Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR
Katılım Bankacılığına Dair-5
Şüphesiz katılım bankaları ile ilgili yapılabilecek değerlendirmeler çok daha fazla… Ama biz bu konudaki değerlendirmelerimize ara vererek devam eden iki yazımızda İslam’ın 'ekonomi'ye bakışındaki farklardan bahsederek bu seriyi bitireceğiz inşaallah...
Devlet toplumun tecessüm etmiş organize halidir ve genele ilişkin olan yararı (kamu yararı) temsil eder. Bu yüzden modern hukukta fevkalade önemli görülmesine rağmen, toplumsal yarar olduğunda bireysel yarar ya da özgürlükler sınırlandırılabilmektedir. Söz gelimi kapitalizmde ‘dokunulmaz’ olarak nitelendirilen mülkiyet özgürlüğü kamu yararı olduğunda sınırlandırılabilmekte, kişi ya da firmaya ilişkin kazançların bir kısmı, o kişi ya da firmanın isteği dışında vergi adı altında kamu hesaplarına aktarılmaktadır.
İşleyişte farklılıklar olsa da İslam hukuku bakımından benzer kurumların olduğu söylenebilir. Nitekim zekâtın zorunluluğu böyle bir şeydir mesela... Ancak konu zekâtla sınırlı olmayıp, ‘örfi vergi’ diyebileceğimiz alanı da ilgilendirmektedir. Zekât müessesesi gibi doğrudan düzenlenmiş olmasa da örfi vergilerin de ‘ulûl-emr’in yetkisi dahilinde olduğu kabul edilmektedir. Zira Kur’an’da ulûl-emre itaat hüküm altına alınmıştır. Bir başka deyişle kendi içerisinde işlevselleştirilen şekliyle, ulûl-emrin ‘emir verme yetkisi’ mali yükümlülük getirme (örfi vergi) yetkisini de kapsamaktadır. Şüphesiz bu yetki mutlak bir yetki olmayıp, çerçevesi referans kaynaklar tarafından disipline edilmiştir. Adaletsiz olamaz mesela…
İslam ekonomisinde fark oluşturan kısım İslam’ın (hukukunun) kişi ya da firmalara yüklediği (sosyal) sorumluluktur. Bir başka deyişle zekât emri ya da faiz yasağı gibi doğrudan düzenlenen alan bakımından da sadece ‘zorunluluk’ değil, ‘sorumluluk’ da vardır. Zira devletten verginin kaçırılması elbette mümkündür, ama Allah’ın doğrudan emri olan zekât ya da doğrudan yasağı olan faiz için böyle bir durum söz konusu olamaz.
Beşerî sistemler de teşvikler aracılığıyla sosyal sorumluluğu yerleştirmeye çalışmaktadır. Birçok zaman vergiye esas değer olan matrahtan indirim hakkı verilerek toplumsal bilinçaltı oluşması sağlanmak istenmektedir. Geçekte çıkar odaklı olan bu uygulama ile firmalar uzun vadeli çıkarları bakımından kısa vadeli birtakım çıkarlarından vazgeçmektedir. Bir başka deyişle sosyal gibi gözüken bu türden harcamalar da uzun dönemli çıkarlarla ilgilidir. Oysa İslam hukukunda bu müesseseler bir yandan (maddi) bir karşılık için değilken, mümkün olduğu ölçüde gizli yapılarak insana dair en ayırt edici şey olan ‘onur’ koruma altına alınmış olmaktadır.
Şüphesiz İslam hukukuna göre şekillenen firmaların kazançlarını bir bütün olarak bu amaca tahsis etmesi gerekmez. ‘Bir lokma bir hırka’ şeklinde özetlenebilecek kısım ise ‘kişisel’ olup, toplumsal yan merkeze konulduğunda ‘eli açıklık’ kuralı devreye girmektedir. Buradaki sorumluluğu sadece ihtiyaç sahiplerine kazançtan ayrılan kısım olarak da düşünmemek gerekir. Sözgelimi ‘çevreye duyarlılık’ da bir sosyal sorumluluktur. ‘Makasıd’ olarak genel çerçevesi de oluşturulan bu tür duyarlılıklar kapitalist sistemlerde de ‘kurumsallaşma’ adı altında çeşitli düzenlemelerle işlevselleştirilmektedir.
İslam toplumunda bu türden müesseseler sadece kişi inisiyatifine de bırakılmamaktadır. Aksi halde ‘deveyi sağlam kazığa bağlama’ ilkesi gözardı edilmiş olur. Devletin toplum genelini ilgilendiren tarafıyla bu türden düzenlemeler bakımından 'kendisini hissettirmesi' önemlidir. Bu da bugün kapitalist sistemde yaygınlıkla uygulanan yasal-kurumsal altyapı ile mümkündür. Aynı örnekten hareket edecek olursak çevreye duyarlı tesislerin vergisel teşviki ya da ihlal edenlerin cezalandırılması gibi bir durumun temel ilkelere aykırılık teşkil edeceğine dair bir hüküm de bulunmamaktadır.
Kapitalizmin olmazsa olmazlarından birisi faizse, bir diğeri de rekabettir. Faizin İslam ekonomisinde elbette herhangi bir şekilde yeri yoktur, ama rekabet için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Yani rekabet ortamında faaliyet yürütmek doğrudan haramdır denemez. Klasik haliyle rekabet 'tekelleşme' oluşturduğundan günümüzde kapitalist sistemlerde de devletler piyasayı düzenleyici ve denetleyici rol üslenmişlerdir.
Ancak bunun 'gerçek' bir etki gösterdiği tartışmalıdır. Nitekim kapitalizmde sermayeye yapılan vurgu öylesine yüksektir ki tekelleşme ülke içini aşmakta, global çapta dahi tekelleşmeler oluşmaktadır. Sözgelimi yazılımda durum böyledir. Nitekim milyarlarca kişinin kullandığı cep telefonlarındaki yazılım iki ayrı Amerikan firmasına aittir. O halde kapitalizmdeki rekabet vurgusu da gerçek değildir. Piyasa az sayıda devlet ya da firma tarafından domine edilmektedir. Bu firmalara göre çok küçük kalan kimi yerel işletmeler ise herhangi bir şekilde rekabet gücü söz konusu değildir. Gerçek şu ki; bu durum diğer tüm sektörler için de benzer şekilde işlemektedir (devamı var)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.