KURAN-IN KELAMLARI (I)

İslamiyet (asla yobazlık değildir) ve modernliğin aslında kardeş olduğu yadsınamaz. Müslümanlığın kitabı olan Kuran-ı Kerim Rabbimin kelamları olup o zamanlarda bile gelecekle ilgili pekçok bilgileri ayetleriyle kullarına iletmiştir. Daha sonraları gelen nesillere yol gösterici olarak tayin ettikleri Peygamberlerden diğer toplum önderlerine kadar yine Rabbim ayeti kerimelerle insanlığa bildirmiştir. İlk gönderdiği ayetlerinde “oku” diyerek sadece islamiyeti değil insanlığın başına gelecek herşeyi kullarına bildirmiştir. İlk indirilen ayet olan Alak Suresi ki bir Ramazan günü (Bir de, “Ramazan ayıdır ki Kur’an onda indirilmiştir.” (Bakara 2/185) buyurulmuştur. Çoğunluğun görüşüne göre Kadir gecesi Ramazan’dadır.

Keşşaf’ın Kur’an’ın inişi hakkındaki bu son beyanı, bu gecenin Berat gecesi olduğunu söyleyenlerin görüşüne uygun düşmüş oluyor. Çünkü Kadir gecesinde ilk kez Peygamber’e indirilmeye başlanmıştır. Onun için Kadî ve Ebu’s-Suud şöyle demişlerdir: “İlk defa o gece indirilmeye başlandı. Veya o gece cümleten (toptan) Levh’ten dünya semasına indirildi ve Cebrail (a.s.) sefereye (yazıcı meleklere) imla etti, sonra da Peygamber’e yirmi üç senede kısım kısım indiriyordu.”

Fahruddin Razî de şöyle kaydetmiştir: Rivayet olunur ki: Atıyye-i Harûrî, İbnü Abbas hazretlerinden “Gerçekten biz onu kadir gecesinde indirdik.” (Kadr, 97/1) ifadesi ile “Gerçekten biz onu mübarek bir gecede indirdik.” (Duhan, 44/3) ifadesini şöyle sordu: Yüce Allah Kur’an’ı ayların hepsinde indirmiş iken bu nasıl sahih olur? İbnü Abbas (r.a.) hazretleri de dedi ki: Ey İbnü Esved! Ben helak olsam da bu nefsinde kalsa cevabını da bulamazsan helak olacaktın. Kur’an cümleten (toptan) Levh-i mahfuzdan Beyti Ma’mura indi ki o dünya semasıdır. Sonra onun arkasından olayların çeşitlerine göre, durumdan duruma nazil oldu.

Demek ki, Kur’an’ın bir toptan inişi, bir de kısım kısım inişi vardır ki ayet ve hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki, vahyin 6-7 mertebesi ve şekli vardır.

  • Sadık rüya şeklinde… Peygamber Efendimiz rüyalarını bir sabah aydınlığı kadar aşikar görürdü.
  • Uyanıkken Melek görünmeksizin Peygamber Efendimizin kalbine ilka edilmesi şeklinde…
  • Meleğin bir insan suretinde temessül etmesi şeklinde…
  • Meleğin bir çan sesi gibi hitap etmesi şeklinde…
  • Meleğin asıl suretinde görünmesi şeklinde… Efendimiz Cebrail’i vahyin ilk başlangıcında ve Miraçta olmak üzere iki defa böyle görmüştü.
  • Cenab-ı Hakkın Miraç gecesinde Peygamber Efendimize doğrudan vahyetmesi şeklinde… Beş vakit namaz ve Bakara Sûresinin son ayetleri böyle vahyolundu.

Toptan inmesi bir defada olmuştur. Buna daha çok “İnzal” deyimi uygundur. Kısım kısım inmesi de Peygamber’e azar azar yirmi üç senede omuştur. Buna da “Tenzil” deyimi uygundur. Bunların aynı manada kullanıldıkları yadırganmadığı gibi, “tenzil”in her necmi (kısım kısım inmesi) ayrıca düşünüldüğü zaman yine “inzal” denilmek uygun olacağından birinin bir gecede birinin de diğer gecede olması iki rivayetin uzlaştırılmasına daha uygun gelecektir. Şu halde “mübarek gece”nin “berat gecesi” olması, “Gerçekten biz onu kadir gecesi indirdik.” (Kadr 97/1) buyurulmasına aykırı olmayacaktır. Hira Dağında Cebrail (a.s.) geldi ve vahiy süreci başladı. Tam o esnada Cebrail (a.s.) buyurdu ve “Oku” dedi. Titrek bir sesle, “Ben okumak bilmem” dedi Peygamber Efendimiz. Melek onu kucaklayıp takati kesilinceye kadar sıktı ve aynı tatlı sesle, “Oku!” dedi. Yine “Ben okumak bilmem.” diye cevap verdi. Melek aynı şekilde onu tepeden aşağıya tekrar sıktıktan sonra “Oku!” dedi. Üçüncü defasında “Ne okuyayım?” deyince, melek, “Yaradan olan Rabbinin adına oku…” dedi ve İkra Sûresinin ilk beş ayetini vahyetti. Efendimiz de o ayetleri tekrarladı.

Peygamber Efendimiz bu olayı şöyle anlatıyor:

O döndü gitti. Ben uykudan uyanır gibi oldum. Sanki kalbime bir kitap yazılmıştı. Mağaradan çıkıp dağın ortasına geldiğim zaman gökten şöyle bir ses geldi:

“Ya Muhammed, sen Allah’ın Resulüsün, ben Cebrail’im…”

Böylece Kur’an’ın ilk beş ayeti inmiş oldu. Orada “İkra!” yani “Oku!” diyordu. “Kainat kitabını Rabbinin adına satır satır oku! İçindeki olayları Onun adına tahlil et! Manalarını öğren!” buyuruyordu.

“İkra” aynı zamanda “Topla” manasına da gelir. Yani, İnsanlar Allah’ın mülkünü putlara dağıttılar. Sahte güç odaklarına taksim ettiler. Sen Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, diyerek, “Yaradan Rabbinin adına topla”, onları Rabbine ver.

Artık 23 yıl sürecek olan vahiy süresi böylece başlamış oldu ve bu zaman zarfında Kur’an-ı Kerim ayet ayet tamamlandı. (Furkan ve İsra Surelerinde  bu indiriliş süresi; “İnkar edenler derler ki, Kur’an neden toptan indirilmedi? Biz ise Kur’an’ı, kalbini sağlamlaştırmak için böyle indiririz. Ve onu sana tertil üzere okuttuk. Onların sana karşı söyledikleri bir mesel yoktur ki, biz sana Hak ile daha iyisini getirmeyelim, onu daha güzel izah ve tefsir etmeyelim?” “Kur’an’ı bölüm bölüm gönderdik ki, onu insanlara azar azar okuyasın. Biz onu kısım kısım indirmiş bulunuyoruz.”

Ayetler ilk inmeye başladığında, Peygamber Efendimizden yakın çevresini, aşiretini uyarması isteniyordu. Sonra tebliğ dalga dalga dünyaya yayıldı.

Yazıma ilk girişteki cümlemde islamiyetin ve demokrasinin kardeşliğinden bahsetmiştim. Her ikisi de toplum içindir. Kuranın indirilişi Rabbimin kelamı ile topluma daha sonraki oluşumlar için de yani demokrasi adına kullar tarafından yapılanlar dahi yine Kuran-ı Kerim ayetlerinde bahsi geçen oluşumlardır. Yaşamımızda bize yol gösteren asla varlığını inkar edemeyeceğimiz yüce değerlerimiz ve kıymetlilerimiz vardır. 

Biz insanların yaşamında ve ahiretleri için bize yol gösteren bu kıymetler yadsınamaz durumlar ve özelliklerdir. Nedir bunlar dünyada toplum içinde yaşamamızı sağlayan bizi kendimize ve dış ülkelere karşı koruyan milli değerlerimiz, demokrasi kanunlarımız, gelenek ve göreneklerimiz vardır.  Bunlar, ahlak ve görgü kuralları kapsamında değerlendirilir. Bunlardan ahlak ve görgü kuralları anane ve göreneklerle bağdaşmışken bunların toplum bakımından bireye veya toplumlara cezası ayıplanma olarak müeyyide uygulanır. Bunların yanında da toplumda yaşamamızı kolaylaştırmak adil olanı adil olmayandan ayıran kanunlarımız vardır. Aslında toplumun dirliği ve düzeni için yapılan Yargı ve İdari Kanunlar ise bireyi koruma veya topluma faydalı hale getirme çalışmalarıdır.

Her toplum insanlık yaratıldığından bu yana kendilerine bir önder seçmişlerdir. Neden seçmişlerdir? Herkes önder olursa dirlik ve düzen sağlanamaz toplumların ülkelerin ayakta kalması zor olacağından birlik ve millilik adına her toplum birini önder seçmiştir.  

İnsanlığın önderi Adem peygamberimiz olup bu zamandan beri toplumların bir arada tutulması adına gelen önderler iyi veya kötü icraatlarla toplumlarını yok etmişler ya da yaptıkları hatalarla asimile olmalarına zemin hazırlamışlardır. Elbette ki şunu da unutmamak gerekir ki zamanın şartları ne gerektiriyorsa olaylar ve önderler bu durumlara göre toplumlarını bir arada tutmaya özen göstermişlerdir. Bu önderler ilk Toplum Sözleşmesi olarak kabul edilen yasa ile toplumlarında düzenini sağlamak adına ki bu 1921 Anayasamıza Hakimiyet Kayısız Şartsız Milletindir benimsemesiyle girmiştir.  

Toplum sözleşmesi özetle; Mülkiyeti zenginlerin gücünü artıran, fakirleri de aç bırakan bir kurum olarak görür. Mülkiyet Rousseau’ya göre eşitliği bozar. Bu yönüyle bir Locke’den ayrılır. Mülk sahibi olmak ya da zengin olmak kesinlikle siyasi iktidarı ele geçirme ya da ülkede egemen olma yönünde hak bahşetmez. Günümüz demokrasileri açısından da bu geçerlidir. Ancak her ne hikmetse anayasal demokrasilerin kurucuları arasında locke başta gelir. Rousseau ise totaliter rejimin ve mutlakiyetçi görüşün savunucusu olarak kabul edilir. Rousseau’nun eserlerinde çelişkili ifadeler kullanmasından kaynaklanmaktadır. Şöyle ki: toplum sozlesmesi yapanlar o toplumda yaşayan insanlardır. yani iktidarın kaynağı halktır. rousseau’ya göre herkesin özgürlüğü devlet tarafından güvence altına alınmalıdır. Bunun için de bireylerin tüm haklarını devlete devretmesi gerekmektedir. yani bireyler üstün irade olan devleti kabullenmelidirler. İşte rosseau’nun çelişkisi burdadır. Hem Locke gibi devletin özgürlükleri korumak için varolduğunu söylemekte hem de görüşüyle çelişecek şekilde kişilerin hak ve özgürlüklerinden devlet lehine vazgeçmeleri gerektiğini söylemektedir. Buna gerekçe olarak toplum sözleşmesi isimli kitabında şunları söyler: “herkes hakkını devlete devretmektedir, yalnız devrettiği kadarını da devletten geri almaktadır. Çünkü bu durum herkes için aynı olunca hiçkimse bunu diğerlerinin zararına kullanmayacaktır.” bir anlamda eşitliği savunur. Bu açıdan bakıldığı zaman sosyalist bir düşünür imajı çizer. ama savunduğu eşitlik koleler arasindaki eşitliktir. özgürlüksüz eşitliğe razıdır.

Araya bu anlattıklarımı aldım çünkü amacım hepsini aynı noktada buluşturmak yani asıl olanın bu olduğuna işaret etmektir. Hani bazen denir ya kuranla yaşam yaşam değildir. Ama yaşadığımız evrende, hayatımızdaki herşey kuranın ayetlerinde gizli olup yaşamımızın ta kendisidir. Birey ve toplumlar için açık açık ibretler ve doğru yola götürme, buldurmaya çalışan ayetlerdir hepsi de.

Yüce Allah Kur’an’da toplumsal yasalara işaret etmekte, bu yasalar üzerinde düşünmeye, ders ve ibret almaya çağırmaktadır. Bu konu ile ilgili ayetlerden bazıları şunlardır:

“Sizden önceki milletlerin başından nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin dolaşın da yalancıların sonunun nasıl olduğuna bir bakın” (Ali İmran suresi, 137. ayet)

“Onlar yeryüzünde gezip kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmazlar mı?”(Fatır suresi, 44. ayet)

Yine başka ayette: Toplumsal yasalar da Allah’ın çizdiği bir kaderdir. Toplumlar Allah’ın ortaya koyduğu toplumsal yasaya göre doğar, gelişir, geriler ve yok olurlar. Bu durumda her toplumun bir ömrü vardır. Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır: “Her toplumun belirlenmiş bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde onu ne bir an erteleyebilirler ve ne de bir an öne alabilirler.” (Araf suresi, 34) buyurur.

Burada hemen Hadisi tanımlamak istiyorum Çünkü bana yazımda gelecekle ilgili gaberleri veren ayetler kadar gereklidir. Buna göre Hadisin terim anlamı, Hz. Peygamber'in sözü, fiili, ashabının yaptığını görüp de reddetmediği davranışlar (takrir) ve onun yaratılışı veya huyu ile ilgili her türlü bilgi demektir. Hadis, Hz. Peygamber'i dinleyen sahabîden başlayarak onu rivayet edenlerin adlarının yazılı olduğu sened ile Hz. Peygamber'in söz, fiil veya takrîrinin yazıldığı metin'den meydana gelir. Yani hadis deyince, sened ve metinden oluşan bir yazılı yapı anlaşılır. Ancak Riyazü's-salihîn de hadis metinlerinin kolay okunup öğrenilmesi için sahabî dışındaki raviler yani sened kısmı müellif tarafından çıkarılmıştır.

Hadisler gelecekle ilgili bilgileri yıllar öncesinden bildirmişlerdir. İşte bazıları; Hz. Peygamber, Islamın ilk yıllarından beri müslümanlar zor günlerde bunaldıkça ashabına, gelecek parlak günleri ve Islam’ın hakimiyetini haber vermiş, bu suretle hem zor ve sıkıntılı anlar yaşayan ilk müslümanları teselli etmiş, hem de düşmanlara karşı tam bir dayanıklık göstermesi bakımından onları eğitmiştir. Örneğin, Mekke’de müsriklerin işkencelerinden şikayet eden Habbab b. Eret’e (r.a.), geçmiş ümmetlerden misaller verdikten sonra, San’a’ dan yalnız başına yola çıkan birinin yırtıcı hayvan korkusu dışında hiçbir korku hissetmeden ta Hadramevt’e kadar emniyet içerisinde yolculuk yapacağı günlerin yakin olduğunu bildirmiştir.

Hz. Peygamber müslümanlara Yemen, Sam ve Irak bölgelerinin feth edileceğini, Kisra’nin sarayındaki hazinelerin müslümanlarin eline geçeceğini yıllar öncesinden haber vermiştir. Rum diyarının yani Anadolunun fetholunacağını da bildirmiştir. Bunun yanısıra Kostantiniye ve Roma’nın fetholunacağını, Kostantiniyye’nin mi, Roma’nın mı daha önce fetholunacağı sorulduğunda ise, önce Hirakl’in şehri olan Kostantiniyye’nin yani Istanbul’un feth edileceğini bildirmiştir.

Medine döneminde de Hendek harbi (5/627) öncesinde müslümanlar, büyük bir gayret ve fedakarlikla Medine’yi savunmak için hendek kazmaya çalisirken, Hz. Peygamber kendilerine Şam, Kisra ve Yemen’in saraylarının ve nüfuz bölgelerinin müslümanlarin eline geçeceğini müjdelemiştir. Bu müjdeler, müslümanlara içinde bulunduklari kötü günleri atlatacaklarını, yani bir anlamda zaferi kazanacaklarını önceden haber vermektedir. Kaldi ki, bu durum asla kuru bir cesaretlendirme taktiği değildir; zira Peygamber hiç kimseyi aldatmaz ve gereksiz konuşmazdı. Onun verdiği haberler sayet ona aidiyeti kesin ise doğru çıkacaktır ve çoğu da doğru çıkmıştır. Bugüne kadar tarih, şayet doğru anlaşılmıssa Hz. Peygamber’in verdiği hiçbir haberde yalan ve yanlış tespit edebilmiş değildir.

./..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.