Erol BATTAL
Kolumuz Yerinde, Elbiselerimiz Pak
Ömer Seyfettin’in “Diyet” isimli; namerdi yeren, mertliği öven güzel bir hikâyesi vardır. Hikâyenin kahramanı Koca Ali, zengin bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, yiğitliğiyle maruf, yaşadığı şehre nerden geldiği meçhul, kılıç yapımıyla uğraşan, sanattan ve estetikten anlayan, namazında niyazında, az konuşan, bir askerdir. Koca Ali bir gün, bir altın hırsızlığıyla suçlanır. Suçsuzluğunu ispatlayamaz, sağ elinin kesilmesi cezasına çarptırılır. Bu ceza; dürüstlüğü her şeyin üstünde tutan Koca Ali için, ölümden beterdir. Konusu komşusu, asker arkadaşları hiç kimse onun suçlu olduğuna inanmaz, cezadan kurtuluşu için çareler ararlar. Bunun için yüklü bir diyet istenir. Bu diyeti ödeyecek, tanıdıkları Kasap Mehmet Efendi’den başka, zengin kimseleri yoktur. Mehmet Efendi çok zengin ama bir o kadar da cimridir. O’na gider, ısrar eder ve diyeti ödemeye ikna ederler. Mehmet Efendi belirlenen diyeti öder ve Koca Ali kurtulur. Bunun karşılığında Koca Ali, Mehmet Efendi’nin yanında çalışıp borcunu ödemeye başlar. Fakat Mehmet Efendi cimri, hasis ve oldukça da insafsızdır. Her işini Koca Ali’ye gördürür, bunlarla yetinmez, sürekli başına kalkar: “Ben senin diyetini ödemeseydim, sen şimdi kolsuz kalırdın.” Bunu sürekli tekrarlar. Ali’yi yaptığı işler değil, Kasap Mehmet Efendi’nin bu başa kalkmaları, hakaretleri rahatsız eder. Bu sözler sürekli tekrarlanır artık dayanılmaz bir hal alır. Koca Ali, Bir gün kolunu satırın altına kor, satırı alabildiğine üzerine indirir ve kopan kolunu Mehmet Efendi’nin yüzüne fırlatarak; “Al bakalım, şu diyetini ödediğin şeyi” der, dükkândan çıkar ve nereye gittiğini de bir daha kimse bilmez.
Buna benzer başka bir hikâyeyi de Hüseyin Üzmez “Şu Bizimkiler” isimli kitabında, anlatır: İki arkadaş bir gün ansızın bastıran yağmura yakalanırlar. Arkadaşlardan birinin sırtında sakosu vardır, diğerinin yoktur. Sırtında sakosu olan, diğerini sakosunun altına alarak yağmurdan korumaya çalışır. Yağmur kestikten sonra, sakosu olan “Ya arkadaş, benim sako olmasaydı sen, ne çok ıslanacaktın” der. Diğeri teşekkür eder. İkinci gün “Yahu benim sako olmasaydı sen, ıslanıp hasta olacaktın” der; diğeri, “Evet, sağ olasın, hasta olmaktan kurtuldum” der. Ardından “Yahu sen hasta olsaydın ölürdün” diyerek her gün hikâyeyi uzatır. Artık adam sıkılmaya başlamıştır. İçinden “Nerden şu lanet adamın sakosu altına girdim” demektedir. Sakosunu veren adam; her gün uzattığı hikâyede, bu ıslanmayla adamı öldürüp karısını başkasıyla evlendirmeye kadar varmıştır. Bir gün adam artık bu duruma dayanamaz ve şehrin ortasından akmakta olan kirli dereye kendini atar, çamurlu suda yuvarlanırken de adama seslenir “Ulan senin sakon olmasaydı, bundan daha fazla mı ıslanırdım.”
Bazı kişileri Tv. Tartışmalarında izlerken ya da yazılarını okurken bu hikâyeleri hatırlamaktayım. Bu kişiler, televizyon programlarında ya da yazılarında demokrasi dışı söylemlerde bulunup, Ergenekon’u ve diğer kirli yapıları desteklerken; söylediklerine meşruiyet kazandırmak ve karşısındakini susturabilmek için, sürekli “Ben 28 Şubat’ta başörtülüleri şöyle savundum, böyle mücadele ettim” diye lafa başlamakta ve bu günkü bütün kirli düşüncelerini ve kendilerini bu söylemle temize çıkarmaya çalışmaktalar.
Bu adların en belirgini Nuray Mert isimli ‘tartışmacıdır’. Kadının tek özelliği cırcır bağırarak, bu ve benzer cümlelerle kendini hak sahibi kılmaya çalışmasıdır. Çünkü bugün söylediği sözlerin meşru bir temelinin olmadığını, en iyi O bilmektedir. Her tartışmasında izleyenlere, “Yahu kadın, keşke sen kimseyi savunmasaydın” dedirten bu sözleri, öyle bir tonda söylüyor ki, sanki O, olmasaydı; bu ülkede İslam adına bir şey kalmaz, Müslüman’ım diyen kimseye rastlanmaz, başörtülülerin tamamı başını açardı. O nedenle de bugün, Müslüman’ım diyen, başörtülü olan kim varsa; bu mübareğe can borçludur, kan borçludur. Yaşadığımız her anda, aldığımız her nefeste bu cengâver kadına ödememiz gereken bir diyet vardır. Aslında bu çabasında da kısmen başarılı da olmuştur. “Sivil vesayet” gibi, her darbe öncesi dönemde, birileri tarafından tedavüle sokulan söylemi, kendisinin orijinal imalatıymış gibi kullandığında, kendisine getirilen eleştirilere, bazı başörtülü yazarlar cansiperane karşı durmuş, nerdeyse kendi varlıklarını bu ‘İyilik Melaikesi’ne borçlu olduklarını dile getirmişlerdir.
Yine buna benzer “monte bir tip” var ki, o tam evlere şenlik. Hürriyet’te liberal görüşlere sahip Yavuz Gökmen diye bir yazar vardı. Liberal düşüncelerini ancak Hürriyet’e uygun yazabiliyordu. Çoğu zaman, düşüncelerini Hürriyet’e kabullendirebilmek için kadın ve spordan bahsederdi. Yavuz Gökmen 1998 yılında öldü. Genç ölümü yankı uyandırdı. Gazetede bir boşluk oluştuğunu düşündüler. Bu boşluğu doldurması içinde, o güne kadar, kıytırık yazılar yazan Cüneyt Ülsever’e “Yavuz Gökmenlik görevi” verdiler. Bu adam hiçbir zaman bir Yavuz Gökmen olamadı. Sadece O’nun kötü bir kopyası oldu. Şimdi bu adamda çıkıp, Nuray Mert gibi Müslümanların üzerinde hak iddia etmekte, kirli düşüncelerine geçmişten meşruiyet aramaktadır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün; ama gerek yok. Çünkü bu tiplerin bilinmez bir tarafları yok, her birimiz bunları bilmekte ve izlemekteyiz.
Bu davranış biçimi Türkiye’de aydın diye ortaya çıkan/çıkarılan tiplerin portresini daha belirgin bir şekilde görmemizi sağlıyor. Ülkemizde aydın diye sunulan tipler, hiçbir zaman bir düşüncenin, bir duyarlılığın temsilcisi olamadılar. Savundukları düşünceler, ortaya koydukları duyarlılıklar her zaman kendi konforlarının besleyicisi oldu. “Profesyonel aydınlar” bir fikrin çilesini hiçbir zaman çekmediler. Onlar için düşünceler, hep bir ekmek kapısı olarak görüldü. Hepsinin rolü aslında ‘Cüneyt Ülsever’in Yavuz Gökmenleştirilmesi’nden başka bir şey değildir. Nuray Mert gibiler sıradanlıklarını asla çalışarak üreterek aşmış değillerdir. Onlar birer pazarlamacıdır. Kendi sığlıklarını, birilerinin tarafı olarak gidermeye ve farklı görülmeye çalışmışlardır. Onlardan özgürlükçü olamayacağı gibi aslında darbeci de olamaz. Darbecilik bile bedel ister. Onlar bedel ödeyecekleri yapıların yanında hiçbir zaman olamazlar. Bu gün Ergenekonculara ağıt dizerken de, dün ekmeğini yediklerini hala gizlice sömürmeye çalışmaktadırlar. “Siz bakmayın benim bu gün böyle söylediğime, dün ben farklı şeyler söylüyordum” sözünün başka bir anlamı yoktur.
Bu düşünce sömürgecileri dün ya da bugün ne söylerseler söylesinler, kimin yanında olurlarsa olsunlar, onlara, hiç kimsenin bir diyet borcu yoktur. Kimsenin kolunu kesmesi ya da kendini kirli dereye atması gerekmiyor. Bugün bu ülkenin dindarları göreceli bir rahatlık yaşıyorsalar, bunu ne Nuray Mert gibi cırcır bağıran birine, ne de Cüneyt Ülsever gibi monte parçalara borçlular. Hiçbir sosyal kesim başkasının himmetiyle var olmamıştır. Varlık mücadeleyle mümkündür. Bu ülkenin dindarları, Cumhuriyetin kuruluşundan beri, sürekli sıkıntı çekmişlerdir, zorluklar yaşamışlardır; ancak her defasında varlıklarını kendi mücadeleleriyle kazanmışlardır. Onlardan olmayıp, onların yanında görünenler, sadece onların ekmeğini yemiş, kendilerine meşruiyet alanı açmışlardır ve bu durum hayatın her alanında aynı olmuştur. Bugün yine “Başörtüsü sorununu biz çözeriz” diye ortaya çıkıp bir yığın maskaralığa imza atanlarda, ekmeğin burada olduğunu görmüşlerdir. Eğer burayı ekmek kapısı değil de, gerçekten burada çözülmesi gereken bir sorun olarak görmüş olsalar, asla bu kadar zavallılaşmazlar İran’ın, Pakistan’ın laik zavallılarından medet ummazlardı. Yani bu tiplerin samimiyeti, konuyu anlaması ancak bu kadar olur.
Bunları söylerken fikir namusunu koruyan, olaylara ve olgulara bu namus içerisinde yorumlar getiren aydınları asla kastetmiyorum. Bu aydınlar, ister olaylara İslamcı, ister solcu, ister sağcı perspektiften yaklaşsınlar fark etmez. Benim kastettiğim kendini sistemin sahibi görüp oradan beslenen, ihtiyaca binaen, belli zamanlarda güya sistem eleştirisinde bulunup, sonrada bundan nemalanmaya çalışan düşünce ahlakından yoksun tiplerdir. Bizim dünyamız fikir namusu içerisinde olayları değerlendirenleri de, bir “fikrin fahişesi” olanları da başından beri ayırt edecek niteliktedir. Kimse bu şuna çabalar içerisinde olmasın. Kolumuz sağlam, elbisemiz temiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.