A.Kerim KARAAĞAÇ
KERBELA’YA BİR BAKIŞ
Biliyorum yazı uzadı, belki de biraz sıkıcı olmuştur. Fakat, seneyi devriyesinde ve hadisenin tekrar hatırlanıp dersler alınması için önemliydi. Şimdi esas ders alınacak son bölümüyle yazımı bitireceğim kardeşlerim.
Kerbela konusu İslâm ve insanlık tarihinin, Hz. Peygamberin (s.a.v.) ahirete irtihalinden sonra, hassaten bu ümmetin yaşadığı hadiselerin en korkuncu ve en mühim konusudur.
Sadece üzüntü boyutunda değil, ümmet içerisindeki toplulukların mezhep, meşrep ve siyasi yapılanmalarına etki etmiş dini bir vaka olarak da etkileri devam etmektedir. Bu anlamda, hangi yönde olursa olsun, İslam ümmeti içinde, Kerbela konusuna kaygısız kalan tek bir fert bile düşünülemez. Çözümsüz, geri dönüşü olmayan, herhangi bir şekilde insanın asla açıklaya-mayacağı, şerlikte kıyas götürmez bir vakıadır Kerbela. Hz. Peygamberin (s.a.v.) torunlarının en vahşi bir biçimde katledilmesi hadisesidir. İslam tarihinde, şehadetle en çok özdeşleştirilen konudur. Zeynepler orada doğmuştur yeniden... Başta Hz. Hüseyin olmak üzere Şehadetin, şehadet şuurunun, Allah (c.c.) yolunda zorluklara katlanmanın adıdır Kerbela... İslamı yaşamak, İslama talip olmak nasıl bir hicretse, Kerbela da, boyut değiştirerek şehadete hicret etmektir, aşkla Maşukuna koşmaktır. Çünkü dünyevi kıstaslara dair bir karşılığı yoktur. Ayrıca geçmişte olduğu gibi tüm İslam dünyasını büyük bir ıstıraba boğmuş ve şimdi de boğmaktadır... Kalbinin bir köşesinde zerre kadar iman, aklında İslam adına zerre kadar diyalektik olan kim varsa; kalbindeki Allah korkusu ve Resulullah sevgisi kadar ıstırap ve çile sahibidir bu konuda... Bugün her ne kadar, ehl-i sünnetin ehl-i beyt ve Kerbela hakkındaki görüşleri mutedil, dengeli ve gerektiği şekilde müşfik ise de; ehl-i sünnet çizgisinde olduğu halde ehl-i beytin hakkını ve hukukunu gerektiği şekilde gözetmeyen vicdansız, takvasız ve ihlassız insanlar yok değildir!... Hele hele "Üstünlük takvadadır" hak düsturunu ihlassız kalbine kılıf, azmış nefsine de -haşa- İslam adına fikir çerezi yapanları nadide güzellikteki İslam bahçesinde cirit atmaktadır. Göğsümüzü gere gere "Hazreti" dediğimiz Hz. Mua-viye'nin, Resulullah' tan gelen "Senin soyundan gelenlerin ehl-i beytimi katledecekleri" ihtarı üzerine doksan yaşına kadar evlenmeyen ve ancak sonra evlenen hassasiyet, samimiyet ve ihlasını da bulamazsınız asla onlarda... Onlar, bu konudaki tüm İslami ihtar ve yönlendirmelere rağmen ehl-i beyte karşı ya menfi, ya nötr, ya da münafık meşreplidirler.
Evet, Kerbela hadisesinin günümüze taşınması gereken ibret vesikalarını üst üste koysak, müslümanın hassasiyet çizgisinde tüm hayatını kuşatacak bir ölçü insanı çıkar ortaya... Çünkü Kerbela hadisesi, tüm müslümanların, kafasını elleri arasına alıp kara kara düşünmelerini gerektiren ibret dolu bir hadisedir. Ehl-i beyt düşmanlarının, Hz. Peygambere kadar uzanan bir düşmanlık çizgisidir Kerbela... Yüzyıllar öncesinde olmasına rağmen, o günlerin acısıyla bile insan, İslam'ı aşkla, hınçla yaşar, yaşamalı da,.. Allah'ın (c.c.) hakkını kimseye yedirmemecesine, Resulullah' ın hakkını kimseye yedirmemecesine, Kerbela şehidlerinin hakkını kimseye yedirmemecesine... Çünkü Müslümanın hayatında, güzellikleri temsil eden ahlak adına ne varsa, ki bunun içine başlı başına Peygamber sevgisi girer, takva ve ihlas girer, denge girer, mücadele girer, tebliğ girer, en önemlisi de Hz. Hüse-yin'in ve Kerbela şehitlerinin şahsında, mazlumluk girer... Hepsinin sahibi olmalı Müslüman. "Gözünün önünde masum ve mazlum insanların katledildiğini görmedikçe, kişinin imanı tam olmaz" düsturunu hissetmek ve yaşamak için Kerbela yetmez mi?!.. Elbette yeter... Evet, onların şahsında, hayatı ve hayatın gerçeğini her şeyiyle omuzlamış dört başı mamur, ciddi, gerçekçi, tutarlı ve bilgili müslüman çıkmalı ortaya... Günümüzdeki ifrat ve tefrit hareketlerinden sıyrılmış, her şeyi yerli yerinde, neyi nerede nasıl yapacağını bilen insan... Çünkü Kerbela Şehitlerinin temsil ettiği misyon buydu. Onlar, kendi haklarını savunurken, aynı zamanda Peygamberin hakkını savunduklarının kıyasıya farkındaydılar. Kerbela mazlumları canhıraş çığlıklarla katledilirken, biraz sonra Hz. Peygambere ulaşmanın müjdesi vardı kalplerinde... Bağlılıkları yeni ayrılmış gibi taptazeydi... Susuzluktan kavrulan dudakları "Allah, Allah!" diyordu Hz. Peygamber gibi... Mübarek Ced-lerinin kendilerini seyrettiğini, bütün gök ehlinin olanları seyredip hüngür hüngür ağladıklarını biliyordular... Kızgın topraklar üzerinde susuzluktan kupkuru ağızları, aynı zamanda şehadete susamışlığı anlatıyordu. Allah'ı arzulayan o mazlumların gönülleri, Resulullah aşkıyla dopdolu ve gözleri Allah aşkıyla sırılsıklamdı... Ölümlerin en şereflisine koşuyordular. Karşılarındaki azgın güruhun taarruzlarından bedenen yorgun ve bitkin ama ruhen dinç, diri, her şeyleriyle mutmain ve Hakk'ın takdirine razı idiler... Karşılarındaki cahiller ise, ne yazık ki tam tersinin temsili içindeydiler...
Günümüzde düşünmemiz gereken menfi yansımalar ise, ehl-i beyt kültürü dediğimiz İslami realitenin, hala doğru dürüst anlaşılamamış olmasıdır. Evet, ehl-i sünnet kaynaklarına göre, ehl-i beyti sevmek ve saymak vaciptir. Fakat bugün hala, Seyyid nedir, Şerif nedir, onlara nasıl davranılır, onlar nasıl değerlendirilir, bu konudaki ayet ve hadisler, ehl-i sünnet alimleri ve mezhep i-mamlarının tavsiyeleri ve bu konudaki davranış ve uygulamaları nasıldı, Ahir zamandaki görev ve fonksiyonları ne olacaktır şeklinde; bizi sorumluluklarla kuşatan, günümüz ve istikbalde şekillenecek bir dünya ve en kutsal değerler adına bizi zirvelere taşıyacak tefekkürlerden hala mahrum bir toplumla yüz yüze, karşı karşıyayız... Bu duyarlılık hala toplumun geniş bir kesiminde ne bilgi ne de hassasiyet düzeyinde yaşanmamaktadır... Yani Kerbela'da işlenen katliam, bir başka boyutta günümüzde de, devam etmektedir. Çünkü o günkü toplumu Kerbela'ya götüren şartlar, teneffüs edilen hava ve zemin her gün yeniden, yeni Kerbela’lara, İslam'ın ayaklar altına alınmasına yol açmaktadır. Tüm nefsaniyetiyle, haksızlık ve adaletsizliğiyle oysa, ehl-i beyt hususunda ehl-i sünnet kaynaklarımızda ölçü, bilgi ve fetvalar alabileceğine açık ve ortadadır. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sevgisiyle yoğrulmuş ehl-i beyt aşıkları bunu gayet iyi bilirler. Evet, acıların insandaki en mühim etkisi, olgunlaşmadır. Acıların en büyüğü olan, Resulullah (s.a.v.)'in vefatından sonra, Kerbela hadisesi gibi bir acı, hala bizleri olgunlaştırmadıysa, hala ehl-i beyt kültürü sinelerimizi buram buram kaplamadıysa, hala o emanetlere gereken saygı, sevgi ve ilgiyi gösteremiyorsak, bizi ancak ölüm ayıltır desek yanlış olmaz sanırım. Ehl-i beytin, ehl-i beyt olmanın ne kadar üniversal bir değer olduğu, müslümanlarca da bir kez daha kavranır ve üzerinde iyice düşünülürse, onlardan istifade etmek hususunda, önümüze Sünnete dayalı bir kapı açılmış demektir. Bu konuda yanlış duygu ve düşünceleri olanların bir kez daha gidişatlarını gözden geçirmeleri, her şeyden önce kendilerinin hayrına olacaktır. Nitekim Şûrâ Suresi 23. âyetini; Beyzavi ve Medarik tefsirinde; (Ey Resulüm, onlara de ki: Tebliğ vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Sizden istediğim akrabaya ve ehl-i beytime karşı muhabbettir) şeklinde tefsir etmişlerdir.
Evet, sonuç olarak: Hz. Ebubekir'i Hz. Ali kadar sevemeyenlerin, Hz. Muaviye'yi Hz. Peygamberin bakışıyla görme-yenlerin bizi doğru anlayacağını sanmıyoruz.
Özlüyoruz; nerede öğrencilerine ders verirken, kapının önünde oynayan Seyyid'i gördükçe sık sık ayağa kalkan ve "Niye böyle yapıyorsunuz?" diyenlere, kapının önündeki Seyyidi gösteren İmam-ı Azamlar; nerede "Bütün dünya bilsin ki, Hz. Ali'yi sevmek rafızilikse, ben rafıziyim" diyen İmam-ı Şafiler, nerede!.. Nerede o mezheplere bağlı olduğunu iddia edenler...
Ve; bugün ne yazık ki karşımızda, sinsi bir şekilde ehl-i beyt düşmanlığı yapanlar!...
Bugün islam dünyasına baktığımızda gözümüze ilginç manzaralar çarpmaktadır, zira İslam ile İslam adına uydurulmuş şeyler birbirine karışmakta, ortalığa a İslamı b İslamı c İslamı gibi bir sürü seçenek ve bunun yanında tutarsız bir islam anlayışı çıkmaktadır.
Peki ama Kur`an`da "Allah-in ayetlerinde bir tutarsızlık bulunmadığı" belirtilirken, maalesef müslümanlar arasında sıkça rastladığımız bu tutarsızlık nerden kaynaklanmaktadır, keza bu insanların hepsi Kur`andan beslendiklerini iddia etmektedirler?
Toplumu bir köşeye koyacak olursak, fertler olarak bu konuya nasıl yaklaşmamız gerekir, zira hepimizin bildiği üzere toplum fertlerden meydana gelmektedir.
O halde Müslüman olduğunu iddia eden bir şahsın önce Müslüman nedir, kimdir sorusu ile baş başa kalması, buna cevap bulması, Allah-in Kur`anda çizdiği Müslüman modeli ile tanışması gerekmektedir.
Şüphesiz ki din, yani İslam Allah’ındır, ama onu temsil etmekte İslam olanların yani Müslümanların görevidir! Bu görevi hakkı ile yerine getirmek ise ancak bu bilince ermekle gerçekleşecektir, yoksa mahiyetinden bihaber olduğumuz bir dini `doğru´temsil edebilmemiz ve en önemlisi yaşamamız mümkün değildir.
Allah Kur`anda Müslüman’ı şöyle anlatmaktadır;
"Rahman’ın kulları yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine sataştıklarında "selam" derler.
Gecelerini, Rablerine secde ve kıyam ederek geçirirler.
Rabbimiz bizi cehennem azabından koru. Çünkü onun azabı sürekli(!) ve helak edicidir derler.
Onlar harcadıklarında ne israf ederler, nede cimrilik. İkisinin arasında bir yol tutarlar.
Allah-in yani sıra başka ilahlara yalvarmazlar. Allah’ın öldürmesini haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar.Zina etmezler.....
Yalan yere şahitlik etmezler. Faydasız bir söz işittiklerinde oradan vakarla uzaklaşırlar.
Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında onlara karşı kör ve sağır kesilmezler"(25-Furkan; 63,64,65,67,68,72,73).
"Onlar Boş şeylerden yüz çevirirler.
namazlarında huşu içindedirler.
Zekatı verirler.
Onlar emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.
Namazlarını aksatmaksızın kılarlar " (23-Mü`minun;2,3,4,8,9).
"Onlar gayba iman ederler, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimizden infak ederler.
Onlar, sana indirilene de, senden önceki (peygamberlere) indirilene de iman ederler. Ahirete kesin olarak inanırlar.
Onlar bir musibete uğradıklarında;"biz Allah`a aitiz ve yine O´na döneceğiz " derler"(2-Bakara; 3,4,156).
"Onlar sabreden, doğru olan,boyun eğen, infak eden ve seherlerde bağışlanma dileyenler olarak;"Rabbimiz! Biz şüphesiz iman ettik, günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru" diyenlerdir.
Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah Muhsinleri sever.
Bir kötülük işlediklerinde veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı zikrederler; günahları için bağışlanma dilerler. Günahları Allah`tan başka kim bağışlayabilir! Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.
Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzereyken Allah-i zikreder, göklerin ve yerin yaradılışını düşünürler;"Rabbimiz! Bunları boşuna yaratmadın. Seni tenzih ederiz. Bizi cehennem azabından koru"derler" (3-Äl-i Imran;16,17,134,135,191).
"Onlar, tevbe ederler, kulluk ederler, oruç tutarlar, rüku ve secde ederler, iyiliği emreder kötülükten alıkoyarlar ve Allah’ın yasalarını korurlar" (9-Tevbe;112).
Yukarıda sıraladığımız ayetlerden anlaşılacağı üzere Kur´an bize nasıl bir şahsiyet olmamız ve nelerin bizde yerleşmesi gerektiğini açık seçik anlatmıştır. Bu ise olası bir karmaşanın önüne geçmektedir." O sadece bir hatırlatma ve apaçık bir Kur´an´dır. Diri olanları uyarman, inkar edenlere de azap sözü hak olsun diye indirilmiştir"(36-Yasin;69-70).
Çünkü Müşkül ve açık seçik olmayan bir şey, sadece yeni açmazlara ve şaşkınlıklara sebep olur ve asla hidâyet ve beyan özelliğini taşımaz.
O halde günümüzde karşımıza çıkan manzaraların nedeni kişilerin Kur`an´daki müslüman ile tanışmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun önüne geçmek ise ancak `müslümanin´ ne olup olmadığını bilmek ve bir bütünün parçalarından yola çıkmadan evvel o bütünün hakikatini kavramaktan geçmektedir. Aksi halde herkes Kur´an der ve müslümanın nitelik ve niceliğini anlamaksızın alternatif İslamlar üretilmeye,`müslüman´ kavramı ise nüfus kâğıdımızın üzerinde gerekli harflerin bir araya toplanmasından oluşmuş bir kelime olmaktan öteye geçmez.
"Allah´ın ahdini az bir değere değişmeyin, Allah katında olanın sizin için daha hayırlı olduğunu bilin.
Sizde olanlar tükenir, fakat Allah katında olanlar bâkidir. Sabredenlerin (mücadele edenlerin) mükäfatını, yaptıklarının karşılığından daha güzel vereceğiz"(16-Nahl;95-96).
Allah (c.c.) yar ve yardımcınız olsun. Allah’a emanet olunuz.
Derleyen: Dt. Abdülkerim Karaağaç
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.