Galiba nazar değdi. ‘Komşularla sıfır sorun’ ilkesiyle başlatılan çok yönlü dışa açılım herkese parmak ısırtırken, bizlerin de gönlünü ışıldatıyordu; ülkemizin ‘yumuşak gücü’ her kapıyı açan anahtar halini almıştı çünkü... Şimdiyse hangi ihtilâfa asker yetiştireceğiz endişemize ek olarak, yakın dost bildiğimiz ülkelerden düşmana söylenmeyecek sözler işitiyoruz.
Nazara gelmek diye buna denir işte.
Dünyamız köklü bir altüst oluş yaşıyor. 11 Eylül (2011) öncesinde başlayan, ancak etkilerini son on yılda artarak gösteren bir sarsıntı bu. En fazla da İslâm Dünyası’nı etkiliyor değişen dengeler. ‘Teröre karşı mücadele’ adı altında yürütülen ‘global savaş’ Irak’ı devre dışı bıraktı; ‘Arap Baharı’ ise Libya ve Mısır’ı... Sıranın Suriye’ye geldiği anlaşılıyor.
Adını andığım ülkelerde yaşanan köklü değişimlerde insanların daha özgür veya daha müreffeh hale geldiği söylenemez. Müdahale öncesi Irak ekonomisi ne idiyse bugün daha kötü. Kentlere 24 saat elektrik verilemiyordu, yine verilemiyor. Güvenlik zora dayalıydı, şimdi bir başka zora dayalı...
Buna karşılık askeri ve siyasi güç olarak Irak bitti.
Libya’nın durumunun Irak’tan daha farklı veya daha iyi olacağına dair en ufak bir belirti yok. Yönetim ülkenin iki yakasını (Trablus ile Bingazi) birarada tutabilme derdinde; içsavaşta tahrip olan altyapı yeniden kurulsa bile daha uzun yıllar Libya’dan olumlu sinyaller beklememek gerekiyor.
Siyasi ve askeri bir güç olarak Libya da bitti.
Uluslararası ajanslar Suriye’ye müdahalenin eli kulağında olduğunu duyuruyor. Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe “Beşşar Esad’ın sayılı günleri kaldı” mesajını bir ‘müjde’ olarak sunuyordu dün. Arap Birliği’nin ilân ettiği ‘yaptırımlar’ bileğini bükmeyi amaçlasa bile, Suriye’yi çökertecek kapsamda.
Yine de yola gelmezse, yaptırımları askeri müdahalenin izleyeceği herkesin dilinde.
Pek çok alanda birlikte hareket eden iki ülkeydi Türkiye ve İran; yaptırımlara ‘Hayır’ oyu kullandığı için Washington’un husumetini çekecek kadar Tahran’ı kolluyordu Ankara... İran’ın da sağdan soldan gelen ve ilişkileri berhava etmeyi amaçlayan kışkırtmalara kulak vermediği biliniyordu.
Şimdi İran’dan füze tehditleri yükseliyor; ya da birileri arayı bozmak için ikili tezviratla Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirmenin peşinde...
Evvelce buna benzer durumlarda “Asla olmaz” gönül rahatlığı içerisindeyken, son gelişmelerden sonra “Her şey mümkün” ihtiyatı hakim olmaya başladı. Başkalarına da bana da...
Olan bitenleri iki türlü okumak mümkündür: Biri, aralarında ilişki kurmaya çalışmadan, tekil gelişmeler olarak görüp değerlendirmek... O durumda, her olayın çıkış sebebini öğrenip onunla yetinirsiniz... Biri de, olaylar arasında illiyet bağı kurarak... Bu ise, sizi daha büyük tabloya götürür...
Büyük tablo özellikle İslâm Dünyası için hiç içaçıcı değil. Var olan global dengede ağırlığının artması gereken İslâm Dünyası, bunun yerine, iyice güçsüzleşiyor. Böyle bir global ortamda Türkiye de güçlü kalamaz.
Galiba kendi kendimize nazar değdirdik.