xxx431
KORKU Ve HUBB
Necip Fazıl şiirini “Aşk korkuya peçedir, korku da aşka perde/ Allah’tan nasıl korkmaz, insan O’nu sever de” diye okumuş. Eskiler şiir yazmazlardı, ezberden okurlardı. Ebu Hafs ise şöyle demiş: “Havf (korku), Allah’ın kamçısıdır, kapısından kaçanları onunla döndürür. Korktuğun herkesten kaçarsın. Yalnız Allah hariç. Ondan korktukça O’na kaçarsın. Bu korku aşıkın maşukundan uzak kalma endişesidir” (Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, 1992: 406- 7). Aşk korkutuyor önce; korkunun üstündeki ateşe aşk damlıyor nurdan.
Korku/ havf ve giderek kalbe yerleşen haşyet, bireyi (abidi) Allah’ın yasak ettiği şirk/ günah/ zulm/ ifsad/ hubb u dünyadan korumaya yöneliktir. Korkunun akıldan kalbe inmesi ile eşitlik istemi infak etmeye, adalet hissi bağışlamaya, görev bilinci hizmete, maruz kalma fikri rızaya, yokluk/ derd/ fakirlik/ çile belası nimete, nedamet ve kahır söylenişleri hamd zikrine tahavvül eder. Korkuyla yalnızlaşana Allah yaklaşır. Havf, kalbin Allah’a doğru koşusu içindir; ardından Hubb (sevgi) gelir ki o da Allah’ın kuluna istivasıdır.
Kur’an’da zikredilen “korku” tabirleri şöyle: 1) Rehbet: “Yalnız benden korkun/ fe iyyâye ferhebûn (ferhebûne)” (16 Nahl 51) ; 2) Vecel: “Allah anıldığı zaman kalbleri ürperir/ izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum” (8 Enfal 2); 3) Haşyet: “Kulları içinde ancak âlimler Allah’tan korkarlar/ innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu” (35 Fatır 28); 4) İşfak/ titreme: “Ve kıyamet saatinden titrerler/ ve hum mines sâati muşfikûn(muşfikûne)” (21 Enbiya 49); 5) Huşu/ teslimiyetle titreme: “Onlar, namazlarında huşû içindedirler/ Ellezîne hum fî salâtihim hâşiûn(hâşiûne)” (23 Mü’minin 2); 6) Havf: “Allah kuluna kafi değil mi? Seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar” (39 Zümer 36); 7) Takva/ ittika: “Onlar ki inandılar ve korundular/ Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne)” (10 Yunus 63).
Abid ile Allah arasındaki münasebet hakkında bir şeyler söylenmelidir: Kul Allah’tan korkar ve bu korkuyla Allah’a kaçar. Allah da, kulu kendisine yaklaştıkça ona ziyadesi ile icabet eder. Bir adım gelene bin adım gider. Yürüyene koşar. Kul yaklaştığı nisbette; varlığından, benliğinden, mevkiinden, kalabalığından gaybedilir. Ona hüzün dolanır; kul hüzünde ve gurbettedir. Gerçekten korkuyorsa Allah’ı seçecektir ve dahası gerçekten seviyorsa terketmeyecektir. La tahzen! Üzülmeyeceksin. Korku ile üzüntü arasında bir geçiş bırakılmamış gibidir: “Kim kaçınır (menittekâ) ve düzeltirse (asleha) o zaman onlar için korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir (fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne)” (7 A’raf 35). Korku habibin rızasına kaçmaya; sevgi, mahbubun eziyetine razılık vermeye dönüyor. Buna göre yüksek sevgiler, yüksek korkulardır. Kur’an bu iki duyguyu birleştiriyor, birbiri ile telif ediyor. Bu fikre delil olarak şu iki ayeti birlikte okumayı tercih ediyoruz: “Onlar (mü’minler) ki Allah’ın risaletini tebliğ ederler, Allah’a haşyet duyarlar (ve yahşevnehu) ve Allah’tan başka kimseden korkmazlar” ( 33 Ahzab 39); “İnananlar ise en çok ve kuvvetle Allah’ı severler/ vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh(lillâhi),” (2 Bakara 165). Korku ve hubb halindeki manayı tevhid eden ayetler de var: “Allah’ın veli kullarına korku yoktur, onlar mahzun olmazlar/ E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).” (10 Yunus 62). Korkanlar sevilenler edileceklerdir.
Kur’an’ın beyanına göre kul temelde “korku” ehlidir. Ayetler böyle diyor: “Ey inananlar Allah’tan korkun/ Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe” (9 Tevbe 119); “Ey temiz akıl sahipleri, ey lübb ehli, benden korkun/ vettekûni yâ ulîl elbâb(elbâbi)” (2 Bakara 197); “Ey iman sahipleri Allah’tan gereği gibi korkun/ Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe ve ancak müslümanlar olarak can verin” (3 Al-i İmran 102). Korkmak ilahi hubb’u çağırmakla birleşiyor. Allah anlaşmalara uyarak korunanları sever; adaletle insanların arasını bulan adilleri sever; bolluk ve varlıkta Allah için harcayıp öfkelerini yutkunan ve insanları affeden muhsinleri sever; temizlenenleri sever. Sadıklarla birlikte olun, diyor (9: 119), azıklanın, azığın hayırlısı takvadır (ve tezevvedû fe inne hayraz zâdit takvâ) (2: 197) diye devam ediyor. İhtiyaç var bunlara. Demek ki azık; para, mülk, makam, sahiplik hırsı değil.
İbn Kayyım der ki: Kulluğun aslı tam sevgi, tam zillet ve sevgiliye boyun eğmedir (İBN KAYYIM, Medaricu’s Salikin, İnsan, 1994, c: 3, s: 27). Yine O’na göre aşk/ ışk, aşırı sevgidir, ifrattan türemedir. Aşk'ı kabul etmez Kayyım. Der ki, ne Allah ve ne de kul, aşkla nitelenemez. Hatta Muhammed b. Abdulvahhab’dan “Takat getirilemeyecek şey aşk’tır” sözünü nakleder. Bu nedenle biz de sevgi meselesini “aşk”tan ziyade hubb, vela, meveddet, rahmet, hamd, rıza, mahviyet gibi kavram dünyasına ait görüyoruz. Abid için kulluk yolunun sabitesi Allah’ın kuluna muhabbetidir. Tabi oluş muhabbet ve mahbubiyetin birlikteliğini icap ettirir. Yani kulun Allah’ı sevmesi boşlukta ve eylemsiz değildir. “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin/ fettebiûnî yuhbibkumullâhu” (3Al-i İmran 31) ayeti sülukun mührü gibidir. “İnanıp salih amel işleyenler için Rahman (gönüllerde) bir vüdd (meveddet- sevgi) yaratacaktır/ İnnellezîne âmenû ve amilus sâlihâti se yec’alu lehumur rahmânu vuddâ(vudden).” (19 Meryem 96) denmiş. Bir taabiyet istenmektedir. Kendinden geçme, çöle düşme değil.Mecnûn'un serapa serhoşluğunu değil.
Sufi akımların el- hubb, aktivist ve devrimci akımların el- havf üzre sülûk ettikleri söylenebilecektir. Bu ikisinin ayrışması İslam düşüncesi bakımından hayra neden olmamış gibidir. Sufilik Rabiatü’l Adeviye (ö: 801) ile beraber el- havf’dan kopmuş ve aşk (hubbenlillah: Bakara/ 165) üzere yol tutmaya başlamıştır. Bu, başlangıçtaki cedelleşme ve fırkalaşmadan kaynaklanmıştı. Birbirini “dinden döndü” diye suçlayan akımların ardından gelen bir arayış. Hatta birbirini kırıp geçiren tüm fırkalara dair bir tehdit. Müslümanlar, Mekke müşriklerine karşı bile acımasız ve gaddarane yaklaşmamışlardı; affedici idiler. “Oysa Allah yakında öyle bir toplum getirecek ki (O) onları sever, onlar da O’nu severler (yuhibbuhum ve yuhibbunehu)” ayetinde (5 Maide 54) önce seven Allah’tır. Haşyetle saf tutan öyle bir toplulukturlar ki Allah onları sevmiştir. Korku ve iktisadî paylaşım talebinin arkasında fedakarlık neşvesinin hedef gösterildiğini görürsünüz. Eline gücü geçiren kişilerin üstünde bu meveddeti beklersiniz. Bir nizam kuranın; başkalarının kusurlarından vazgeçen, affeden, öfkelerini yutan, insanlara yumuşak davranan, müşavere eden, başa gelenden yılmayan, cemaate perçinlenen abidler olmasını dilersiniz. Artık hak arama ve hakları koruma mapushanesinden çıkmış bir ruh inşasından bahsetmiş oluyoruz. Bir karıncanın yiyeceği kırıntıyı tedarik edecek kadar dünyaya hakim ve yüzbin kişilik ordunun başında şehirleri fethetmeye giderken hakları gasbetmemek için karınları aç, sırtı yamalı, yalınayak duracak kadar Rabbine münib. Ahalinin nefsine hücumu noktasında af ve mehebbet ehli; insanların mal ve haklarına zarar verme hususunda ise korkudan titreyen. Topluma çıkan adamda korkunun emareleri olacak ki mehebbetin çırağı parlasın. Aşk “gel döv beni” değil belki ama havf da “yakalayınca zorbalar gibi tepelemek” olmuyor. Rabb’in mesajı Firavun’a dahi güzel gitmeliydi. Meveddet bunun içindi. Havf ile titreyenlere el- hubb örtüsü vermek gerekiyor. Sahi bu olabilir mi yeni çağlarda? Gecenin içinde nurdan bir aydınlık beklenebilir mi?
Erich Fromm der ki: “Sevgi bir verme etkinliğidir, çok şeyi olan değil veren zengindir. Yaşamını ötekine harcayarak değil, kendi iç canlılığından- yaşattıklarından vererek varoluşunu kazanır. Yaşamından birşeyler vermekle onu zenginleştirir, karşısındakinin canlılığını arttırır. Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir” (FROMM Erich, Sevme Sanatı, Payel, 1987: 30- 33). Demek ki sevginin bir alma eylemi olmadığı bilgisi biz insanlara verilmiş haldedir.
Buradan mülhem denebilir ki, sevgi onsuz duramamak, onunla varolmak ve korku ondan kopmaktan kaçınmak, kendini onun için ıslah etmek, onun emirlerinden başkasının emirlerinden irkilmek demektir. O Allah’tır,amel dediğin O’na kaçmak demektir. Korkanlar sevgiye erişecek gibidir.