Kürt çocuklarının kanları üzerinden varlıklarını sürdürme çabasında ki vahşi teröre ve siyasi arenada kandan beslenen ideolojilere, gücü elinde tutmak isteyen ve kan kuyusundan nemalanan derin güçlerin manüpilesine karşı “anlama ve anlatma” labirentinde yol bulamaya çabalayan Türk ve Kürt kardeşlere İnsani ve İslami bakış açısı getirme çabasıdır bu yazı.
Feodalite ve Eonomik geri kalmışlık ile başlayalım isterseniz.
Toprağı olduğu gibi insanı da mülkiyet yani “köle” olarak kabul eden ve Avrupa menşeli olan Feodaliteyi bölge insanına hazır bir gömlek gibi giydiren zihniyet nasıl aydın olabilir?
Sosyolojik tanımlamaların dışında; ön yargılı yaklaşımların bölgede ki zengin toprak sahipleri ile yoksul halk kitleleri arasına hoşnutsuzluk duygusunu yaydığı gerçeği iyi değerlendirilmelidir. Bölge insanına dayatılan bu yanlış bakış açısı ile; yurdun batı bölgesinde iş yapan ve kıymetli arazilere sahip olan zengin iş adamlarının doğudaki toprak zenginleri ile ne farkı olabilir ki?
Ekonomil geri kalmışlık, doksan yıldır uygulanan yanlış ekonomi politakalarının bir ürünüdür. Geri kalmışlığın ve yoksulluğun müsebbibi de ne bölge halkı nede bölge ileri gelen işadamlarıdır. Seksenli yıllara kadar terörün olmadığı Doğu ve Güneydoğu'ya yatırım yapıldı da bölge insanı mı karşı çıktı?
Kürt Dili ve Edebiyatı konu olunca önünü alamazsınız o çok bilmiş bazı Profesör, Gazeteci vesair kalem erbabının. Bilgi denizini hoyratça tüketmenin dayanılmaz zevkini yaşarlar konu Kürt Dili ve Edebiyatı olunca.
Bu toprakların birer değeri olan Elîyê Herîrî, Feqîyê Teyran, Melayê Cizîrî, Ehmedê Xanî, Şeyh Rıza Telabani, Wefayi, Edep, Mehvi, İdrisi Bitlisi ve daha nicelerini tanımıyor bilmiyorsan; bu konuşanın köksüz ve ruhsuzluğunun ifadesi olabilir ancak. Edebiyat mı? Bu topraklara ruh veren yukardaki değerlerin eserleri Kürt edebiyatının zenginliğinin birer ifadesidir elbet.
Burada bir anektodu da belirtmeden geçemeyeceğim; Kürtleri yok sayma politikası o kadar ileri götürülmüştür ki “Kürtçe diye bir dil yoktur” görüşünü doğrulamak için devlet kütüphanelerindeki bütün Kürtçe kitaplar, dergiler, gazeteler, koleksiyonlar imha edilmiş, kataloglar değiştirilmiştir. Sonuçta Kürtlerin varlığının tek delili İslam Ansiklopedisi'ndeki Kürt ve Kürtler maddeleri kalmıştır ve bu da çok sürmeyecek 12 Eylül’den sonra devlet kütüphanelerindeki İslam Ansiklopedilerinin 6. ciltleri parçalanacak, Kürtler maddesinin yer aldığı formalar çıkarılacak ve altıncı cilt yeniden yayınlanacaktır.
Tarih bir toplumun; kendisini tanıma ve varolmasının temel taşlarını örer. Taşları yanlış ve eksik dizerseniz üzerine kondurduğunuz yapı her daim sallantıyla sizi korkutur ve en küçük bir depremde yerle bir olur. Efsaneler ve hamastle örülü, gerçek perdesini aralamayan tarihin inandırıcılığı zaten baştan kaybedilmiştir.
Türk tarihiyle iç içe geçmiş ortak bir tarihin ürünü olan Mervaniler, Eyyubiler, Şeddadiler, Alamut Ziyar, Büveyhoğulları, Hasnevi... gibi Kürt devletleri anlatılmaz ve bilinmez nasılsa.
Cumhuriyet dönemi Kürt Siyasal Hareketlerini Türklere ve Cumhuriyet'e karşı bir başkaldırı gibi sunan paradiğmanın yanlışlığı üst perdeden dillendirilmelidir. Tarihte biri birlerine düşman olamayacak iki halk varsa bunların başında Türk ve Kürt halkları gelir. Gerçekte Cumhuriyet dönemi de dahil halklar arasında hiçbir küskünlük ve kırgınlık olmamıştır. Anadolu'nun bereketli topraklarında yaşayan Türk ve Kürt halklarının birlik ve beraberliği en kritik tarih dönemlerinde kendisini her daim göstermiştir.
Gelinen süreçte ki hoşnutsuzluk; Türk ve Kürt halkları arasında değil, Kürtleri ve Anadolu'nun zengin kültürünü yok sayan Tek Parti dönemi ve askeri darbe dönemlerinin sisteme enterne ettiği jakoben ideolojik yaklaşımlaradır.
Şimdi Cumhuriyet sonrası Milli Şef ve Askeri Darbe dönemlerinin Kürtler açısından bir analizini yapma zamanıdır:
“Hoşnutsuzluğun isyankar dili” demişti bir arkadaşımız Şeyh Said olayı için ve Cumhuriyet tarihi içerisinde Kürt hoşnutsuzluğunun ilk başkaldırısı olarak refere edilmiştir hep. Okul yıllarında ders kitaplarında ilk “Kürt” ismini Şeyh Said ismiyle öğrenir bu millet ve İngiliz yanlısı, uşağı ve Musul'un kaybedilmesinin müseebbibidir Şeyh Said. Siz bakmayın Milli Şef İnönü'nün “Şeyh Said isyanını doğrudan doğruya ingilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı hakkında kesin deliller bulunamamıştır” (İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, s. 202) itirafına, asıl meselenin İslami endişeler olduğunu, medreselerin ve Hilafet'in kaldırılması ile Osmanlı bakiyesine sahip çıkma çabalarının sonucu olarak bu hareketin çıktığını bilen koca koca Profesörler! bile Üniversitelerde gerçeği ters yüz edip anlatmaktan imtina etmezler. Gerçek önemli değildir ne de olsa Kürt Meselesi.
1936 Ağrı Direnişi ve 1937-38 Dersim Tedip ve Tenkil olaylarınının neredeyse kayıtları bile yok. Neden ve sonuç ilişkişlerinin aydınlatıcı ışığını kaybetti birileri ve ardında korkan sindirilen toplu imha ile tehdit edilen bir halk bıraktı yakın tarih. Yine de meraklılarının Şark Islahat Planı ve Mecburi İskan Kanunu'nu okumalarında fayda var.
Milli Mücadele yıllarında cephelerde talebeleriyle birlikte çarpışan, Ruslara esir düşüp Sibirya zindanlarında kalan ve bir şekilde yurda dönüp Mustafa Kemal'e her türlü desteği veren Mütefekkir Said'i Kürdi'nin sürgün dolu yaşamını, eserlerindeki Kürt ve Kürtlere atıf yapan tüm ifadelerin çıkarılmasını ve adeta Türkleştirilerek Saidi Nursi'ye nasıl dönüştürüldüğünü; Şeyh Said ve Seyit Rıza'ya olduğu gibi bir mezar hakkı bile verilmeyişini de fazlaca anlatmaya gerek yok.
Adına hukuk ödülü verilen o dönemlerin Adalet Bakanlarindan Mahmut Esat Bozkurt'un; “....Türk, bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanlarin bu memlekette tek haklari vardir; hizmetçi olma hakki. Dost ve düsman ve hatta daglar bu hakikati böyle bilsin..." (Ömer Vehbi Hatipoglu, Bir Baska Açidan Kürt Sorunu, s.38) sözü tüm yalınlığı ile bir devrin ifadesidir.
Nitekim Eski Başbakanlardan Ferit Melen o dönemi tasvir ederken şunları söylüyor ; “...Devletin söylenmeyen politikası (Kürtler) ‘zenginleşmesinler, okumasınlar’ şeklindeydi. Örneğin, yüksek rütbelere pek çıkmazlar, devlet dairelerinde belli bir düzeyin üstüne katiyen ulaşamazlardı. (...) 1950’lere kadar büyük bir baskı dönemi yaşandı. Jandarma kimseye gözünü açtırmazdı. Onların her şeyi jandarma onbaşısıydı. Zaten Güneydoğu Anadolu ‘memnu bölge’ durumuna getirilmişti. Kimseler gitmez, kimseler geçmezdi.” (Mehmet Ali Birand, Apo ve PKK, 4. Baskı, 1992, s. 62.)
27 Mayıs İhtilali'ne gelindiğinde Milli Birlik Komitesi'nin ilk icaraatlarından birisi, DP döneminde siyasi tutuklu olarak cezaevlerinde bulunanları serbest bırakmasıdır; Fakat bunun da bir istisnası vardır ve 49 siyasi mahkum Kürt oldukları için serbest bırakılmayarak harbiye tabutluklarında ki işkence altında yaşamlarına devam ettirilmiştir.
İhtilalin hemen ilk günlerinde hiçbir gerekçe ve mahkeme kararı bile olmadan Doğu ve Güneydoğu'nun değişik bölgelerinden 550 Kürt ağa, şeyh, aşiret reisi ve kanaat önderi Sivas'ta bir askeri kampta enterne edilir. Arkasından “55 ağa olayı” olarak hafızalarda yer alan sürgün dönemi başlar. Kurşuna dizilmekten son anda kurtulan ve mal varlıklarına el konularak sefalet içerisinde yurdun dört bir yanına sürgüne gönderilir 55 Kürt ağası.yıllar sonra memleketlerine dönebilirler ancak.
Yassıada'da savunma avukatlığı yapan Hüsamettin Cindoruk, Sivas kampı ile 1938-1960 dönemi arasındaki barışın bozulduğunu ifade ederek, Celal Bayar'ın Sıvas Kampı İçin; “Siyasal Kürtçülük şuurunun uyandığı yer” dediğini belirtiyor: “Onlara Sıvas'ta Kürt olduklarını hatırlattılar. Celal Bayar buna siyasal Kürtçülük hareketi derdi. Kürtçe diye bir dil de var, ırk da var, buna kimse karşı çıkamaz.” (27 Mayıs'ın Öteki yüzü, Sivas Kampı, Nevzat Çiçek) diyerek Kürt siyasal gerçeğinin altını çizer.
27 Mayıs'ın kudretli Devlat Başkanı Cemal Gürsel ve MBK üyeleri doğu illerinde sık sık gezi yapar ve halka hitap ederken “Sizler öz ve öz Türksünüz, Kürtlüğü kabul etmeyin, reddedin! Size Kürt diyenlerin yüzüne tükürün” tarzıdaki ifadelerinin Kürt halkı üzerindeki hoşnutsuzluğunu varın da siz düşünün. Ayrıca Alparslan Türkeş'in başında bulunduğu Milliyetçiler Gurubu, Ülkü Kültür Birliği Genel Müdürlüğü adı altında bakanlık yetkisine sahip bir teşkilatlanamaya gidiyordu ki böylesi bir facia dan son anda dönüldü. Merak edenlerin bu projenin eylem planlarını okumasında fayda var.
Nitekim, uzun yıllar sonra Ecevit'in özel arşivinde çalışmalar yapan gazeteciler Can Dündar ve Rıdvan Akar tarafından bulunarak kamuoyuna açıklanan Doğu Rapor'u darbecilerin Kürtlere bakış açısının korkunçluğunu da ifade ediyor.
12 Mart Muhtırası ile Kürt siyasal hareketinin temelleride atılmış oluyor. Önceki uygulamaları aratmayacak cinsten baskı, tutuklamalar ve Diyarbakır cezaevi merkezli işkencehanekler yeniden çalışmaya başlıyor. Savcı'nın "Kürt ve Kürt dili yoktur. Kürtçe 20 kelimeden oluşmuştur. Diğer kelimeler başka dillerdendir" demesi üzerine, Musa Anter'in kalkıp "Tavuklar bile kendi aralarında gıt gıt diye 20 kelimeyle konuşur. Bunu söyleyebilmek çok gülünçtür" cevabı fıkra gibi anlatılar hala doğu illerinde.
Ayrılıkçı PKK terörünün beslendiği kaynağın; özellikle 27 Mayıs Askeri darbesi ve sonraki askeri müdahaleler ve devlet içerisine sızmış derin yapılanmaların dönemsel olarak Kürt halkı üzerindeki baskıcı, jakoben uygulamalar olduğunu söylemek yanlış bir tespit olmasa gerek.
12 Eylül Askeri Darbesi'nin de mantığı farklı değildir öncüllerinden ve Kürtler "Dağ Türkleri" ilan edilmiştir. Genelkurmay Başkanlığı'nın bastırdığı "Beyaz Kitap"'ta şu açıklama yer almıştır: "Dağların yüksek kısımlarında, tepelerde yaz kış erimeyen karlar vardı. Güneş açınca üzerleri buzlaşan camsı parlak bir tabaka ile örtülürdü karın yüzü. Üstü sert altı yumşak olurdu. Bu karın üstünde yürününce, ayağın bastığı yer içeriye çöker, 'kırt-kürt' diye ses çıkarırdı. Doğulu Türkmenlere, Kürt denmesinin nedeni buydu. Bölücülerin Kürt dedikleri, yüksek yaylalarda, karlık bölgelerde yaşayan Türklerin karda yürürken ayaklarından çıkardıkları sesin adıydı aslında."
Bölücü olmak için “Kürt” demek yeterliydi. İnsanlık tarihinin en dehşetli zulümlerinine imza atılan ve emir komuta zinciri ile hareket eden Silahlı Kuvvetler'in Diyarbakır hapishanesine şahitlik etti insanlık 12 Eylül Askeri Darbesi ile. Yüreği kaldırabilecekler yapılan işkenceleri okusun, malzeme sınırsız.
Bu noktada bazı Ülkücü ve İslamcı kardeşlerimin “bizde işkence gördük” dediklerini duyar gibiyim. Evet, insanlık dışı işkencelere maruz kaldılar; fakat bir fark varki kendi hür iradeleriyle seçtikleri inançları ve siyasi görüşleri sebebiyle işkence gördüler ve bu son derece anlaşılabilir saygı ile karşılanabilir bir durumdur. Diyarbakır'da işkence görenler ise Kürt oldukları; yani İlahi iradenin tecellisi ile Kürt doğdukları, kendi hür iradeleriyle seçmedikleri etnik kimliklerinden dolayı işkence gördüler.
Dönemin tanıklarından Timetürk yazarı Hüseyin Yılmaz şöyle diyor Diyarbakır hapishanesini ve sonrasını anlatırken: “İşkencecilerin maksadı, Kürtleri bu dehşetli zulümler ile kin ve nefretle doldurup şiddetin askeri yaparak, PKK’nın saflarına itmek. Ta ki palazlanan PKK ile mücadele adı altında, ellerindeki cehennemî silah ve askerî güçle Kürtleri imha etsin ve zulümlerine amme efkârı nezdinde meşruiyet kazandırsınlar. Gördükleri dehşetli zulüm karşısında kin ve nefretle dolan Kürtlere açık bırakılan tek kapı, şiddetle intikam yemini eden PKK safları olur. Ve bu iğrenç tezgâh 40 bin civarında cana, milyonların bağrını yakan acılara, tiriliyon dolarları bulan paraya, otuz yıllık bir kayba ve dehşetli bir bölünme tehlikesine malolur.” (12 Eylül, TSK ve “Kürt Açılımı” 12.09.2009 tımeturk.com)
Gelinen süreçte artık on binlerle ifade edilen ve her türlü terör eylemine imza atabilen bir silahlı güç ve ardında bıraktığı derin acılar. Teröre feda edilen on binlerce Türk ve Kürt evladı. Gözü yaşlı elleri öpülesi Türk ve Kürt anaları.
PKK'nın terörizmi esas alan yöntem ve uygulamalarına Kürt Halkının destek vermediğinin ve Türk kardeşleriyle ortak yaşama arzusunun en büyük kanıtı, her üç Kürt seçmenden iki'sinin AK Parti'ye oy verdiği gerçeğidir.
Bir başka gerçekte evrensel hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altına alınmasıdır ki; gelecekte de bir askeri darbenin olmayacağının garantisini kim verebilir.
Timetürk yazarı Hüseyin Yılmaz'ın sözleriyle bitirelim: “Yine de ümitsiz değilim. Değilim, zirã zulüm ãbãd olmaz. Zirâ, zaman, bir hatt-ı müstakim üzere hareket etmiyor... Gece ve gündüzün birbirini kovalaması, zamanın biricik oyunu. Bu karanlık geceyi günün aydınlığı kovacaktır. Şüphesiz...”
mail: trntoprak@hotmail.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.