xxx33
Kendi kalemize gol atmanın hüner sayıldığı bir dönemde değiliz
Dış konjonktürdeki değişimler, genellikle iç politikaya da yansır. Çok partili demokrasilerde, bu yansımalar daha şiddetli hissedilir.
Tek partili ve otoriter rejimlerde ise, yansımalar yine vardır ama bunlar kamuoyunda açıkça tartışılmaz.
Tek adamlar, içeriye fazlaca aldırmadan, dış konjonktürdeki dalgalanmalara göre politikalar izler. Bu tek adamlar eğer dünyayı iyi algılayıp, doğru kararlar alırsa, ülkelerinin başını belaya sokmadan dalgalanmalı dönem atlatılır.
Bazı tek adamlar ise, dış dünyayı yanlış algılar. İçeride de kendilerini aydınlatıp, uyaracak özgür odaklar susturulduğu için, dış politikada atılan yanlış adımlarla iç politikanın bastırılmış gerçekleri birleşir ve ülke felakete sürüklenir.
Bu duruma örnek, Saddam'ın Irak'ı felakete sürüklemesinden verilebilir.
Tek adamların dış konjonktürü doğru algılamasına örnek ise, İsmet İnönü'nün 2'nci Dünya Savaşı sırasında, Türkiye'yi belaların dışında tutmayı başarmasıdır. Ancak bilelim ki, bu pek kolay olmamıştır. Tek Parti CHP'nin içinde de dış politikaya ilişkin görüş ayrılıkları vardı. Örneğin savaşın başında Türkiye'nin Nazi Almanya'sı ile antlaşma imzalaması, bu ülkeye krom satılması, Boğazların kullandırılması, CHP içindeki anti-faşist kesimlerin hoşnutsuzluğuna sebep olmaktaydı.
Bir isyan denemesi
O dönem milletvekillerinden şimdi rahmetli olan bir tanıdığım, başlarından geçen bir olayı şöyle anlatmıştı bana:
- İstanbul' dan Ankara'ya giden yataklı trende 30 dolayında CHP milletvekiliydik. Restoranda toplanıp, Ankara'ya varınca İsmet Paşa'ya isyan etmeye ve Türkiye'nin Almancı politikasını değiştirmesi için ağırlık koymaya karar verdik. Tren Polatlı'ya gelince durdu. İçeriye sivil giyinmiş emniyet memurları girdi. Trenden indirilip otobüslere bindirildik. Ankara'da Çankaya'ya, Cumhurbaşkanlığı konutuna götürüldük. Orada İsmet Paşa bizi fırçaladı ve dış politikasının gerekçelerini anlattı. Bizler de isyanımızı içimize gömdük.
2'nci Dünya Savaşı ertesinde ele geçen belgelerden, Türkiye'nin Almancı görünmesinin de, Nazi Rejimi tarafından içtenlikli bulunmadığı anlaşılacaktı.
Eğer Nazi Almanyası "Barbarossa Harekatı" ile Sovyetler'e saldırmasaydı, hedefte Türkiye vardı. Alman işgal planlarına göre başta İnönü olmak üzere CHP kadroları tasfiye edilecekti. Türkiye'yi yönetmeleri tasarlanan işbirlikçi kadro, isim isim belirlenmişti.
Deneyimliyiz
Bu tür deneyimlere sahip bir toplumuz.
Dış konjonktürdeki dalgalanmaların ülkemiz iç politikasına yansımalarını, çok partili demokrasiye sahip olduğumuz dönemlerde de yaşamadık mı?
Şimdi yine böyle bir dönemi yaşamaktayız. "Yeni Soğuk Savaş" olarak nitelenen gelişmelerin, iç siyasetimize yansıması kaçınılmaz bir olgu.
Böyle dönemlerde demokratik uzlaşmalar, hem ülkenin, hem de toplumsal istikrarın sağlığı için şarttır.
İç politikada devlet kurumlarının birbirleriyle kavgalı olması ve siyasi ortamda kuşak altına vurulmasının mubah görülmesi böyle dönemler için pek uygun durumlar değildir.
Eskiden mahalle maçlarında çılgınlaşan bir futbol hastası arkadaşımız vardı.
Bu delikanlı ayağına top geldiği zaman kendine hakim olamaz ve önündeki kale kendi takımının kalesi olsa da golü patlatırdı.
Uzlaşmanın kapsamı
Son genel seçimde farklı bir partiye oy vermiş olabiliriz. Hatta iktidardaki partiyi ideolojik olarak kendimiz için tehdit biçiminde görebiliriz.
Ama bilelim ki bu dönemde, iktidarı ve muhalefeti, askeri ve sivili ile, tüm kamusal aklımız ortak titreşim içinde, dış konjonktürün Türkiye'ye yansıtabileceği dalgalanmalardan nasıl en az zararla çıkabileceğimizi bulmaya yönlenmelidir.
Aynı şekilde AK Parti iktidarı da, Türkiye'nin bütün birikimli insanlarını ve beyinlerini ortak geleceğin belirlenmesi için hizmete çağırabilmelidir.
Zaten "Uzlaşma" ile kastedilen de bu olmalıdır.
Seçilmişlerin meşruiyetini ve seçmenlerin ehliyetini sorgulamak, tabii ki "Uzlaşma"nın kapsamı içine giremez
Tek partili ve otoriter rejimlerde ise, yansımalar yine vardır ama bunlar kamuoyunda açıkça tartışılmaz.
Tek adamlar, içeriye fazlaca aldırmadan, dış konjonktürdeki dalgalanmalara göre politikalar izler. Bu tek adamlar eğer dünyayı iyi algılayıp, doğru kararlar alırsa, ülkelerinin başını belaya sokmadan dalgalanmalı dönem atlatılır.
Bazı tek adamlar ise, dış dünyayı yanlış algılar. İçeride de kendilerini aydınlatıp, uyaracak özgür odaklar susturulduğu için, dış politikada atılan yanlış adımlarla iç politikanın bastırılmış gerçekleri birleşir ve ülke felakete sürüklenir.
Bu duruma örnek, Saddam'ın Irak'ı felakete sürüklemesinden verilebilir.
Tek adamların dış konjonktürü doğru algılamasına örnek ise, İsmet İnönü'nün 2'nci Dünya Savaşı sırasında, Türkiye'yi belaların dışında tutmayı başarmasıdır. Ancak bilelim ki, bu pek kolay olmamıştır. Tek Parti CHP'nin içinde de dış politikaya ilişkin görüş ayrılıkları vardı. Örneğin savaşın başında Türkiye'nin Nazi Almanya'sı ile antlaşma imzalaması, bu ülkeye krom satılması, Boğazların kullandırılması, CHP içindeki anti-faşist kesimlerin hoşnutsuzluğuna sebep olmaktaydı.
Bir isyan denemesi
O dönem milletvekillerinden şimdi rahmetli olan bir tanıdığım, başlarından geçen bir olayı şöyle anlatmıştı bana:
- İstanbul' dan Ankara'ya giden yataklı trende 30 dolayında CHP milletvekiliydik. Restoranda toplanıp, Ankara'ya varınca İsmet Paşa'ya isyan etmeye ve Türkiye'nin Almancı politikasını değiştirmesi için ağırlık koymaya karar verdik. Tren Polatlı'ya gelince durdu. İçeriye sivil giyinmiş emniyet memurları girdi. Trenden indirilip otobüslere bindirildik. Ankara'da Çankaya'ya, Cumhurbaşkanlığı konutuna götürüldük. Orada İsmet Paşa bizi fırçaladı ve dış politikasının gerekçelerini anlattı. Bizler de isyanımızı içimize gömdük.
2'nci Dünya Savaşı ertesinde ele geçen belgelerden, Türkiye'nin Almancı görünmesinin de, Nazi Rejimi tarafından içtenlikli bulunmadığı anlaşılacaktı.
Eğer Nazi Almanyası "Barbarossa Harekatı" ile Sovyetler'e saldırmasaydı, hedefte Türkiye vardı. Alman işgal planlarına göre başta İnönü olmak üzere CHP kadroları tasfiye edilecekti. Türkiye'yi yönetmeleri tasarlanan işbirlikçi kadro, isim isim belirlenmişti.
Deneyimliyiz
Bu tür deneyimlere sahip bir toplumuz.
Dış konjonktürdeki dalgalanmaların ülkemiz iç politikasına yansımalarını, çok partili demokrasiye sahip olduğumuz dönemlerde de yaşamadık mı?
Şimdi yine böyle bir dönemi yaşamaktayız. "Yeni Soğuk Savaş" olarak nitelenen gelişmelerin, iç siyasetimize yansıması kaçınılmaz bir olgu.
Böyle dönemlerde demokratik uzlaşmalar, hem ülkenin, hem de toplumsal istikrarın sağlığı için şarttır.
İç politikada devlet kurumlarının birbirleriyle kavgalı olması ve siyasi ortamda kuşak altına vurulmasının mubah görülmesi böyle dönemler için pek uygun durumlar değildir.
Eskiden mahalle maçlarında çılgınlaşan bir futbol hastası arkadaşımız vardı.
Bu delikanlı ayağına top geldiği zaman kendine hakim olamaz ve önündeki kale kendi takımının kalesi olsa da golü patlatırdı.
Uzlaşmanın kapsamı
Son genel seçimde farklı bir partiye oy vermiş olabiliriz. Hatta iktidardaki partiyi ideolojik olarak kendimiz için tehdit biçiminde görebiliriz.
Ama bilelim ki bu dönemde, iktidarı ve muhalefeti, askeri ve sivili ile, tüm kamusal aklımız ortak titreşim içinde, dış konjonktürün Türkiye'ye yansıtabileceği dalgalanmalardan nasıl en az zararla çıkabileceğimizi bulmaya yönlenmelidir.
Aynı şekilde AK Parti iktidarı da, Türkiye'nin bütün birikimli insanlarını ve beyinlerini ortak geleceğin belirlenmesi için hizmete çağırabilmelidir.
Zaten "Uzlaşma" ile kastedilen de bu olmalıdır.
Seçilmişlerin meşruiyetini ve seçmenlerin ehliyetini sorgulamak, tabii ki "Uzlaşma"nın kapsamı içine giremez