Av. Mehmet YALÇINKAYA
KURTLARLA DANS (VII)
(geçen haftadan devam)
Toplanan derileri bayram sonrasına kadar depolamak için, Yaylacık mevkii denilen şehrin merkezinden uzakta, bir öğrencinin kömürlüğü seçildi. Halası ve eniştesi ile yaşayan bu öğrencinin göğüslediği fedakârlığı 1980’li yılların ilk yarısının şartlarını bilmeyen, o yıllarda yaşamamış kimse anlayamaz. İnsan, sadece bir tane deri ile yakalansa, önce derileri nerede depoladığı işkencevari yöntemlerle öğrenilir, deriler itina ile sayılır, deri adedince ceza kesilir ve derileri topladığı için de kurban günleri geçinceye kadar en az üç gün nezarette tutulurdu.
Bu işlerin küçük bir şehirde bir insanın başına gelmesi demek, en yakınındaki insanlara bile işin anlatılamaması, dolayısıyla sanki vebalı bir insandan kaçış gibi sonuç doğururdu. Bu kişi, sohbetlerin idareci kadrosundan bir talebe olursa, önce onun sohbetlerine gelen çocukların, ardından diğer halkalardakilerin velileri, başlarına bir şey gelir korkusuyla evlatlarına bir daha sohbet yüzü göstermezdi. Bu da faaliyetlerin ana merkezinde yer alan, her hafta, her mahallede en az bir sohbet halkası hedefini kökten yok ederdi.
Haftalar öncesinden hazırlıklara başlandı. Ailesinin kurban kesmesi muhtemel bütün öğrencilere haber salındı. Hoca, öğrencilere;
-Kestiğiniz kurbanın derisi sizin ve kurbanınızın namusudur. Babalarınızı ikna edin, derileri Türk Hava Kurumu’na kaptırmayın. Kurban, eti başta olmak üzere derisi dâhil her uzvu Allah için harcanması gereken bir ibadettir. Kestiği kurbanın derisini kaptıran öğrenci gözüme gözükmesin. Ayrıca her öğrencimden en az bir deri daha bekliyorum. Sizler aslanlar aslanısız, göreyim sizi, şeklinde motive edici konuşmalar yapıyordu.
İyi bir çalışma yapıldı. Kurban derimi ben getirebilirim diyen bütün öğrencilere dericinin verdiği kiloluk kaya tuzları dağıtıldı. Deri iyice tuzlansın ki, kurtlanma ve kokma yapmasın. Bayram sonunda, ortalık yatışıncaya kadar toplama merkezi olarak kullanılacak kömürlükteki kokusu ile kendisini ele vermesin.
O yıllarda telefonu olan ev sayısı yok denecek kadar azdı. Organizasyon için, bir tane şehrin yakınındaki tarihi ilçede, bir tane Beşbinevler denilen mevkide, bir tane Esentepe mahallesinde, bir tane de Kayabaşı-Yaylacık diye bilinen şehrin karşı yaka mahallelerini kapsayan bölgelerde olmak üzere, dört tane telefonu olan öğrenci evi seçildi. Bu öğrenciler bayram boyunca telefonun başından ayrılmayarak, acil alınması gereken deriler için verilen adresleri not ettiler, günün batmasıyla, güçlü kuvvetli öğrencilerle birlikte belirlenen adreslerdeki derileri hızla toplayarak, gece yarısı olmadan ana depoya taşıdılar. Kömürlüğün sahibi öğrenci ile bir arkadaşı da sabaha kadar, derileri hem istif ettiler, hem de şüphelendiklerini yeni baştan tuzladılar.
Bir heyecan dalgası bütün öğrencileri, dolayısıyla bu küçük Anadolu şehrini sardı. Herkes bir kıpırdanış hissediyordu ama topluca deri toplanması gibi tehlikeli ve çılgın bir işe kalkıldığını kimse tahmin edemedi. Organizasyon bir yerden patlak verebilir korkusuyla, öğrenciler mahalle camisine deri topladıklarını söylüyorlardı. Heyecan fırtınasının nasıl estiğine en güzel örnek, okulun bayan öğretmenlerinden, aslen İzmirli, fikren de solcu olan birisi, çekirdek kadrodaki öğrencilerden birisine sordu:
-Bayramda deri toplayacak mışsınız?
-Yok, hocam! Kim uyduruyor bunları, öyle bir şeyi biz nasıl yapalım?
-Bak, hem imam-hatipliyim diye övünüyorsun hem de nasıl yalan söylüyorsun? Doğru söyle deri toplayacak mısınız? Topladığınız derileri ne yapacaksınız?
-Hocam, adına deri toplamak demeyelim. Biz, derilerimizi Türk Hava Kurumu’na vermek istemiyoruz, o kadar. Çünkü kurban bir ibadetse, her şeyiyle ibadettir. Derileri toplayan Türk Hava Kurumu’nun, derilerin parasını nereye harcadığını bilen var mı? Derimizin parası, Allah için fakir öğrencilere verilsin istiyoruz. Anlayın hocam, başka da bir gayemiz yok.
Öğretmen, tebessüm ederek;
-Anladım, gerçekten anladım. Biliyorsun babam rahmetli olalı 40 gün olmadı. Onun adına bir kurban keseceğim. Derisi de hayır işlerine gitsin istiyorum. Bizim kurbanın derisini de gelip sen alır mısın?
Bu sözlere inanamayan öğrenci sevinçten neredeyse öğretmeninin elinden öpecekti. Hakikaten bayram günü öğretmen, kestirdiği kurbanın derisini öğrencisine teslim etti.
Bu ve bunun gibi samimi çalışmalar sayesinde o sene iki yüze yakın büyükbaş, altı yüzün üzerinde küçükbaş hayvan derisini toplayıp istif ettiler.
Asıl sorun bayramdan üç gün sonra derilerin teslimi zamanı yaşandı. Derileri kendisi teslim alması için anlaşılan derici, şikâyet var, benim üç aracımı da takip ediyorlar. Ben kesinlikle sizin derileri alıp şehirden çıkartamam deyip hoca ve talebelerini yarı yolda bıraktı. Şehri tam ortadan ikiye bölen ırmak üzerinde yer alan tek köprünün giriş ve çıkışında iki polis arabası gerçekten üç gündür nöbet tutuyordu. Kamyonet veya pikap gibi kasalı araçları durdurup arama yapıyorlardı. Bu köprüden geçmeden de şehrin merkezine, oradan da derilerin götürüleceği Gerede’ye gitmek imkânsızdı.
Derileri bir an önce elden çıkartmak zorunluydu. Ne kadar iyi tuzlansalar da, daha fazla saklamak mümkün gözükmüyordu. Hoca ve talebeleri hem çok üzgün, hem de bütün emekler boşa gidecek diye çok kızgındılar. Ne yapacaklarını kara kara düşünürken talebelerden birisi;
-Hocam bir filmde seyretmiştim. Teşbihte hata olmaz, eroin kaçakçıları, büyük bir parti mal kaçıracakları zaman, malın küçük bir kısmını başka bir arabaya yükleyip kendilerini ihbar ettiler. Polisler onunla uğraşırken asıl büyük kısmı taşıyan araç, polislerin yanından çekip gitti. Biz de öyle yapalım, birkaç parça deriyi, dericinin kamyonetine yükleyelim, geri kalanı da başka bir sivil araç bulup, kaçıralım dedi.
Dericiye durum anlatıldı. Gece yarısına doğru beş parça büyükbaş derisi, beş parça da küçükbaş derisi dericinin kamyonetine kondu. Hoca onu bile çok görüp, yazıktır günahtır diye büyükbaş derilerden dördünü geri aldırdı. Geri kalan tüm deriler şoför olan bir öğrenci velisinin kamyonuna yüklendi. Veli, derileri arkaya çok güzel istif edip, ilk bakışta anlaşılmasın diye üstüne ve önüne de saman balyaları koydu.
Gece yarısını biraz geçe önce dericinin kamyoneti yola çıkarıldı. Beş dakika sonra da öğrenci velisinin kamyonu hareket etti. Şoför olan veli, o saatte arabada bayan olursa, polisler durdurmaz düşüncesiyle hanımı ve üç yaşındaki küçük çocuğunu da alarak yola çıktı. Köprübaşı mevkiine geldiğinde polislerin, dericinin kamyonetini durdurduğunu, dericinin arabadan inip, polislere yalvardığını gördü. Kamyon şoförü, polislere el sallayarak yanlarından geçti. Aslında şehrin dışında beklemesi gerekirken bir daha aynı problem yaşanabilir korkusuyla, eşi ve çocuğu yanında olduğu halde Gerede’ye kadar durmadan yol alıp, sabah olmadan söylenilen adrese derileri teslim etti.
(devamı haftaya)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.